Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Bakanı’nın değişiminden sonra, gözler dün Para Politikası Kurulunun(PPK) faiz kararına çevrilmişti. Gözler derken, sadece ekonomiye ilişkin kurumların ya da piyasa profesyonellerinin gözlerinden bahsetmiyorum. Ortalama vatandaş da acaba ne karar çıkacak diye heyecan ile bekliyordu. Karar açıklanmadan önce, eşten dosttan aldığım çok sayıda telefonda, herkes kararın ne olacağını ve bunun döviz ve altın fiyatlarına etkisini soruyordu. Sahi, oğlunun sünnetinde takılan çeyrek altınları ne yapması gerektiği konusunda vatandaşı endişeye sevk eden bir ekonomik sistemin sorgulanması gerekmez mi? Dünyanın neresinde ortalama vatandaşlar MB faiz kararını bu kadar yakın takip eder? Neden takip etmek zorunda kalır?
Bu soruların yanıtı gayet açık; mevcut yönetim modelinin ve bunun sonucu olarak uygulanan ekonomik politikaların vatandaşı çok büyük risklerle karşı karşıya bıraktığı açık. Belirsizlik ortamının yarattığı risklerin olumsuz sonuçlarından korunmaya çalışan vatandaşlar da mecburen swap miktarlarına, CDS oranlarına, PPK’nin faiz kararına yakından bakmak zorunda kalıyor. Kendisini yalnız ve korunmasız hisseden insanların, zor bir dönemde ekonomik olarak korunma çabalarını üzülerek izliyoruz.
Ve saat 14.00’ü gösterdiğinde faiz kararı açıklandı. MB politika faizinin 475 baz puan artırarak yüzde 15’e yükselttiğini duyurdu. Aslında sadece bu cümleye bakarsanız MB’nin bir faiz artırımına gittiği düşüncesine kapılabilirsiniz. Ama durum öyle değil. MB, tabelada yazılı olan politika faiz oranını fiili olarak uyguladığı faiz oranı seviyesine yükseltti. Diğer bir ifade ile politika faizini, bankaları yönlendirdiği diğer kanallar üzerinden uyguladığı orana eşitledi. Peki, bunu neden yaptı? Bunun yanıtı gayet açık. Uzun zamandan beri bir taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz konusundaki görüşleri ile ekonomik göstergeler arasında sıkışmış olan ve tercihini de Erdoğan’dan yana kullanan MB’nin artık piyasanın beklentisine uygun davranacağı şeklinde yorumlanmasıdır. Bu da “piyasaların” sevdiği bir şey.
Üstelik MB, likidite yönetimi konusunda yaptığı açıklamada da, bankların ihtiyaç duyacağı likiditeye politika faizi oranından erişebilecekleri gibi, bankalarda bulunması muhtemel likidite fazlasının da yine bu %15’lik faiz oranı üzerinden MB’ye borç verebileceğini açıkladı. Bu karar da bize gösteriyor ki, MB politika faiz oranının piyasalar açısından referans bir oran olarak da kullanılmasını ve piyasada oluşan diğer faiz oranlarının da bu referans orana göre belirlenmesini istiyor. Bu açık ve net mesaj da, piyasaların “iletişim” olarak adlandırdıkları süreç yönetimi açısından olumlu olarak algılanan bir karar olmuştur. Burada verilen mesaj açıktır: MB sürpriz kararlar almayacak
Ancak ülkenin ekonomik sorunları sadece para politikası ile çözülemez. Mevcut sorunların çözülebilmesi için iktidar sahiplerinde top yekûn bir zihniyet değişimin olması gerekir. Ama biz biliyoruz ki zihniyet sadece döviz kurlarına bakarak değişmiyor. Döviz kurunun seviyesine bakarak “hukuk reformu” ihtiyacını fark eden bir iktidara sahibiz. Vatandaşlar da kurların düzeyi ile reform söylemi arasında bir korelasyon olduğunun farkında ve bunu samimi bulmuyor. Yine dün, MB tarafından açıklanan mevduat verilerine baktığımız zaman da görüyoruz ki vatandaş “ekonomi yönetiminin değişmesinin” ve “reform yapacağız” açıklamalarının bir sonuç vermeyeceğini düşünüyor olmalı ki döviz tevdiat hesapları geçen hafta 1,5 milyar dolar artarak 225 milyar doları geçti.
Bu, vatandaşın TL’ye ve Türkiye ekonomisine olan inançlarının, sadece faizlerin değiştirilmesi ya da iktidar tarafından “piyasaların duymak istediği” açıklamaların yapılması ile tesis edilemeyeceğini gösteriyor.
Son faiz kararı ile birlikte belki gözler artık MB’ye çevrilmeyecek. Ama o gözler, şimdi çevrildiği yerde aradığını bulacak mı? Asıl yanıtlanması gereken soru budur.
BirGün / 20.11.20