İhvan deneyimine farklı bir bakış – I – Ergin Yıldızoğlu

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 26 Ağustos 2013
  • 07:12

Mısır’da Müslüman Kardeşler akımının (İhvan) deneyimine, toplumun geri kalanı üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden hareketle değil, kendi projesini gerçekleştirme çabaları bağlamında bakmak istiyorum. Çünkü İhvan’ın deneyiminde, rejim/sistem/yapı karşıtı akımların, toplumsal hareketlerin projeleri açısından, liberal fantezilerden korunmayı kolaylaştırabilecek değerli derslerin olduğuna inanıyorum.

 

Bir rejim karşıtı hareket
olarak İhvan

İhvan’ın deneyimini düşünmeye şu saptamalarla başlamak gerekiyor. İhvan antikapitalist bir akım değildir. İhvan’ın antiemperyalizmi, “ulusal bağımsızlık” anlamında değil, dini kültürel bir “öteki” olarak tanımlanan Batı’ya karşı, kültürel bir antiemperyalizmdir. Buna ek olarak İhvan tüm Müslümanları birleştiren, halife ve ümmet kavramlarına sadakati olan bir harekettir.
İhvan, çeşitli toplumsal sınıflar tarafından desteklenen yeni bir iktidar bloku ve dini hakikat, estetik, biyopolitik rejimlerine dayanan bir yönetim ideolojisi tasarlamaktadır. Bu “blok” Müslüman entelijansiya, İhvancı iş çevreleri, bunlara bağlı kapitalist sınıflardan, toprak sahiplerinden oluşacaktır. İhvan’ın bu rejim değişikliği projesi, kapitalizme uyumludur, gerek uluslararası sermayeyle gerekse de eski rejimin kapitalist sınıflarıyla uzlaşmaları, ittifakları dışlamaz. Dahası İhvan, projesini seçimlerle, parlamenter bir yoldan gerçekleştireceğini açıklamıştır.

 

İhvan ve ‘pasif devrim’, Tahrir

İhvan, projesine 1920’li yılların sonunda, kapitalizmin günümüzdekine benzer bir yapısal finansal krizi içinde, bir İngiliz hegemonyasının gerilemekte olduğu dönemde yeni güçler yükselirken başladı. Almanya ve daha sonra Nazi bağlantılarını, köklerini, yapısal Yahudi düşmanlığının etkileri kadar bu konjonktürde de aramak gerekir.

İhvan bir kültürel hareket olarak, bir kültürel antiemperyalist mücadele ile başladı. Daha sonra ikinci kuşak liderlik, 1950-60’larda bu kültürel dönüşüm projesini yeterli bulmayarak siyasi, askeri bir yolu denemeye karar verdi. Ancak bu mücadele ağır bir yenilgiye yol açınca, İhvan 1970’li yıllarda şiddete dayalı yöntemleri terk ederek adeta bir “barışçı geçiş” stratejisini benimsedi; sivil siyasete, seçimlere katılmaya başladı. Bu İhvan’ın projesini terk ettiği anlamına gelmiyor; Gramsci’nin pasif devrim olarak adlandırdığı, toplumu moleküler düzeyde evrimci biçimde dönüştürmeye dayanan bir çalışma tarzını benimsemesi anlamına geliyordu.

Bu yeni süreç İhvan açısından başarılı oldu. 1990’lara gelindiğinde İhvan, “sivil toplumun” devletin hücrelerine, bürokrasiye nüfuz etmiş, toplumda tek etkili muhalefet odağı ve örgütü düzeyine yükselmişti. İhvan liderliği, bir siyasi sarsıntıya gerek kalmadan siyasi iktidara yükselebileceği bir durumu düşünmeye başlamıştı.

Bu dönemin sonuna doğru, İhvan’ın projesiyle ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kesişmeye başladı. Silahlı mücadeleyi seçmiş radikal Müslüman akımların saldırılarından etkilenmekte olan ABD ve Batı’da uzmanlar, Müslüman hareketlere seçimler yoluyla hükümete gelme olanağı tanınırsa, “ılımlı ve kapitalizmle uyumlu” bir İslam oluşursa, radikal kanatlar bir tehlike olmaktan çıkabilir, diye düşünüyordu. İhvan, tüm BOP çapında etkisiyle bu projeye çok yakındı. İhvan da uluslararası bir desteğin iktidara gelme sürecini hızlandıracağını düşünerek bu projeye katılmayı kabul etti.

Bu kesişme iki “yanılgıya” yol açtı. Batı İhvan’ı, seçimlerle iktidara gelmeye hazır, projesine uyumlu demokratik ve liberal bir unsur olarak tanımladı. İhvan da seçimleri kazandığında iktidarı da kazanarak projesini gerçekleştireceğini düşündü.

Bu iki “yanılgı”nın sonuçları hemen ortaya çıkmayabilirdi. Tahrir “olayı” patlak verince, Batı yeni, pek anlamadığı ama “ilgilenmesi” gereken bir toplumsal güçle karşılaştı. İhvan birden projesinin kenara itilmeye başladığını dehşetle gördü. Bildiğiniz gibi İhvan önce, Tahrir’e karşı çıktı, sonra bu demokratik devrimci dalgayı kendi iktidar sürecine tabi kılarak “pasif devrimi” sonuçlandırmanın bir aracı olarak kullanmayı denedi.

İhvan, kendisi gibi bu dalgadan korkmuş olan eski rejimle anlaştı, Batı bu anlaşmayı destekledi ve İhvan hızla genel seçimlerden geçerek iktidara yükselmeye, projesini uygulamaya koymaya başladı. İşte bu noktada bu iki yanılgının yarattığı “çatlaklardan”, Mısır toplumunun “reeli” (tanımlanamayan boyutu/çekirdeği) büyük bir şiddetle kendini, yeni bir kitlesel dalga, askeri darbe, kanlı çatışmalar gibi semptomlarla göstermeye başladı.

Tüm bunların gösterdikleri...

İhvan’ın gözüyle: Seksen beş yıl çalış çabala, yolda barışçıl mücadeleyi, parlamenter yolu benimse, toplumda kendine büyük bir yer açmayı başar, seçimleri kazan, sonra projeni uygulamaya koy. Tam o noktada devlet ve toplumun bir kesimi seni şiddetli ve kanlı bir tepkiyle devirsin; herkes sana dönüp, tek başına seçim demokrasi değildir desin. Kısacası sana, “Seçimle hükümete gelebilirsin, ama içinde seçimlerin yapıldığı yapıyı/sistemi değiştiremezsin” deniyor.
Ya da seçimleri kazanmış bile olsan “iktidar blokunun” bileşenlerini, emperyalizmi dışlayacak, yeniden pazarlığa oturtacak yönde rejimi şekillendiremezsin. Postkolonyal (emperyalizmi, ekonomik, siyaseti iktidarın içinde barındıran) bir devlette hükümete gelen bir akımın/partinin önceliği, toplumsal muhalefeti yatıştırmak, ekonomiyi, uluslararası kapitalizmin kullanımına uygun bir yönde stabilize etmek, bölgedeki jeopolitik oyunda emperyalizm açısından “yapıcı” bir işlev üstlenmektir. Postkolonyal devlette demokratikleşme bu sınırlar içinde yaşanır. Bu sınırlar zorlanmaya başlanınca devlet aygıtı ve emperyalizm müdahale etmeye, demokratikleşme yerini “otoriterleşmeye” bırakmaya başlar

Batı’nın gözüyle: Siyasal İslamın demokratikleşmeyi benimsediğini söylemesi, kendi projesinden vazgeçtiği, postkolonyal devleti yönetmeyi kabul ettiği anlamına gelmiyor. Siyasal İslam aslında seçimleri kendi toplum projesine açılan bir kapı olarak görüyor. Ilımlı, demokratik görüntünün ardında başka bir proje var!

Sol hareketlerin gözüyle: Sol açısından bir ayrım yapmak gerekiyor. Seçimleri kazanarak postkolonyal devleti (kapitalist devlet olarak genişletebiliriz), halktan yana bazı reformlarla biraz yumuşatarak yönetmeyi düşünenler. Postkolonyal devletin, kapitalist devletin, nihayet kapitalizmin ufkunun ötesine geçmeye kararlı akımlar. Birincisinin, bazı dönemlerde geçici olarak da olsa iktidara gelebileceğini tarih bize gösteriyor. Ancak, gerçekte antikapitalist bile olmayan İhvan’ın başına gelenler, ikincisine, postkolonyal devletin sınırlarını zorlamaya kararlı olanlara, devletin ve emperyalizmin, asla tahammül edemeyeceğini kanıtlıyor. Çarşambaya devam edeceğim.

Cumhuriyet / 26.08.13