İdlib'de Soçi mutabakatının ilk aşaması için belirlenen süre dolarken "Plan işliyor mu?" sorusuna en geçerli yanıt bu giriş cümlesi olabilir. Tabii "şimdilik" kaydıyla. Çünkü süreç çok dinamik, sürprizlere açık ve belirsizlikle yüklü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'in 17 Eylül'de Soçi'de vardığı mutabakat çerçevesinde haftalardır İdlib cephesini yeniden dizayn için çalışmalar yürütülüyor.
Mutabakata göre 15-20 km derinliğinde oluşturulacak tampon bölgedeki ağır silahların 10 Ekim itibariyle teslim edilmesi gerekiyordu.
İdlib'e hükmeden örgütler arasında mutabakatı kabul edenler ile şart koşanlar, peşinen reddedenler ile alenen reddedip zımnen kabullenenler, "Ağır silahları çekeriz ama çekilmeyiz" diyenler ile silah teslimini ihanet sayanlar ve gündüz "Çekiliriz" deyip akşam bundan vazgeçenlerin arz ettiği karmaşa içinde Türkiye'nin sözünü tutup tutamayacağı merak ediliyordu.
Anadolu Ajansı'na göre rejim karşıtı güçler 8 Ekim itibarıyla havan, top, tank, Grad ve orta menzilli füze rampalarını cephe hattından çekti.
Haberde silahlı grupların kontrol ettikleri alanların sınırlarını korumaya devam edeceği de vurgulandı. Milli Savunma Bakanlığı da "Garantör ülke olarak Türkiye sorumluluklarını yerine getirmiş, ağır silahların çekilmesi tamamlanmıştır" açıklamasını yaptı.
Kimlerin silahlarını teslim ettiği net değil
Bu bilgilerin birincil muhatabı ve teyit makamı Rusya. Çünkü sahayı bütünüyle Ruslar gözetliyor. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov "Anlaşma uygulanıyor" derken sözcüsü Mariya Zaharova daha temkinliydi:
"Silahsızlandırılmış bölgeden 1000'den fazla militan, yaklaşık 100 askeri araç çıkarıldı. Ancak Türk basını, ağır silah çekme işleminin tamamlandığını yazdı. Uzmanlarımız aracılığıyla bu bilgiyi doğrulamaya çalışıyoruz."
Kimlerin silahları teslim ettiği, kimlerin etmediği, ne kadarının teslim edildiği net değil.
"Terör örgütü" olarak nitelendirilen Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Hurras el Din, Türkistan İslami Parti (TİP) gibi grupların ağır silahları bırakıp bırakmadığına dair bilgiler de çelişkili.
Bazı kaynaklar HTŞ'nin Lazkiye'nin kuzeydoğusunda ağır silahlardan çok az bir kısmını teslim ettiğini ama geri kalan bölgelerde bir hareketlilik olmadığını aktardı.
Hurras el Din ise tam bu sırada Suriye ordu mevzilerine roket atmakla meşguldü.
Mutabakatın bu grupları ilgilendiren sıradaki hükmü ise daha kritik: Bu örgütlerin 15 Ekim'e kadar bu bölgeden çıkması gerekiyor. Anlaşmayı reddeden bu örgütlerin sıra çekilmeye geldiğinde ne yapacağı konusu bahse açık.
Örgütlerin pozisyonları
"Silahları teslim etmeyiz" diyenler neden geri adım attı ve şimdi ne bekliyorlar? Bunların yanıtı biraz da Soçi mutabakatına kimin ne anlam yüklediğinde saklı.
Radikal cihadi örgütlerin başında gelen HTŞ maslahata sığındı. Yani hepten kaybetmemek için reddettiği mutabakatın şartlarına kerhen ve zımnen uyma yoluna gitti.
Türkiye'yle daha içli dışlı olanlar ise yüzlerce yerleşim merkezinden çekilip sığındıkları İdlib'e 'Zion' gibi bakıyor. Türkiye'nin kanatları altında "devrimin" geleceğine dair bir teselli.
Son 15 günde yaşanan gelgitler, tereddütler, pazarlıklar İdlib'deki durumun ne kadar kırılgan, kaygan ve çetrefilli olduğunu gösteriyor:
- Erdoğan, 26 Eylül'de New York'ta Reuters'a İdlib'de radikal grupların çekilmeye başladığını söylediğinde sahada henüz hiçbir hareketlilik yoktu.
- Bundan 4 gün sonra Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Türkiye'nin çabalarıyla İdlib'deki örgütleri çatısı altında toplayan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin (UKC) büyük bileşenlerinden Feylak el Şam'ın Halep'in güney ve batısında ağır silahlarını çekmeye başladığını duyurdu. UKC ve Feylak el Şam ivedilikle haberleri yalanladı. UKC Sözcüsü Naci Mustafa "Herhangi bir bölgeden ya da cepheden ağır silahlarımızı çekmedik. Bu haberleri reddediyoruz" derken Feylak el Şam Sözcüsü Seyf el Raad şunları söyledi: "Soçi anlaşmasına bağlı kalsak da silahların yeri ya da savaşçıların pozisyonunda bir değişiklik yok."
- Öncesinde UKC liderlerinden Abdusselam Abdurrezzak "Devrimci güçlerden bir zorluk beklemiyorum. Ağır silahların cephe hattından çekilmesi zor değil, zaten çoğu hatların uzağında" demişti.
- İdlib'in yüzde 60-65'ini kontrol eden HTŞ'nin önde gelen isimleri Soçi mutabakatını ihanet saysa da örgüt resmen ve aleni bir tutum sergilemekten kaçındı. UKC'den Abdurrezzak, HTŞ'nin üçüncü kanallardan Türk ordusuna koşullara uyacağına dair mesaj gönderdiğini kaydetti.
- El Kaide çizgisindeki 11 örgütü birleştiren Hurras el Din ve diğer cihadi örgütlerin pozisyonları da netti: "Anlaşmayı reddediyoruz."
- HTŞ ve UKC'den bağımsız olup Hama'nın kuzeyi ile İdlib'in güneybatısında bir bölgeyi kontrol eden Ceyş el İzze de uzlaşmaz çıktı: "Kurtarılmış bölgeleri kemirip Beşşar el Esad'a kurtaran anlaşmaya karşıyız."
Ceyş el İzze Rusların bölgeye girişini kesinlikle reddederken Türkiye'yi de daha önce rejimin tamamen kontrolüne geçen üç "gerilimi düşürme bölgesi'"nde yaşanan senaryonun İdlib'de tekrarlanmasını önlemeye çağırdı.
Takvim daralırken Türkiye ile uyumlu kanatlardan da itirazlar gelmeye başladı. Silahlı gruplar arasında anlaşmanın kapsamı ve nasıl uygulanacağına dair tartışma yaşanıyordu.
Çekilmenin sadece muhaliflerin kontrol ettiği alanda olması ve Rusların kontrol misyonunda yer alması itiraz noktalarının başında geliyordu.
15-20 km derinliğinde bir şeritten fazlası
Türk ve Rus askeri yetkilileri arasındaki teknik toplantılar sonucunda planın detayları belli oldu ve örgütlerin tutumları yumuşadı.
29 Eylül itibariyle muhaliflere verilen bilgilere göre, 15-20 kilometre derinliğinde ve 250 kilometre uzunluğundaki silahsızlandırma şeridi tamamen muhaliflerin kontrol ettiği bölgeden geçecekti.
Cisr el Şuğur, Maaret el Numan, Serakıb ve Halep'in güney ve batı bölgeleri de plana giriyordu. İdlib mutabakatında yılsonuna kadar trafiğe açılması hedeflenen M-5 ve M-4 otoyollarının geçtiği güzergâhlar da silahsızlandırma bölgesine ekleniyordu.
Halep'ten Şam'a inen M-5 yolu Serakıb, Maaret el Numan ve Han Şeyhun'dan geçiyor. Halep-Lazkiye arasındaki M-4 yolunun güzergâhında ise Eriha ve Cisr el Şuğur var.
Teknik mutabakata göre bu iki yolun kontrolünü Türk gözlem noktalarının desteğiyle "ılımlı gruplar" sağlayacaktı. "Ilımlılar" bulundukları yerlerde kalırken HTŞ, Hurras el Din ve TİP tamamen bölgeden çıkarılacaktı.
Teslim edilecek ağır silahlar da şöyle tanımlanıyordu: Roket fırlatıcıları, havan topları, tanklar, 23 mm'lik uçaksavarlar, 57 mm'lik tanksavar topları, 12.7 mm ve 14.5 mm'lik makineli tüfekler ve benzer silahlar.
Ağır silahların teslimi ve terörist sayılan üç örgütün çekilmesi için Türkiye müzakereye dayalı ikna yoluna gidecek, olmazsa güç kullanacaktı.
Bazı muhalifler, mutabakatın bu şekilde uygulanması halinde İdlib'in üçte ikisinin kontrolünü kaybedeceklerine işaret etti. Rusların tampon bölgeye girip girmeyeceği konusunda da hala soru işaretleri vardı. Soçi mutabakatının bir maddesi tampon bölgede Türk ordusu ile birlikte Rus askeri polisine kontrol görevi biçiyor.
UKC liderlerinden Şeyh Ömer Huzeyfe, 2 Ekim'deki açıklamasında, son 48 saatte Türk istihbarat ve askeri yetkilileri ile görüştüklerini ve Rusların bölgede devriye gezmesine karşı çıktıklarını vurguladı.
Huzeyfe, Türkiye'nin kendilerine güvence verdiğinde ısrarlıydı:
"Türk kardeşlerimize bunu kabul edemeyeceğimizi, bunun ihlal edilemeyecek bir kırmızıçizgi olduğunu ilettik. Türkiye'nin son pozisyonu, Rus askerlerinin (bölgeye) girmeyeceği yönündeydi."
Nihayetinde UKC, 7 Ekim'de çekilmenin başladığını duyurdu.
Bu tartışmalar sürerken fiili durumla ilgili Al-Modon farklı bir tablo çizdi.
Muhalif kaynaklara göre rejimin tuzağına düşmek istemeyen ve Rusların bölgeye girmesini kabul etmeyen örgütler, ağır silahlarını çekiyor gözükse bile bulundukları bölgeleri daha fazla hafif silah ve savaşçılarla tahkim ediyor, savunma mevzilerini güçlendiriyor ve keskin nişancılar yerleştiriyordu.
Öfkeli cihatçılar
En çarpıcı tartışma anlaşmanın asıl hedefindeki HTŞ'de yaşandı. HTŞ kendi ulemasından gelen sert açıklamalara rağmen renk vermeden üçüncü yolu tercih etti. Bu pragmatizmi basitçe şöyle özetlemek mümkün:
"Anlaşma meşrulaştırılmayacak, işgale izin verilmeyecek ama Türkiye ile çatışmadan kaçınmak ve günah keçisi ilan edilmemek için devrimin maslahatı gereği esneme gösterilecek."
Bu yol örgüt içi tartışmaları alevlendirdi. HTŞ'nin şeriat komitesi üyesi Ebu el Fetf el Fergali "Pragmatizm cihadın mezarlığıdır… Silahlı teslim etmek dine ve şehitlerin kanına en büyük ihanettir. Mevzileri boşaltmak daha büyük ihanettir" diye yazdı.
Örgütün önde gelen isimlerinden Ebu Yağan el Masri ise Türkiye'nin muhaliflere verdiği güvencelerle ilgili "Devrim sürecinin en yalan kırmızıçizgileridir. Gerektiğinde ağır silahların geri getirileceği iddiası saçmalık ve askeri şarlatanlık" ifadelerini kullandı.
Bir diğer HTŞ lideri Ebu Malik el Şami de silahların çekilmesini 'şeytani çağrı' olarak nitelendirdi.
Bu tartışmalar olurken 'cihadi' örgütlerin lider kadrolarını hedef alan suikastlar dikkati çekti: Üst düzeyde HTŞ'den dört, Hurras el Din ve TİP'ten birer kişi öldürüldü.
Bu tartışmalar ve iç kavgalar tampon bölgeyi terk etme aşamasında daha da kızışabilir.
Gelinen noktada UKC bileşenlerinin hafif silahlarıyla tampon bölgede kalacağı kesin. Bu süreçte Seyf el Raad "Silahsızlandırılmış bölgede kalmaya devam ediyoruz" ifadesini birkaç kez kullandı.
Sorun diğer örgütlerle ilgili. HTŞ ve El Kaide bağlantılı örgütlerin bu alandan ne ölçüde çıkacağı belirsizliğini koruyor.
Pratikte HTŞ'nin çekilmesi, özellikle de M-5 ve M-4 otoyollarının kontrolünden vazgeçmesi ciddi bir gelir kaybı anlamına geliyor. Bu yollar HTŞ'ye hem coğrafi ve stratejik üstünlük kazandırıyor hem de kontrol noktalarında 'vergi' adı altında haraç kesmesine imkân veriyor. HTŞ bundan vazgeçecek mi ya da neyin karşılığında vazgeçecek?
Türkiye'ye biçilen rol: 'Devrimin taşıyıcı gücü'
Silahlı gruplar Soçi mutabakatıyla ilgili ilk duruşlarından geri adım atarken bir mesaj ve bir beklentiyi dile getiriyor.
Mesaj; "Savunma hatları tahkim edilecek ve savaşa hazırlık sürecek."
Beklenti ise "Türkiye'nin desteği silahlı grupların garantisi olacak."
UKC'nin siyasi bürosu üyesi ve Ahrar el Şam'ın dış ilişkiler sorumlusu Hüsam Tarşa, Suriye Gündemi'ne verdiği röportajda bu beklentiyi şöyle dillendirdi:
"Bu mutabakatın kalıcı bir anlaşma olmasını ve siyasal geçiş sürecine doğru evrilmesini istiyoruz. Böylelikle anayasa komitesinin çalışmaları da güvence altına alınmış olur, halkın arzuladığı geçiş süreci için yol haritası belirlenmiş olur ve diktatörlük rejimi bitmiş olur."
Silahlı gruplar Rusya karşısında siyaseten Türkiye'yi açığa düşürmemek için bu anlaşmaya uyduklarını vurguluyor. Karşılığında bekledikleri İdlib'in etrafında Türk ordusunun bir koruma çemberi oluşturması ve Dera senaryosunun buraya taşınmaması.
Fakat Şam yönetiminin anlaşmaya yüklediği anlam Dera senaryosundan öte bir şey değil. Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad, 7 Ekim'deki Baas Partisi'nin merkez komite toplantısında anlaşmaya nasıl baktıklarını şöyle ortaya koydu:
"İdlib ile ilgili varılan anlaşma geçici bir eylemdir. İdlib de diğer bölgeler gibi Suriye devletinin parçası olacak. Anlaşma çerçevesinde sahada çeşitli kazançlar elde ettik."
Öngörü, Şam ve müttefiklerinin tampon bölgede kontrol sağlandıktan sonra İdlib'in geri kalanıyla ilgili operasyon seçeneğini yeniden masaya koyacakların yönünde. Dera'da Türkiye gibi tampon bölgeye kalkan olacak bir güç yoktu.
Suriye devleti ile silahlı gruplar arasındaki sorun devletten devlete bir krize evriliyor. Tampon sayesinde Rus ve Suriye ordu mevzileri muhaliflerin atış menzilinden çıkarken bundan sonraki baskıyı en fazla hissedecek olan Şam değil Ankara.
BBC Türkçe / 11.10.18