Türkiye, İdlib sanki Suriye’nin bir kenti değilmiş gibi “Rejimin amacı İdlib’i ele geçirmektir… Bu felaket olur” uyarılarıyla Tahran’a gitti. Ha bire katlanan temelsiz rakamlarla olası mülteci akını da hatırlatıldı: ‘4.5 milyon sığınmacı besleyen ülkeye 2 milyon sığınmacı daha gelebilir.’
İdlib’de Türkiye ile aynı çizgide buluşan ABD Başkanı Donald Trump da yeni bir tehdit türüyle ortamı terörize etmeyi yeltendi: “Katliam olursa, ABD çok kızacak.”
Avrupa da ABD’ye eşlik etti: “Kimyasal saldırı olursa Suriye’yi vururuz.”
Kimyasal tezgâha dikkat çeken Rusya ise Tahran zirvesini beklemeden yanıtı sahada verdi: Akdeniz’e savaş gemilerini yığarak ve İdlib’in güney çeperlerini vurarak neyi pazarlık konusu edip neyi etmeyeceğini gösterdi.
“Ortaklık biter mi, bitmez mi” derken nihayetinde Astana üçlüsü Rusya, Türkiye ve İran dün yeni yol haritası için Tahran’da buluştu. Zirvenin neticesi, Suriye krizinin daha çok su kaldıracağını bir kez daha hatırlattı. Belli yakınlaşmalara rağmen askeri operasyon konusunda anlaşamayan taraflar Astana masasını devirmeyi göze alamadı. Terörle mücadele kararlılığının yanı sıra Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğünün sağlanması konusundaki mutabakat tekrarlandı.
İdlib’in merkezini de kapsayan büyük operasyon belki biraz ötelenecek ama bu sırada Rusya kendi yol haritasına uygun olarak cerrahi operasyonlara devam edecek. Savaştaki son perdeyi geciktiren Türkiye de sızlana sızlana Astana sayesinde açılan kanallarda etkisini korumaya ve kendi koşullarını dayatmaya çalışacak.
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, terör örgütlerini kapsam dışı bırakan bir ateşkese dayanan ve ‘gerilimi düşürme’ esprisiyle işleyen Astana Mutabakatı’nın çerçevesi ortadayken dün herkes için ateşkes önerdi. Reddedileceği kesin bir öneri üstelik canlı yayında dile getirildi. Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’e feci şekilde gol atma fırsatı verildi. Rus lider lafı ‘Gel en iyisi sen El Kaide ve IŞİD adına taahhütte bulunma’ demeye getirdi:
“Burada silahlı muhaliflerin temsilcileri ya da Nusra Cephesi ile IŞİD’in temsilcileri yok. Onlar adına konuşamayız. El Nusracılar ya da IŞİD’ciler adına, ateş etmeyi bırakacakları ya da bomba yüklü insansız hava araçları kullanmayı bırakacaklarının sözünü veremeyiz.”
Rusya’nın operasyonları sürdürme kararlılığı, El Kaide ve IŞİD bağlantılı örgütler hedefe konulmak suretiyle ortak bildiriye yansıdı. Bildiride BM Güvenlik Konseyi’nin terörist olarak tanımladığı Nusra Cephesi (Heyet Tahrir el Şam) ve IŞİD’in yanı sıra El Kaide ve IŞİD bağlantılı birey, grup ve teşebbüsleri ortadan kaldırmaya yönelik işbirliğinin devam edeceği vurgulandı. Türkiye’nin Heyet Tahrir el Şam’ı daha birkaç gün önce terör örgütleri listesine aldığı düşünülürse hedef tanımı, Rusya ile Türkiye arasında kısmi ve zoraki bir mutabakata delalet ediyor. Bu sayede Rusya bu grupların ağırlıklı olduğu Cisr el Şuğur gibi yerlerde operasyonları sürdürürken Astana ruhundan sapmadığını söyleyebilecek.
***
Beri tarafta ateşkese katılan gruplarla teröristleri ayırma gibi bir misyonla Türkiye’nin çözüm planına fırsat tanındı. Bunu zaman kazanma stratejisi olarak okumak da mümkün. Mutlak sonu geciktirmekten bahsederken parantezin açıldığı yer burası. Bu esnek yaklaşımla Türkiye’yi masada tutan Rusya böylece Ankara’nın olası olumlu katkılarına yatırım yapmış oluyor.
Peki, Türkiye’nin ısrar ettiği yol haritası nedir? Yol haritası ‘terörist örgütleri diğerlerinden ayırma’, ‘bunları silahsızlandırıp bir tampon bölgeye taşıma’, ‘buna direnenleri tasfiye etme’, ‘İdlib’in kontrolünü Türkiye’nin eğittiği gruplara bırakma’ ve ‘yabancı savaşçıları isterlerse ülkelerine gönderme’ önerisi üzerine kurulu. Planda Afrin’deki modeli İdlib’e taşıma hevesi yatıyor.
Erdoğan temmuzdan beri bunun pazarlığını yapıyor. El Kaide ve IŞİD bağlantılı 20’ye yakın örgüt bir yana MİT’in yönlendirmesiyle Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısı altında buluşan silahlı gruplar ‘savaşa devam’ kararı aldığı halde Tahran’a da bu planla gidildi. Bu yol haritasının süreci götüreceği yer çıkmaz sokak ya da bataklık. Rusya basit bir mantıkla bu imkânsız göreve prim veriyor: Bu şekilde Türkiye’nin işbirliği içinde kalmasını sağlıyor, operasyonun risklerini azaltıyor ve Suriye’deki silahlı isyanın finansörlerinin ‘bozucu faktör’ olarak yeniden devreye girmesini zorlaştırıyor.
Fakat bu misyonun Türkiye’ye müstakbel maliyeti gözardı ediliyor. Bu çabalar Türkiye’yi etiket değiştirse de özünde cihadi-selefi örgütlerin hamisi ve sözcüsü durumuna sokuyor. Haliyle Türkiye, Suriye’deki sorunun asıl parçası ve muhatabı haline geliyor.
***
Rusya açısından İdlib’de Türkiye ile mutlak bir tezatlık, Batı-Körfez ittifakına, bu bölge üzerinden Suriye’yi yeniden ateş çemberine alma şansı verebilir. Ki Türkiye, İdlib’i Avrupa limanına tutunmak için bir çapa olarak da kullanabileceği izlenimi veriyor. Avrupa’da iç siyasi dengeleri değiştirecek kadar güçlü bir faktör haline gelen sığınmacı korkusunu kullanıyor. Bu korkuya şimdi yabancı savaşçıların Türkiye üzerinden ülkelerine gönderilmesi ihtimali eklendi. Ankara bu korkuları kullanarak, ‘Saray Kriterleri’ne göre şekillenmiş yeni Türkiye realitesini dayatıyor.
İdlib, fırtınaya yakalanan Ankara-Washington hattını sabitlemeye yarayacak küçük bir kanca gibi de duruyor. Tabii şu an eski denkleme dönmenin koşulları yok. ABD’nin Suriye’deki varlığını sürdürme planı bir bahane ve bir hedefe bağlandı: Bahane IŞİD’in hâlâ bitirilmemiş olması, hedef ise İran’ın geriletilmesi. Türkiye, İran ve Rusya ile ortaklığını derinleştirirken Amerikan stratejisiyle arasını epey açmış oldu.
Üstelik Astana ortakları, Fırat’ın doğusunda Kürtlerle işbirliği yapan Amerikan askeri varlığına karşı ortak vurguyu daha da belirgin hale getirdi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani “ABD’yi Fırat’ın doğusundan çıkmaya zorlayalım” derken bu tartışma bildiride şöyle karşılık buldu:
“Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişim reddedildi. Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılığı ifade edildi.”
Erdoğan’ın “Türkiye, özellikle Suriye’nin siyasi, coğrafi gerçek bütünlüğü sağlanana kadar bölgedeki varlığını korumakta kararlıdır” sözünde de ABD’ye gönderme var.
***
Bu söz, aynı zamanda Erdoğan’ın İdlib’in ötesinde pazarlık çıtasını hayli yükseğe koyduğunu ve Suriye ile ilgili heveslerinden kolayca vazgeçmediğini gösteriyor. Erdoğan, Suriye’de istediğini alıncaya kadar silahlı grupların elimine edilmesini ve yasal güçlerin sınırlara kadar kontrolü yeniden ele almasını istemiyor. Bunu ABD ve Avrupalı aktörler de istemiyor. Suriye’yi çökertme planı başarısız olduğu halde bu ülkenin istikrarını olabildiğince pahalıya getirmek niyetindeler. Erdoğan ayak diredikçe onlar da faturayı nasıl artıracaklarının hesabını yapıyor. Kimyasal tezgah da hesap dahilinde. Bu minvalde İdlib’de fırtınanın tersine dönme ihtimali Rusya açısından Astana masasını hâlâ değerli kılıyor. Bu da belli yerlerde Türkiye’nin suyuna gitmeyi gerektiriyor. Türkiye ise bu dehşet denge üzerinden kazandığı manevra alanında zihinsel zehirlenme yaşıyor. En vahimi, tehlikeli örgütlerin kullanışlı kartlar olabileceği ve bu oyunu sonsuza kadar sürdürebileceği vehmidir.
Gazete Duvar / 08.09.18