İtalyan Il Manifesto gazetesi, İsrail hapishanesinde esir bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Sekreteri Ahmed Saadat’la bir röportaj yaptı.
Filistin’deki güncel durumu ve Donald Trump’ın başında olduğu ABD yönetiminin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu röportaj için size teşekkür etmek istiyorum. İtalyan okurlarla iletişim içinde olmak, Filistin ve bölgedeki mevcut durumla ilgili Filistin solunun bakışını açıklamak kesinlikle hayati öneme sahip. Trump yönetimi altındaki ABD’yi, sadece Filistin halkı ve bölgemiz için değil, dünyadaki tüm halklar için aşırı tehlikeli bir güç olarak görüyoruz. Trump’la ondan önceki yönetimler arasındaki tek farkın, Trump’ın yağma, hegemonya ve sömürünün kullanımını aşırı bir düzeye çıkartarak kapitalizm ve emperyalizmin gerçek, çirkin yüzünü ortaya çıkartması olduğu sık sık söyleniyor. Trump’ın Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti olarak tanıdığını açıklaması ve ABD büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması Filistin’in yüzyıldır sömürgeleştirilmesinin ve 1917 Balfour Deklarasyonu’nun doğal devamıdır. Bu, Filistinlilerin haklarını tasfiye etmek ve özellikle Kudüs’te halkımıza yönelik etnik temizliği hızlandırmak için süren çabaların önemli bir parçasıdır. Her yerdeki Filistinliler, Trump’ın Filistin davasını ortadan kaldırma girişimini politik olarak reddediyor. Halkımız bu girişime sadece sözlerle değil, eylemlerle de direniyor, itiraz ediyor: Gazze’de gerçekten kahramanca bir halk ayaklanması -Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü- Birinci İntifada’nın ruhu ve FHKC ve Filistin politik güçlerinin geniş bir kısmının katılımıyla başlatıldı.
Güçlü bir Filistin kurtuluş hareketinin yeniden inşasına nasıl bir güncel strateji imkân verir?
Bugün bizi bekleyen temel görev Filistin ulusal kurtuluş hareketini yeniden kurma ve yeniden inşa etme projesidir. Filistin ulusunun bugün birincil hedefi, Filistin mücadelesinin özünü yeniden şekillendirerek ve tasdik ettirerek, Filistin’i bir kere daha kurtuluş yoluna sokmaktır. Bu, mültecilerin geri dönmesi ve Filistin’de özgür, demokratik, seküler toplumun inşa edilmesidir; “İsrail’in yanı başında, 1967 sınırları içinde Filistin devleti” değil.
Oslo Anlaşması’nın 1993 yılında imzalanmasının ardından Filistin hareketinde tarihsel ve yıkıcı bir kırılma gerçekleşti. Bu, mücadelemizin gerçek anlamını ve çelişkinin özünü çarpıttı. O feci belgenin 13 Eylül 1993’te Washington’da imzalanmasından beri bütün bir Filistin kuşağı doğup büyüdü. O zamandan beri Filistin hareketi kırıldı, parçalandı ve kaotik bir hal aldı.
Acil göreve gelince, Filistin hareketinin ve Filistin devriminin yeniden doğuşu için gerekli koşulları sağlamak için, Filistin ulusal kurtuluş cephesini, ya da isterseniz FKÖ’yü (Filistin Kurtuluş Örgütü) diyelim, yeniden inşa etmek çok önemlidir. Biz hem El-Fetih’ten hem de Hamas’tan farklı bir perspektiften geliyoruz ve ilerici çerçevemizi de içeren, halkın temsiline ve katılımına dayanması gereken gerçek bir ulusal birliğe bağlıyız. Filistin’in bütün sınıfları bu sürecin bir parçası olmalıdır ve halk sınıfları hareketin önderliğinden, geçen 40 yılda olduğu gibi dışlanmamalıdır. Filistin’in özgürlüğünü halk kazanacak, elitler değil.
FHKC nasıl bir alternatif politik yön öneriyor?
Biz değişimin temel öncülünün, Filistinlilerin, etkili ve anlamlı olacak bir biçimde, mücadeleye ve politik kararların alınmasına katılımına imkân veren halk katılımı olduğunu düşünüyoruz. Bu sadece işgale karşı mücadele etmeyi değil, aynı zamanda Filistinlilerin kendi hareketimize katılma hakkını yeniden kazanmak için mücadeleyi de gerektirir. Örneğin Ürdün’de, talepleri, ihtiyaçları ve eylem çağrıları yokmuş gibi görünebilecek dört milyonun üzerinde Filistinli var. Ancak seslerinin duyulması gerek. Aynı şey Filistin’dekilerin yanı sıra, Lübnan, Suriye ve başka yerlerdeki Filistinliler için de geçerli.
Siyonist sömürgeciliğe karşı direniş hareketini yeniden inşa etmek ve Filistin’in kurtuluşu için bir strateji yürütmek için halkın katılımı ve liderliği gerekiyor. Bu Filistin’in yanı sıra, diasporada, Avrupa’da ve dünyanın Filistinlilerin bulunduğu her yerinde de gerçekleşmeli. Eğer topluluklarımız sürekli olarak her türden kriminalizasyon, baskıcı yasalar ve sağcıların saldırıları tehdidi altındaysa, görevlerimiz daha zor olacaktır. Vizyonumuzun köşetaşı bunun -halkın kendi geleceklerini geliştirme hakkının- üzerindedir. Filistin halkına bir seçkin hegemonyası dayatanlardan farklı olarak bizim uğruna mücadele ettiğimiz en gelişkin, demokratik katılım sürecidir bu.
FHKC, kuruluşunun 50. yılını geride bıraktı. Cephenin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz
Cephe, yedinci konferansını 2014 başında tamamladı ve şimdi de Cephe’nin sekizinci konferansına yaklaşıyoruz. Bu Filistin’in içindeki ve dışındaki tüm yoldaşlarımızın Cephe’nin güçlerini ve zayıflıklarını tartacağı ve ilerlemelerini ve gerilemelerini değerlendireceği bir fırsat olacak.
Geçen beş yılda Cephe’nin, politik ve finansal abluka sayılacak muazzam zorluklar ve müşküllerle yüz yüze kaldığını söyleyebiliriz: baskı, kadrolara yönelik kitlesel tutuklamalar, kadroların öldürülmesi. Ancak Gazze’deki askeri kabiliyetlerimizi geliştirdik çünkü burada Batı Şeria’da işgal ve Filistin Yönetimi’nin güvenlik işbirliği altında karşı karşıya kaldığımız koşullarla karşı karşıya değiliz. Ben de dâhil birçok yoldaş Filistin Yönetimi ile işgalci arasındaki bu güvenlik işbirliği yüzünden hapsedildi ama bu bakımdan yalnız değiliz. Yüzlerce kadro da baskı ve tutuklamalara maruz bırakıldı.
Cephe’nin örgütlülüğü bağlamında da, gençlik katılımı açısından ilerleme katettik, çalışmalarımızın farklı yönlerinde de yenilenme sağladık. Koşullarımızdan kaynaklı olarak başarı kaydetmek her zaman zor oluyor, o yüzden hep inşa ve yeniden inşa süreci içindeyiz.
FHKC kuruluşundan bugüne nasıl değişti?
Cephe bu süre içinde müthiş değişti; yarım yüzyıllık bir zamandan söz ediyoruz. Partimizin hayatının dört evresi var: “Ürdün dönemi” olarak tanımlanabilecek olan birinci aşama 1967’den 1972’ye kadar uzanıyor; ikincisi, 1973’ten 1982’ye kadar süren, Lübnan’da Filistin Devrimi ve FHKC deneyimi; üçüncüsü 1987’den 1993’e kadar birinci büyük Filistin halk ayaklanması; o zamandan beri de şu malum Oslo süreci aşamasını yaşıyoruz.
Şimdi, bu değişiklikler Cephe’yi birçok düzeyde etkiledi: politik, teorik, örgütsel. Şunlar da bizi başkalarını etkilediği gibi etkiledi: bölgedeki savaşlar, Arap rejimleri ile İsrail arasındaki barış anlaşmaları, Sovyetler Birliği’nin ve geniş sosyalist blokun çöküşü ve (zaman zaman “barış süreci” de denen) tasfiye süreci. Bu faktörlerin hepsi ve başka faktörler Cephe’yi, gücünü ve tahlilini etkiledi.
Geri çekilme döneminde aldığımız bazı pozisyonlar Cephe’nin daha “gerçekçi” görülmesine sebep oldu ama bunun sebebi Cephe’nin iç çelişkileriydi. Bunu Beşinci, Altıncı ve Yedinci Konferanslarımızın belgelerinde herkese açık biçimde tartıştık. Cephe her zaman özeleştiriye bağlı olmuştur ve yetersizliklerimize işaret etmekte tereddüt etmeyiz. Ancak 1992’den bugüne ulaştığımız sonuç, partinin, halkımız gibi, teorik, politik, mali ve başka açılardan kapsamlı bir kriz yaşadığı ve bu krizin ancak her düzeyde direniş ve mücadeleyle aşılabileceği oldu.
İsrail hapishanelerindeki esirler hareketinin rolünü nasıl görüyorsunuz?
İsrail zindanlarındaki esirler hareketi, tarihsel olarak Siyonist baskıya karşı mücadelede önemli ve merkezi bir rol oynamıştır. Bu sadece işgalciyle her gün karşı karşıya gelmemizden ve esirlerin, devrimin en öndeki mevziinde olmaktan gelen sorumluluğundan değil, Filistin’deki genel politik durum içindeki rolümüzden de kaynaklanıyor.
Filistin ulusal birliği için ulusal mutabakat anlaşmasının adının Esirler Belgesi olduğunu unutmamalıyız. Bunun taslağı hapishanelerde hazırlandı ve Filistin hareketlerinin ulusal birliği için daha sonra yürütülen bütün tartışmaların temelini oluşturdu. Esirler hareketi, kampanyalar, açlık grevleri ve işkence altında esirlerin canının alınması gibi çeşitli deneyimlerden geçti.
Biz politik esirler, Filistin devriminin öncüsü ve kalbi olarak tanımlandık. Bunun sebebi İsrail’in her zaman Filistin hareketlerini -öğrenci hareketleri, kadın hareketleri, emek hareketleri, gençlik hareketleri- ve liderlerini hapsetmeyi hedeflemesidir. Özünde, hapishaneler hareketimizin bütün bu veçhelerinin buluştuğu ve kapsamlı tartışmalar yürüttüğü bir yer olmuştur. Filistinlilerin hapishanelerden sık sık “devrimin okulu” olarak söz etmesinin sebebi de budur.
Biz hapishanenin dışındaki kurtuluş hareketinden ayrılmış değiliz. Filistinli esirler Filistin’in her yerinden -Batı Şeria, Gazze, Kudüs, Üçgen*, Nakab, Celile, bütün yurdumuz- geliyor. Amerikan ve Fransız zindanlarındaki Filistinli politik esirleri de hareketimizin bir parçası olarak görüyoruz, özellikle 34 yıldan beri Fransa’da hapiste olan Georges İbrahim Abdallah’ı.
* İsrail’de, “Yeşil Hat”ta bitişik olan Arap köylerinin oluşturduğu üçgen.
[imemc.org’da 12 Aralık’ta yayımlanan İngilizce orijinalinden Ayşe Düzkan tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir.]