Taha Baran, yüksek lisansını 2013 yılında Kocaeli Üniversitesi Siyaset ve Kamu Yönetimi programında tamamladı. 2018 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktorasını tamamlayan Baran, bir yıl Kanada Concordia Üniversitesi'nde konuk araştırmacı olarak bulundu. Birçok hakemli dergide makaleleri olan Baran'ın '1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim' adlı kitabı İletişim Yayınları tarafından basıldı.
Taha Baran’la '1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim' çalışmasını ve Dersim Tertelesi’nin basında nasıl yer aldığını konuştuk.
'1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim' adında kitap çalışmanız var. Öncelikle bu çalışmanız hakkında kısaca konuşalım isterim. Bu konuyu çalışmaya ne zaman başladınız ve temel motivasyonunuz neydi, nasıl bir çalışma yöntemi izlediniz?
Bu araştırma, aslında, bir fotoğraftan etkilenerek ortaya çıktı. Fotoğraf, ellerinde bir adamın kesik başı olan mutlu birkaç askerin pozundan oluşuyor. Bu poz Dersim’de çekilmişti. Fotoğraftan anladığım kadarıyla öldürdükleri kişinin başını bedeninden ayırdıktan sonra bu gururu fotoğraflayarak ebedileştirmek istiyorlardı. Emirlere uyarak öldürmüş olsalar, yüzlerinde suçluluk, utanç, korku olurdu oysa mağrur ve sevinçli halleri apaçık ortadaydı. Bu askerler öldürmeyi, maktulün başını bedeninden ayırmayı bunu ebedileştirecek kadar meşru ve haklı görüyor, bununla övünç duyuyorlardı. Bu askerler canavar da değildi, böyle hiçbir işaret de taşımıyorlardı, hatta her gün sokakta karşılaştığımız alelade insanlardı. Bir askeri fütursuzca öldürmeye sevk eden, öldürmeyi hak ve zaruret gören, öldürmekten açık bir haz alan, Rakel Dink’in sorduğu gibi ‘bir bebekten bir katil yaratan karanlık’ neydi? Ben yola bu soruyla çıkmıştım, bir asker öldürme eylemini yapmaya hazırlanırken, yaparken ve yaptıktan sonra kendiyle nasıl konuştuğunu merak ediyordum. Bu çalışma Dersimlilerin tepesine bomba olarak yağan ‘karanlığı’ sorgulama ve bunu karınca kararınca aydınlatma arzusuyla yazıldı. Neden başka bir yerde değil de medyada? Medya, gerçeği sunmaz, gerçeği yaratır. Basının karanlığı üreten bir pozisyonda olduğu gerçeği, bu karanlığın okunurluğuna da olanak sunar. Ben de basının kurguladığı gerçeklik üzerinden Dersim katliamının toplumsal analizini incelemek istedim.
'Devletin Dersim'de sunduğu gerekçeler katliamı toplumun gözünde meşrulaştırmak için kurguladığı yalanlardan ibaret'
Dersim Tertelesi’nin basında nasıl yer aldığının detaylarına geçmeden önce Dersim Tertelesi/soykırımının nedenleri ve nasıl gerçekleştirildiği hakkında görüşlerinizi de almak isterim.
Siyasal otorite, Dersim’in Kürt-Alevi kimliğini Sünni Türk kimliğine dönüştürme arzusuyla hareket ediyor. Bu dönüşüm, kısmen göçertme şeklinde ve çoğunlukla da fiziken yok etme, dolayısıyla Dersim coğrafyasının insansızlaştırılması şeklinde tezahür ediyor. Ama devlet, başka şekilde sunuyor Dersim katliamını. Devlet anlatımı, Dersim’e okul yapmak, şekaveti bitirmek, medeniyet götürmek, vergi toplamak ve askere almak gibi merkezi kurumların yerleşimi için girdiğini fakat Dersimlilerin buna isyanla karşılık verdiğini belirtmektedir. Peki gerçek bu mu? Dersim’de merkeze ait kurumsallıkların olmadığı koca bir yalan. Nüfus sayımı yapılıyor, hatta bu sayımda kimlerin ne engeli olduğuna kadar bilgiler not ediliyor. Vergi için de benzer bir durum var. Biz biliyoruz ki 1936 yılında Dersime 148 bin 721 lira vergi çıkmış bunun da 138 bin 540 lirası devlet tarafından tahsil edilmiş. Aynı şekilde 1935 yılında bin 412 öğrenciden oluşan 18 tane okul var. Elbette az ama nerde okullaşma oranı çok yüksek? Askere alım meselesi de çok benzer, C. Sahir Sıla’nın raporuna göre 605 kişi askere alınıyor, 257 kişi bakaya kalıyor. Başa dönersek Dersim’de devletin sunduğu gerekçeler, katliamı toplumun gözünde meşrulaştırmak için kurguladığı yalanlardan ibaret. Zaten devlet Dersim’e dair planını çok önceden yapıyor, 1937’ye kadar birçok rapor hazırlanıyor ve bu raporlarda Dersim’de yapılacaklar aşama aşama belirlenmiş. Örneğin 1926 Hamdi Bey Raporu sert bir müdahale öneriyor. Hatta 1936 yılında bomba atacak uçak bile belirlenmiş. Bunun yanında 1936 yılında devlet, silahları toplama kararı veriyor, Dersimliler kendilerindeki 7 bin 880 silahı aynı yıl devlete teslim ediyor. İsyan edecek bir topluluk silahlarını teslim eder mi? Silahını teslim eden bir toplumun isyan etmeyeceği malum ama bu devleti durdurmaya yetmiyor. Önceden planladığı katliamın aşamalarını adım adım gerçekleştiriyor.
'Dersim Katliamı’na gelmeden, basın suikastlarla, tutuklamalarla zaten nefessiz durumda'
Dönemin devlet basın ilişkileri ve basının bu Tertele’de nasıl kullanıldığı hakkında neler söylemek istersiniz?
Dönemin medyasının tek sesli olduğunu söylemek mümkün. Örneğin Asım Us, Cahit Yalçın, Yunus Nadi hem medya patronları hem de CHP milletvekiliydiler. Ama Dersim katliamına gelinceye kadar medya birçok badire atlatıyor. Tek parti kendi sesinden başka ses duymak istemiyor. Mesela ilk dönemin en sert muhalif milletvekillerinden olan Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal’in koruması Topal Osman tarafından öldürülüyor. Basın içerisinde de benzer vakıalar var, örneğin Peyam-ı Sabah gazetesi yazarı Ali Kemal, genç subaylarca kaçırılıp linç edilerek öldürülüyor. İlk en sert badire Şeyh Sait İsyanı'yla başlıyor. Takriri Sükun Kanunu’na dayanarak İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık gibi birçok gazete kapatılıyor, birçok gazeteci de tutuklanıyor. 1931’de ise hükümete istediği yayını kapatma hakkı veren Matbuat Kanunu yürürlüğe giriyor. Yani Dersim katliamına gelmeden, basın suikastlarla, tutuklamalarla ve medya kapatmalarıyla zaten nefessiz durumda.
Şimdi doğrudan 4 Mayıs 1937 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla alınan “Tedip ve Tenkil Harekatı”nın başlatılması ve sürdürülmesi sürecinde basının nasıl bir rol oynadığına gelelim. Basının bu politikaların uygulamasında ve gizlenmesinde nasıl bir rolü vardır?
Basının nasıl bir rol oynayacağı zaten İçişleri Bakan’ı Şükrü Kaya tarafından öncesinden kendilerine bildirilmiş. Bakan, basına gönderdiği uyarı metninde, medya çalışanlarından Dersim meselesini yazmamasını, yazılacaksa da iç sayfalara taşınmasını ve isyana iştirak edenlerin yenildiği şeklinde yazılar yazılmasını istiyor. İdeolojik farklılık gözetmeksizin dönemin tüm ulusal basını bu uyarıya riayet de ettiler. Örneğin olaylar Mart 37 başlamasına rağmen ulusal basın, İsmet İnönü’nün TBMM’ye Dersim ile ilgili brifing verdiği 15 Haziran 1937’e kadar herhangi bir haber yayımlamıyor. Peki basın Dersim’de bir şeyler olduğunu bilmiyor muydu? Elbette biliyorlardı. Mesela Ahmed Us, Dersim ile ilgili ‘fısıltılar’ın varlığından bahsediyor ve Dersim’e ‘taburlar ve alaylar gönderildi’ğini ve ‘büyük hareketler yapıldı’ğı duyumunu anlatıyor. Ama biliyoruz ki bütün duyumlara rağmen basın Dersim’i 16 Haziran’a kadar görmezden gelmeye devam ediyor.
Basının katliamdaki en temel rolü ise bu katliamı meşrulaştırmak, Dersim’in gerek göçertme ile gerek Dersimlilerin fiziken yok edilmesini haklılaştıracak anlatıları dolaşıma sokmak şeklinde. Bu meşrulaştırma dört basamaktan işliyor: 1-Dersim’e ait olumsuz haberleri vurgulayarak, 2-Dersim’e ait olumlu haberleri gizleyerek ve görmezden gelerek, 3-İktidara ait olumlu haberleri vurgulayarak, 4-İktidara ait olumsuz haberleri gizleyerek ve görmezden gelerek.
Türk ve İslam esasları üzerine kurulan Devletin niteliği ve harekâtın sunuluşuna dair basında yer alan haberler, makaleler hangi başlık ve içerikle verilmektedir? Medeniyet, İmar, Şefkat, Kudret vs. başlıklarla anlatılmak istenen neydi?
Az önce de belirtiğimiz üzere basın; Dersim’de yaşanan gerçekliği sayfalarına taşımıyor, kendilerinden beklenen haber, yazı ve analizleri kaleme almak şeklinde bir görev üstlenmişler. Bu görevin iki amacı var gibi duruyor: Yeni bir Kürt isyanının ateşleme tehlikesini bertaraf etmek için Dersim’in Kürt bağını silmek, diğeri ise toplumun geniş kesimlerinin gözünde katliamının sorumluluğunu iktidardan alıp Dersimlilere havale etmek şeklinde. Bu amaç net olarak ortaya konduğunda, Dersimlilerin, medeniyetsiz, cahil, şekavet yapan, feodal yaşayanlar; iktidarın da şefkatli, imar yapan ve güçlü olarak resmedilmesi anlaşılabilir.
Dersim’in etnik veya inanç kimlikleri konusu basında nasıl ele alınıyor; hangi kavramlar ve imgelerle anlatılıyor?
Dönemin basını öncelikle Dersim'in etnik yapısının ne olduğuna dair birçok yazı kaleme alıyor. Bu yazılar bence kendi içerisinde üç gruba ayrılabilir. Dersimliler; birinci gruba göre Türktür, ikinci gruptakiler Türk görüyor ama bozulmuş Türk olarak, üçüncüler ‘hususi bir ırkın üyesi’ olduğunu belirtiyor. Bunların üçüne yön veren esas nokta Dersimlilerin Kürt olmadığı iddiasıdır. Örneğin Dersimli Türk’tür dolayısıyla Kürt değildir. Dersimli bozulmuş Türk’tür bu nedenle Kürt değildir gibi. Böyle davranmasının iki nedeni var gibi duruyor: Birincisi Türkleştirme, diğeri ise önceden belirttiğimiz yeni bir Kürt isyanını ateşleme tehdidini azaltma.
Dersimlilerin inançları ise Alevilik ve Kızılbaşlık olarak isimlendirilse de içerik olarak, Müslümanlık dışı olarak çiziliyor. Dersim Aleviliği, basında ya Hıristiyanlığa yakın bir form olarak ya da irrasyonel dağa, taşa ve pabuca tapan inanç olarak sunuluyor. Örneğin basın yılda ‘iki defa umum günahlar affı’ merasiminin yapıldığını belirtiyor. İnançların bu tarz sunumunda İslam’ın katliamda araçsallaştırıldığını söylemek mümkün.
Bütün soykırımlarda kadınlar ve çocuklara yönelik özel bir politika uygulanmaktadır. Dersimli kadınlara dair son derece negatif haberler ve tanımlamalar var gazetelerde. Bu tanımlamalar neyi içeriyordu?
Dönem basını, Dersime dair tanımlar bulmak için çok uğraşıyor. Dersim şöyledir, böyledir şeklinde. En başta yüz bin kişinin yaşadığı bir coğrafyayı birkaç kelimeyi sığdırmaya yeltenmek aklı alır gibi değil. Basın bu tarz tanım arayışını Dersimli kadın için de bulmaya çalışıyor. Dersimli kadın bu anlatılarda peçeli, erkeğin esiri ve şehvet düşkünü olarak sunuluyor. Örneğin Ahmed Niyazi, Dersim’de ‘kadının mevkii manâsile erkeğin esiri’ olduğunu ve Dersim’de gayri meşru münasebat sık sık vuku’ bulduğunu belirtiyor. Dersimli kadınlar üzerinden Dersim’i öteki olarak kuruyor. Ve iktidarın pozisyonunu peçeli ve erkeğin esiri kadını özgürleştirmek ve aynı şekilde kadınları cinsel ahlaksızlıktan kurtaran olarak yüceltiyor. Böylece Dersim katliama uğrayan yer değil medenileşen yer, siyasal otorite ise katliam yapan değil medeniyet getiren kurtaran olarak inşa edilmiş oluyor.
Kazım Gündoğan – Gazete Duvar / 25.12.20