“Venezuela hükümeti General Motors fabrikasına el koydu” diye çıktı haberler. Fabrika yetkilileri çok şaşkın olduklarını söylemişler. Hiç bir neden yokmuş. İyice çıldırdı bu Venezuela hükümeti diye düşünüyor insan. Üzülenler bile oluyordur belki. Nasıl insan bir şekilde kendisini bir otomobil fabrikası ile empati yaparken bulur bilemiyorum ama televizyon seyrederken polis tarafını tutar oluyor ya insan, onun gibi galiba. Kameranın dayanılamaz taraf halinin bulaşması bu. Ve seyretmenin çaresiz cehaleti ve bilmemenin yargısız infazı…
İki gün sonra da “General Motors fabrikasını işçiler işgal etti” diye yeni bir haber geldi. İki haber de doğru yani yalan değildi aslında ama anlatılan da gerçek değildi. Bilerek ya da bilmeyerek tepetaklak haberlerdi. Gerçek olan ise General Motors’un işçileri, fabrikanın kamulaştırılması için imza vermiş ve Venezuela yasalarına göre, “Bir yerde çalışan işçilerin yüzde 51’i imza verdiğinde hükümet burayı kamulaştırıp işçilere verir.” kuralı uygulanıyordu. Bu yasanın amacı fabrikalarının sadece kamulaştırılması değil işçiler tarafından yönetilerek toplumsallaştırılmasıydı. General Motors’un yetkililerinin bu yasayı bilmemesi mümkün değildi çünkü birçok fabrika, iş yeri Venezuela’da bu yasa ile kamulaştırılıp işçilere verildi. Onların şaşkınlığı bu kapitalist dünyada bu nasıl yapılabilir ve daha da doğrusu hâlâ nasıl yapılmaya devam ediliyor olmalıydı.
Sidor Demir Çelik işgal fabrikasını geziyorduk. Vardiya değişim saatiydi. Kapılarından binlerce işçi fabrikaya akıyordu, binlercesi dışarı çıkıyordu. 30 bin işçinin çalıştığı bir fabrikaydı. İşçiler uzun süre fabrikayı işgal ettikten ve polislerle çatışarak mücadele ettikten sonra, Chavez’in de yoğun çabasıyla fabrikadan patronları kovmuşlardı. İşçi komiteleri toplanıyordu her yerde. Kalkıp ateşli konuşmalar yapılıyordu. Çoğu kızıl tişörtlü işçiler, “Üreten biziz yöneten de biz olacağız” konuşmaları yapıyorlardı. Fabrika duvarlarına Chavez ve Che resimleri asılmıştı. Fabrika işçilere geçince ilk olarak maaşları iki katına çıkarmıştı işçiler. Daha önceki taşeron işçiler de yönetime katılmak istiyorlardı. Sıkı tartışıyorlardı. Sonra evlerine gidiyorlardı…
Sidor’dan da önce Invepal Kâğıt Fabrikası’nı geziyorduk. SEKA kadar kocaman bir fabrikaydı. Artık işçiler yönetiyordu. “Müdürleri de kapıya koyduk, biz işçiler zaten bütün üretimi yapanlarız, onlara ihtiyacımız yok” diyorlardı. Üretim düşmüştü ama hükümet işçileri destekliyordu. Koca kâğıt rulolarının üstüne oturmuş işçiler, nasıl üretimi artıracaklarını tartışıyorlardı. Makineler kâğıt
ruloları kesip biçip şekil veriyorlardı. İşçiler patronları kovup üretime şekil vermek istiyorlardı.
Venezuela hiç de güllük gülistanlık değil ama oradaki iyi gitmeyen şeyleri sevinçli bir telaşla bana yazan arkadaşları hiç anlamadığımı söylemeliyim. Tekrar etmeliyim ki Venezuela ile Türkiye’yi birbirine benzetmek için sadece elmaları ve armutları toplamak yanlışlığı oldukça aşar. Onlarla beraber iki hevenk muzu, acı patlıcanları ve tatlı süs biberlerini ya da iki diş sarımsağı hatta manavı bile aynı işlem hanesinde alt alta dizmeniz gerekir. Beyhudedir yani…
Gazete Duvar / 23.04.17