Öncelikle bundan böyle “odious debt” karşılığı olarak “tiksindirici borcu” kullanacağım. Çünkü sosyal medya ortamında düzenlediğim anket bu sözcüğün yeterince benimsendiğini ortaya koydu.
Bugünkü yazıda tiksindirici borca ilişkin Ekvator, İzlanda, Arjantin, Yunanistan ve Malezya gibi 5 yakın dönem örneği üzerinde duracağım.
Ancak konuya ilişkin 3 önemli noktanın vurgulanması da önem taşıyor:
1) Her ne kadar tiksindirici borcun hukuki ve ekonomik boyutları öne çıkıyorsa da, somut bir vaka gündeme geldiğinde alınan tavırların çoğunlukla politik olduğu gözlemleniyor. Örneğin Amerikancı çevreler Irak işgali sonrası Saddam döneminin, Madura Venezuela’sının, Lukashenko Belarus’unun borçlarının tiksindirici ilan edilmesi yolunda gayret sarf ederken, konu sağ yönetimler döneminde alınan Arjantin, Yunanistan, Ekvator borçlarına gelince aynı tavrı sergilemiyor.
2) Bir borcun tiksindirici nitelik taşıyıp taşımadığının araştırılması için bu borcu alan yönetimin despotik olması gerekmez. Meşru yollarla seçilmiş, ancak yetkisini halkın zararına kullanmış bir hükümet için de tiksindiricilik söz konusu edilebilir. Bu konu, tiksindirici borç kavramını ortaya atan hukukçu Nahum Sack’in görüşlerine referansla literatürde tartışılsa da, burada uzun yıllardır üçüncü dünyanın borçlarının affı için çaba gösteren Gayrimeşru Borçların İptali Komitesi (Committee for the Abolition of Illegitimate Debts) ve komitenin sözcüsü Eric Toussaint’in yorumu benimsenecektir.
3) Bir ülkede yönetimi devralan yeni rejimin önceki dönemin borçlarını tiksindiricilik gerekçesiyle sorgulamaması bu yükümlülükleri meşru ve halk yararına kabul ettiği anlamını taşımaz. Çünkü içinde bulunduğumuz “finansallaşmış küreselleşme” çağında bir hükümetin “uluslararası sermayeye” kafa tuttuğu algısının yerleşmesi, para ve sermaye piyasalarından borçlanmasının önünü kapatabilir ve/veya ancak çok daha zor koşullarda ve yüksek maliyetle fon bulmasına yol açabilir. Bu nedenle Güney Afrika ve Yunanistan örneklerinden bildiğimiz gibi, “finans kapitalin” terörü, bedelini göze alamayan bazı yönetimler tiksindirici borçları bile bile ödeme yoluna gidebilir.
KISA BİR TARİHÇE
Borçların reddinin ilk örneği, 1898 İspanyol-Amerikan Savaşı’ndan sonra Amerikalıların Küba’dan elde edilebilecek gelirlerle ödenmesi öngörülen İspanyol borçlarını üstlenmemeleridir. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da Sovyet Hükümeti bekleneceği üzere Çarlık dönemin borçlarını ödemeyi reddetmiştir. 1919’daki Versay Anlaşması da Polonya’yı, Alman ve Prusya hükümetlerinin edindiği borçları ödemekten muaf tutmuştu. Daha sonra Amerikan başkanlığına seçilecek William Taft’ın hakemliğinde Costa Rica’nın diktatör Federico Tinoco döneminde Royal Bank of Canada’ya edinilen borçları iptal edildi. Irkçı Apartheid rejiminin yıkılması, Nelson Mandela’nın devlet başkanı seçilmesinden sonra Güney Afrika Hükümeti borçların iptali çağrılarına karşın, bankacılık çevrelerinin telkinlerine boyun eğerek dış borçların reddi yolunu seçmedi. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra 125 milyar doları bulan Saddam dönemi borçlarının“silahlar almak, saraylar inşa etmek ve baskı aygıtlarını güçlendirmek” amacıyla kullanılması gerekçeleriyle iptal edilmesi gündeme geldi. Muhtemelen tiksindirici borç ilanının Amerikan yanlısı diktatörlerin devrilmesi halinde emsal olacağı düşünülerek “borçların sürdürülebilirliği” kuralına dayanılarak borçların hafifletilmesi yöntemi tercih edildi.
5 ÜLKE ÖRNEĞİ
Ekvator: 2007’de Rafael Correa’nın seçilmesiyle birlikte 1976-2006 yılları arasında biriken gayrimeşru borçların araştırılması amacıyla bir borç denetleme komitesi kuruldu. Çalışmalar sonucu Kasım 2008’de çoğunluğu ABD bankalarına olan devlet tahvili borçlarının ödenmesinin askıya alındığı duyuruldu. Bu tek taraflı beyan, kreditörlerin ilgili borçlarda %70 iskontoya razı olmalarını getirdi. Böylelikle 2009’dan başlayarak sosyal harcamalarda kuvvetli artış olanaklı hale geldi. Gelgelelim, 2020’de Başkan Lenin Morero vadesi gelecek Goldman Sachs ve Credit Suisse tahvil borçlarını ödeyeceğini duyurdu. Hemen arkasından IMF ülkeye 6.5 milyar dolar kredi açtı. Bu örnek bir ülkenin “uluslararası finans çevreleriyle” mücadelesinin kolay bitmeyeceğine, kazanımların kolaylıkla yitirilebileceğine kanıt kabul edilebilir.
İzlanda: 2008 Küresel Finansal Kriz’inde Ekim 2008’de ülke bankacılık sistemi çöktü. İzlanda bankalarının işlem hacmi ekonomik faaliyetlerin düzeyiyle kıyaslanamayacak ölçüde şişmişti. İzlanda hükümeti İngiltere ve Hollanda’nın talep ettiği 3.5 milyar dolar tazminatı ödemeyi reddetti. Çünkü bu ülkeler İzlanda bankalarında parası batan yurttaş ve kurumlarının mevduatlarını ödedikten sonra, bu maliyeti İzlanda’dan tazmin etme gayretindeydiler. Yapılan referandumda halkın yüzde 90’ı İngiltere ve Hollanda’nın talebinin reddedilmesi yolunda oy kullandı. Biraz yumuşatılmış ikinci ödeme planı da üçte iki oyla geri çevrildi. İzlanda hükümeti sermayeye kaçışlarına karşı sermaye kontrollerini devreye soktu. Bu uygulama IMF tarafından bile kabul gördü.
Arjantin: 2001 yılında “para kurulu” adı verilen cendereden kurtulunca, ülke moratoryum ilan eder. Uzun müzakereler sonucunda, “saç tıraşı” tabir edilen borçlarda iskontoyu kabul edenlerin oranı 2010’da yüzde 92’ye ulaşır. Böylelikle Arjantin’in dış borç ödemeleri rayına girer. Daha sonra Arjantin hükümetiyle anlaşma yoluna gitmemiş kreditörler ellerindeki 15 milyar dolarlık kağıtlarla, New York Mahkeme’sinde alınan bir karara dayanarak Buenos Aires hükümetini sıkıştırmaya başlarlar. Covid pandemisinin patlak vermesinin ardından 2020 Mayıs’ında Arjantin bir kez daha temerrüt ilan eder. Merkez sol peroncu devlet başkanı Alberto Fernandez borçların yeniden yapılandırılması için görüşmelere devam ediyor. Burada bizi ilgilendiren en önemli tartışma, IMF’nin neoliberal politikalar izleyen merkez sağ Başkan Mauricio Marci’ye 2019’da tekrar seçilebilmesi için açtığı 44 milyar dolarlık kredidir. Bu kredinin ve izlenilen programın ekonomiyi kötüleştirdiği, ödenmemesinin gerektirdiği tezi öne sürüyor.
Yunanistan: 2005-2009 arasında Fransız, Alman, Hollanda gibi merkez ülkelerin bankalarının Yunanistan’a açtığı krediler 4 kat arttı. 2010’dan itibaren Küresel Finansal Kriz ortamında IMF Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu’ndan oluşan Troyka yabancı ve Yunan bankalarını kurtarma planını dayattı. Bu çok ağır kemer sıkma politikalarını gerektiren bir programdı. Yunan Borçları Gerçekleri Açığa Çıkarma Komitesi rakamlarla oynandığını ortaya koydu. Komite raporunu 17 Haziran 2015’te Yunan Parlamentosu’na sundu ve borç geri ödemelerinin askıya alınmasını önerdi. Ancak dönemin başbakanı Cipras başta komitenin çalışmalarını desteklemişken, önerilere kulak asmadı. Maliye bakanı Yanis Varufakis ile birlikte bu raporu Troyka ile pazarlıkta bir koz olarak kullanabileceğini düşündü ve sonunda kemer sıkma programına boyun eğdi.
Malezya: Necip Rezak 2009’da başbakan koltuğuna oturur oturmaz ayağının tozuyla 1MDB adlı ulusal yatırım fonunu kurar. Fonun uluslararası finans çevrelerinden, Goldman Sachs gibi yatırım bankalarından borçlandığı paralar altyapı yatırımları yerine lüks gayrimenkullere, mücevherlere, tablolara gider. Şirketler değerinden pahalıya alınır. Burada oluşan 1MDB’nin zararları Necip’in suç örgütünün karları hanesine yazılır. Ganimet suç ortakları arasında paylaşılır. 2016 Temmuz’unda ABD Adalet Bakanlığı 1MDB fonunun en az 3,5 milyar dolar zarara uğradığını, soruşturmanın devam ettiğini bildirdi. Bu arada fonun 1 milyar dolarlık malvarlığına el koydu. Fonun portföyünde Manhattan’da lüks daireler, Beverly Hills’de malikaneler, lüks oteller, Claud Monet ve Pablo Picasso tabloları bulunduğu açıklandı. 2018 genel seçimiyle Necip Rezak’ın iktidarı kaybetmesiyle 1MDB skandalı soruşturması açıldı. Necip 12 yıl hapse mahkum edildi. Fonun halen 7.8 milyar dolar borcu bulunuyor. Çalınan miktarın 4.5 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Malezya hükümeti fonu denetlemekle görevli KPMG denetim şirketinden ülke kaynaklarını zarara uğrattığı gerekçesiyle 5.6 milyar dolar talep ediyor.
Yukarıdaki ülke örneklerini, tartışmalara bir çerçeve oluşturması beklentisiyle özetleyerek verdik. Yoksa her bir vaka burada yer veremediğimiz çok önemli ayrıntılar içeriyor. Önümüzdeki hafta Türkiye’nin borç yükümlülükleri ve tiksindirici borçlar konusunu irdelerken yeri geldiğince, yabancı ülke örneklerini hatırlayacağız.
Kaynaklar:
Mitu Gulati ve Ugo Panizza, The Haussman-Gorky Effect, Journal of Business Ethics, 166, 2020
Robert Howse, The Concept of Odious Debt in Public International Law, UNCTAD, Temmuz, 2007
Micheal Kremer ve Seema Jayachandran Odious Debt, Finance and Development, Haziran 2002
Eric Toussaint, CADTM.org’daki çeşitli yazıları.
BirGün / 27.07.21