Ekonominin barometresi sayılan döviz fiyatlarındaki her oynaklık, erken seçim düzlemindeki Türkiye’de seçim öncesine ve seçim sonrasına ilişkin tahminleri de biçimlendiriyor.
ABD doları fiyatının çok kısa sürede 4 TL basamağına yerleşmesi ve oradan 4.30 TL’ye çıkması, Türkiye’nin döviz üstünden yükümlülüklerinin hızla artarak telaşa, paniğe yol açmasının ifadesi de sayılıyor. En genelde ise TL’ye güvensizlik, ekonomi yönetimine güvensizliğin de ifadesi.
Piyasadaki döviz arzında daralma yaşandıkça döviz fiyatı yükseliyor. Daralmada yapısal bir etken Türkiye’nin döviz kazandırıcı sanayi, turizm gibi faaliyetlerde yeterince yoğunlaşmamış olması, ithalata bağımlılığı, dolayısıyla dış açığını borçlanmayla karşılamaya çalışması. Borç ağırlıklı dış kaynak ise artık azalarak, nazlanarak geliyor.
Türkiye’deki aktörler dış borçlarını çevirmekte zorlanınca, hatta bazı borç verenler ülkeyi terk edince içeride TL’ye güven sarsılıyor ve sağlam para olarak ABD dolarına, Euro’ya sığınma artıyor. Dövize olan talebe arz yetmeyince döviz daha çok kıymete biniyor, dolayısıyla fiyatı da tırmanıyor.
Son zamanlarda dünya basınında, yerel paraların değer kaybında ana etkenin, çevre ülkelerden yabancı yatırımcı çıkışı olduğuna dair abartılı yorumlar çıkıyor. Dövize içeriden gelen talep, kimi durumlarda ihmal ediliyor. Oysa Türkiye örneğinde görüleceği gibi iç etkenler bazen daha çok öne çıkabiliyor.
Örneğin Die Welt'te yayımlanan bir haber-analizde Fed’in bir süredir faizlerde artışa giderek gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımları kendisine çektiği, yatırımcı kaçışının önce Arjantin'i vurduğu, onu Türkiye'nin izleyebileceği hatırlatılıyordu.
Türkiye’den yatırımcı kaçışı olduğu, bu nedenle dövizin hızla yükseldiği yönlü haber-analizler başka yabancı yayın organlarında da yer alıyor. Acaba gerçekten de dış yatırımcının belirlediği bir sürükleniş var mı? Bu savı, eldeki bulgular pek doğrulamıyor.
Türkiye’de özellikle son zamanlarda döviz fiyatlarında anormal bir yükseliş var, bu doğru. Ama bunu belirleyen ana dinamik tek başına yabancı yatırımcıların çıkışı değil. Dövize içeriden yöneliş, talep, çok daha belirleyici bu süreçte.
Türkiye özelinde yabancıların net çıkış içinde olduklarını söyleyebilecek veriler var mı? Bu konuda yabancı yatırım akımlarının takipçisi kurum Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB). Merkez Bankası haftalık olarak yurt dışı yerleşiklerin, aktörlerin borsadaki hisse senedi ve devlet iç borçlanma senetlerine yaptıkları yatırımları takip ediyor. Bunlardaki değişimleri, piyasa ve kur hareketlerinden arındırarak “net haftalık değişim” olarak yayımlıyor. TCMB aylık olarak da ödemeler dengesi cetvelinde yabancıların hem kısa vadeli hem orta ve uzun vadeli borç giriş-çıkışına, doğrudan yatırımlarına, kısaca yabancı kaynak trafiğine yer veriyor. Bu toplamda döviz fiyatını en çok etkileyen, aylık portföy yatırımları trafiğidir.
Haftalık olarak yayımlanan yabancıların hisse senedi ve devlet kağıtlarına yaptıkları yatırımlar, girişler-çıkışlar, 2018 başından bu yana hissedilir bir çıkışı göstermiyor. Bazı haftalar çıkış var ama girişler ağırlıkta ve 2018’in ilk dört ayında çıkış değil, net 1 milyar 73 milyon dolar girişi yaşandığı görülüyor.
Ödemeler dengesinden aylık sermaye hareketlerine bakıldığında ise ocak, şubat verileri yayımlandı ve burada kısa vadeli portföy yatırımlarında çıkış değil, tersine 4,7 milyar dolarlık giriş görünüyor. Önceki yılların girişlerine göre bir tempo düşüşünden söz edilebilir ama yabancı girişlerinin yerini çıkışlara bıraktığı, bundan dolayı dövizin yükselişe geçtiği savını, Merkez Bankası verileri doğrulamıyor.
Bu durumda dövizin fiyatına etki eden ana değişkenlerin “içeri” ile ilgili olduğu söylenebilir. İçerideki tasarruf sahiplerinden şirketlere kadar ekonomik aktörler, yerel para TL’den uzaklaşarak dövize, dolar ve Euro’ya yöneliyor, güvenli liman olarak TL’yi değil dövizi görüyorlar.
Yerel paradan kaçışın göstergesi olarak mevduatlar toplamında yabancı para türünden mevduatların oranı gösterilebilir. Türkiye’deki bankalarda tutulan mevduatlarda döviz mevduatlarının payı 2013’ten bu yana kısmi dalgalanmalara rağmen artış halinde ve nisan 2018 itibarıyla tutarı yüzde 43,3’ü bulmuş durumda.
2013 nisan ayında, yani henüz dövize yöneliş hızlanmadan bu oran yüzde 32 dolayındaydı. İzleyen iki yıl birkaç puan daha artan bu oran, 2016’da yüzde 41,4’ü, dövizin fiyatının yüzde 22 arttığı 2017 yılında ise hızlanarak yüzde 43,1’i buldu. Dövizde tasarrufları tutma isteği, 2018’de azalmadı ve 2018 nisan ayı sonunda mevduatların yüzde 43,3’ünün, yani 202 milyar dolarının dövizde tutulduğu görülüyor.
Dövize içeriden önemli bir talep de net döviz açığı olan şirketlerden geliyor. Yurt içindeki bankalara ve yurt dışındaki her tür kuruma karşı borçlar, net yükümlülükler, şubat 2018 itibarıyla 223 milyar dolara yaklaşmış durumda. Oysa çok değil, bir yıl öncesinde bu yük 189,5 milyar dolardı. Yani firmaların döviz cinsinden yükümlülükleri bir yılda yüzde 14 arttı. Döviz fiyatındaki her öngörülmedik artış bu firmaların bulmak zorunda oldukları TL karşılıkları sürekli artırıyor ve bilançolarında kur zararı sürekli büyüyor ve bozulan bilançolar özellikle banka kesimi için iyi bir görüntü oluşturmuyor. O nedenle firmalar piyasadan döviz toplayarak yükümlülüklerini azaltmaya gayret ediyorlar. Bu da dövize olan talebin önemli bir iç kaynağı.
İçeriden güvensizlik kendisini güven endekslerinde de gösteriyor. Ekonomiye güvensizliğin yerli aktörlerle daha çok ilgili olduğuna ilişkin savı destekleyecek en önemli gösterge “ekonomik güven endeksi.” Merkez Bankası ve TÜİK tarafından düzenli yapılan tüketici ve üreticilerin genel ekonomik durumuna ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini özetleyen bu endeks, nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 2 oranında azalarak 100,2 değerinden 98,3 değerine düştü. Ekonomik güven endeksindeki düşüş reel kesim (imalat sanayi), hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörü güven endekslerindeki düşüşlerden kaynaklandı.
Güven sorunu 24 Haziran’da büyük bir ihtimalle 8 Temmuz’a kadar uzayacak cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri ile aşılacak mı? Bu denenecek yollardan biri.
Halktan güvenoyu almış yeni bir yönetim en azından birçok bilinmezliği ortadan kaldıracak. Yine de siyasi güç denkleminin bir hayli karmaşık bir hâl almış olması, seçimler sonrasında siyasi yapının alacağı şeklin birden fazla ihtimal içeriyor olması, “bekle-gör” süresinin bir hayli uzayacağına işaret ediyor. Hele de erkene alınmaz ise mart 2019’da bir de yerel seçimlerin yapılacak olması sislerin dağılması önündeki bir başka engel.
Al-Monitor / 10.05.18