Şair ve yazar Nihat Behram, “Enver Gökçe Toplumcu Gerçekçi Şiir Ödülü”nün bu yılki sahibi oldu. Şair, yazar Enver Gökçe’nin doğumun 100’üncü, aramızdan ayrılışının 39’uncu yılına rastlayan bu ödül, Behram’a, “Bütün sanat yaşamını toplumcu gerçekçi ilkeye bağlı olarak sürdürmüş olması” nedeniyle verildi.
Türkiye’nin mücadele tarihini edebiyatında ve düz yazılarında konu edinen Nihat Behram ile Enver Gökçe’yi ve toplumcu gerçekçi edebiyatı konuştuk.
► Enver Gökçe sizin için ne anlam ifade ediyor? Edebiyatımızdaki yerini ve şiirinizdeki etkilerini anlatabilir misiniz?
İlkin, bilinciyle ve ruhuyla örnek bir insandır. Halkının ve yurdunun acılarını kendi acısı bilmesiyle örnektir. Zulmün ve zalimliğin her türüne hedef olduğu halde, zulme ve zalimliğe karşı dik duruşuyla örnektir. Boyun eğmeyişiyle örnektir. Devrimci aydın kimliğiyle örnektir. Sesini başta kendi yurdu / halkı, insanlığın acılarından emzirmiştir. Başkaldırı ruhuyla ve direnme ruhuyla emzirmiştir. Bütün bu özellikleriyle onu öğretmenim bilirim. Sonra, seçkin bir şair ve kültür adamıdır. Yazık ki, bıraktıkları, gerek şair, gerek kültür adamı olarak, yaratabileceğinin çok azıdır. Çünkü ilk gençlik yıllarından ömrünün sonuna dek, zulmün ve zorbalığın hedefi olmuştur. En verimli olacağı yıllarda, zindanda zincirlidir. 7 yıllık zindan hayatının 2 yılında, Sansaryan Hanı diye bilinen emniyetin işkence hücrelerinde işkence altında kalmıştır. Zindan yıllarında yazdıkları, tahrip edilmiş ve yok edilmiştir. Zindan sonrasında ise, sağlık sorunlarıyla, maddi ve manevi zorluklarla boğuşmuştur. Buna rağmen, şiir yanı sıra, yaşamı boyunca kültür çalışmalarını sürdürmüştür. Halk kültürü üstüne çalışmış, dünya devrimci şiirinden çeviriler yapmıştır. Her şeyden önce, Enver Gökçe’nin yüreği, has şiirin cevheridir.
► Toplumcu gerçekçi edebiyat ne demektir? Toplumcu gerçekçiliğin, şiiri de romanı da düşünecek olursak, edebiyatımızdaki mirası ve bugünkü konumu nasıldır?
Genelde ‘toplumcu gerçekçilik’ olarak nitelenen bu anlayışı ben ‘devrimci gerçekçilik’ olarak niteliyorum. Adı üstünde, toplum gerçekleriyle iç içe olan, toplumun acılarını ve sorunlarını ve bunları aşması için devrimci mücadeleyi öz edinmiş, insanca bir hayata kavuşma kavgasının sesi olan edebiyat ve sanat. Sadece bizde değil tüm dünyada ve sadece bugün değil tarih boyunca, insanlığın en değerli kültür ve sanat mirası, yaşadığı çağda ve toplumda, toplumcu ve devrimci kimlikli sanatçıların ürünleridir. Gerek sözlü halk kültürümüz, gerekse yazılı dönem kültürümüzden, ata sanatçılarımız kimler diye kendinize sorun, aklınıza kimler geliyor? Yunus, Kaygusuz, Dadal, Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali diye say sonu gelmez, tümü sesini toplum gerçekleriyle yoğurmuş sanatçılar değil mi?
Halkının acısını bilmeyenden sanatçı çıkmaz
► Toplumcu gerçekçi edebiyat kimi zaman sanatın estetik boyutunu göz ardı etmekle suçlanıyor. Sizce toplumcu gerçekçilik, ‘dava uğruna’ estetiği küçümsüyor mu?
Bu sözü söyleyene, “Kimi kastediyorsun, Nâzım’ı mı, Neruda’yı mı, Mayakovski, Marti, Attilla Josef, Ahmed Arif, Aragon, Gorki, Brecht’i falan mı” diye sorun, lafı eveler ve geveler, çayır bayır dolanır. Özü ve mesajı ister toplumcu, ister bireyci olsun, her ürün illa ki sanat olur diye bir ölçü yok. Fakat büyük ve gerçek sanat dendiğinde bizim aklımıza gelenler bunlar. Hangisi, “Dava uğruna estetiği küçümsemiş” konuşalım. Tam tersi, sanatın estetiği de, özü devrimci olan sanatla derinleşmiştir. Gerici düzenler, genç yeteneklerin önüne, her zaman bu ‘filtreyi’ koyup, yani “sanat sanat için olmalı / toplum için sanat, sanatı öldürür” diye, önlerini kesmeye çalışmıştır. Yurdunun ve halkının acısını kendi acısı bilmeyenden ciddi sanatçı mı çıkarmış?
►Bir röportajınızda, “Yapay sanatta her zaman burjuvalaşma, ya da sistemle uzlaşma özentisi vardır” diyorsunuz. Bu yapay sanatı biraz açar mısınız?
Sahtesi ve yapayı olmayan ne var ki? Yapay ve sahte olan her şey sonuçta, maddi çıkara dayalıdır, çıkarcılıkla göz kırpışır. Sahte gülücük de böyledir, sahte dostluk da, eh, sahte sanat da. Gerçek sanatçı ruhuna fiyat biçemezsiniz, fiyatı yoktur, alınıp satılamaz.
Virüsü bile sanatı ödürmenin fırsatı bildiler
► Özellikle 1990’lardan itibaren sermaye sınıfının kültür ve sanat üzerine ciddi paralar yatırdığını görüyoruz. Bazı konser ve sergi organizasyonları bunun örneği. Kültür ve sermaye arasındaki bu ilişki sanatın özgünlüğünü nasıl etkiliyor?
Kapitalizm insani olan, güzel olan her şeye düşmandır. Çıkar gözetmediği hiçbir şeye yatırım yapmaz. Yurdumuzun şu halinde, bunu çok daha çıplak görüyoruz. Koronavirüsü bile, gerçek sanat ve kültür kurumlarını öldürmenin fırsatı ve silahı saydılar. Yaptıkları yatırımların külünü üfleyin, altında kendi çıkar hesapları olduğu görülür.
► Türkiye ve dünya bir kriz içerisinde. Adaletsizlikler ve savaşlar çığ gibi büyüyor. Tüm bunlarla birlikte pandemiyle boğuşuyoruz. Böylesi bir dünyada ‘umut’ ne anlama geliyor?
Umut, dalın baharla tomurcuklanacağına olan inançtır ve hayata güvendir. Yeter ki umudunuz, hayatla örtüşen umut olsun. Duaya dayalı beklenti değil, mücadeleden beslenen umut olsun. Ormanı yakanın safında değil, yeniden yeşermek için çırpınan dalın safında durduğunuzda, o umudun toprakta kökü vardır. Yani hayat onunladır.
Oğuzcan Ünlü - BirGün / 27.10.20