SARS-CoV-2 koronavirüsü dünyayı gittikçe daha fazla etkisi altına alıyor. 14 Mart itibariyle 145,886 vaka ve 5,438 ölüme yol açan virüs, korku, tedirginlik ve bellirsizliği de beraberinde getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü SARS-CoV-2 virüsünün yarattığı COVID-19 hastalığının merkezinin artık Avrupa olduğunu açıkladı. İtalya bu hastalığı şu anda en şiddetli yaşayan ülke. 13 Mart günü İtalya’da 250 kişi yaşamını yitirdi ki bu Çin’in en yüksek düzeyde krizi yaşadığı günlerdekinden bile yüksek bir sayı. Almanya ve Fransa da şiddetli ve hızlı bir artışla karşı karşıya. Önceki yazımızdan itibaren Türkiye’de 5 vaka tanımlandı. Onlarca ülkede okullar tatil edildi, ulusal acil durum ilan edildi. Genel kanı, virüsün yayılmasının önlenmesi için tedbir almanın bu salgınla baş etmek için şu anda elimizdeki en iyi araçlardan biri olduğu yönünde. Çin’in karantina uygulamalarının şimdilik başarılı olması, fiziksel temasın ve sosyal mesafenin azaltılmasının önemini göstermiş durumda.
Gen ve virüsün hiçbir bağlantısı yok
Virüsün bilinmezliği ve yaşattığı korku, bilgi kirliliğine de imkân tanıyor. Yanlış bilgiler virüsten de hızlı yayılıyor. Örneğin geçen hafta içinde Türkiye’de medyayı ve toplumu uzunca meşgul eden konulardan birisi bazı gen yapılarına sahip bireylerin ya da ırkların bu hastalığa bağışık olabilecekleri yönündeydi ve bu “Türk geni hastalığa karşı koruyor mu?” sorusuyla karikatürize edilmişti. Kesin bir dille belirtelim ki genetik biliminde bu kanıtlanmış bir sav değil. SARS-CoV-2 koronavirüsü, solunum yollarındaki epitel hücrelere girerek onları etkileyen bir virüs. Virüsün hücreye girmesini sağlayan etkenlerden bir tanesi bizim hücrelerimizde bulunan ACE2 denen bir protein. Virüsün kendi içindeki S proteini dediğimiz ve enfekte edilecek hücreye girmekte kullandığı bir protein ACE2’nin belli bir bölgesine bağlanıyor. Bu bölgedeki protein yapısının dünyanın farklı kesimlerinden gelen insanlardan alınan DNA’larda yapılan incelemesinde herhangi bir farka rastlanmadı (1). Cell Discovery dergisindeki bu çalışma “koronavirüsünün S proteininin etkisini göstermesi için ACE2 proteinine bağlanması konusunda doğal direnç sağlayacak herhangi bir genetik değişime rastlanmadığı” yönündeydi. Cell dergisinde yayınlanan başka bir çalışmada ise bir önceki SARS salgınında etkili olan SARS-CoV ile bugün yaşadığımız salgını yaratan SARS-CoV-2’nin S proteini dizileri karşılaştırıldığında, S proteininin hücrelere girmek için ilk teması sağladığı bağlanma ve birleşme bölgelerinde de bu iki virüs arasında işlevsel bir farklılık göstermediği duyuruldu (2). Bu iki çalışmaya göre, ne insan hücrelerinde virüsün bağlandığı yerde farklılık görünüyor ne de virüsün kendisinde. Dolayısıyla, genetik bilimine göre şu anda elimizdeki verilerle SARS-CoV-2’ye karşı bir bağışıklığın doğal yollarla bazı insanlarda bulunduğuna dair savı kanıtlayacak bilimsel veri yok. Hele ki bazı “ırkların” dirençli olduğuna dair açıklamalar umuyorum ki farklı tartışmalara yol açmayacak zira ırkları genetik temelli tanımlamak, bu tanımlamayı yapmak için kullanılan referans gen setlerinin seçilmesindeki yöntemsel sıkıntılar nedeniyle oldukça hatalı. Bu konuyu detaylı biçimde yaptığımız birkaç söyleşide inceleyebilirsiniz (3, 4, 5).
Irkçılığı artırır ve önlemleri engeller
Irkçılığı beslemesinin yanında bu söylemlerin bir başka sıkıntısı da toplumdaki bazı kişilerin kendilerinin bağışık olduğunu sanıp virüse karşı önlem almalarını engellemesi olabilir. Bu, özellikle bu virüsün yayılmasını önlemeye çalıştığımız bu günlerde oldukça sorumsuz ve kabul edilemez bir davranış. Bir modellemeye göre kişisel ve iş yaşamınızda başka insanlarla teması azaltmak virüsün yayılmasına büyük oranda etki ediyor (6). Bu doğru! Teması yarıya indirirsek virüsün yayılmasını belki etkili şekilde düşürebiliriz. Türkiye’de okulların kapanması salgın aşamasının şiddetini azaltmak için yerinde bir hamleydi. Okullar kapandı, ancak bu bir tatil değil! Bu süreçte herkese büyük sorumluluk düşüyor. İnsanların birbirleriyle olan temasını azaltmak ve mesafeyi korumak en önemli silahımız! Yaşam tarzımızı bir süreliğine değiştirmek zorundayız! Bu salgının varlığını ve bir süreliğine istediğiniz gibi davranamayacağımızı kabul etmemiz gerek. Yaşamınızı istediğiniz konforda devam ettirmek için stokçuluk yapmak, maskelere, kolonyaya saldırmak da doğru değil (7). Biraz az yiyeceğiz, biraz az gezeceğiz, daha az seyahat edeceğiz, bir süre evde oturacağız! Virüsü yaymayacağız! Virüs hakkındaki biyolojik bilgimiz sınırlı, bu nedenle önlemenin yolu bu uygulamalardan geçiyor! Türkiye, virüsün yayılma dinamiklerine ve olası yıkıcı etkilerinin tam farkına varamamış görünüyor. Avrupa’da yaşanan hızlı artış ve dramatik vakalar, Türkiye’ye büyük bir örnek olmalı. Hala zaman varken fiziksel teması azaltmalıyız. Medyanın sorumlu davranması ve sansasyona yönelik programlardan çok bilimsel verilere ve kanıtlara dayanarak konuşan bilim insanlarının sözlerine kulak vermesi gerekmekte (8).
Pek çok aşı denemesi sürüyor
Şu anda COVID-19 için ilaç ya da aşı geliştirme sürecinde olan birçok deneme var. (9) Bu süreç ilk önce araştırma süreciyle başlar ve sonra pre-klinik faz dediğimiz toksisite, etkililik, farmakokinetik gibi birçok parametrenin ölçüldüğü aşamaya evrilir. Bu aşamada olumlanan bazı etkenler onay aldıktan sonra bir sonraki aşamaya yani klinik deneme safhalarına geçer. Birinci, ikinci ve üçüncü faz denen süreçlerden sonra eğer ilaç insanlarda da etkili olduğuna inanılırsa genel onay alır ve kullanıma girer. Şu anda araştırma aşamasında 73, pre-klinik aşamada 21, Faz 1 aşamasında 11, Faz 2 aşamasında 6 ve Faz 3 aşamasında 1 etken bulunmakta. (9) Faz 3 aşamasındaki Remdesivir, Ebola ve Marburg virüsü için geliştirilen ancak başka antiviral tedaviler için de kullanılan bir ilaç. SARS-CoV-2 için etkinliği şu an özellikle Çin’de deneniyor. Sonuca en yakın olan çalışma bu. Bu ilaç denemelerinde hedef alınan birçok mekanizma var. Bunlardan en fazla kullanılanı bağışıklık sisteminin enflammasyon mekanizmaları. Örneğin 4 ilaç Interleukin-6 denen ve vücudun bağışıklık sisteminin uyarılması sonucu açığa çıkan bir maddenin bağlandığı algaç (reseptör) olan IL6R proteinine karşı. Bunun yanında ilk bağışıklık sistemi tepkisini sağlayan ve güçlendiren maddelerden biri olan Interleukin-1beta için de bir tane deneme var. Interleukin-18 denen başka bir madde için de bir tane çalışma bulunuyor. Bu çalışmalar ya bu maddelerin etkisini arttırmak ya da duruma göre azaltmak üzerine kurulmuş. Başarı oranlarını ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Bir tane ilaç geliştirme çalışması ise bahsettiğimiz ACE2 proteinine karşı yürütülüyor. Buradaki amaç, virüsün ACE2’ye bağlanıp hücreye girmesinin engellenmesi.
Sağduyu ve bilime güven gerekli
Bilmediğimiz ve korkutan bir virüsle karşı karşıyayız ancak paniklemek ve bilim dışı argümanları dillendirmektense, bilimsel bilgilere ve bunları söyleyenlere güvenmeliyiz. COVID-19 ne göz ardı edilebilecek ve hafife alınacak bir hastalık ne de paranoya seviyesinde dünyanın sonunun geldiği anlamına geliyor. Yeter ki önleme ve sosyal uzaklaşma uygulamalarına kişisel önem verelim, önem vermeyenleri de bilgilendirelim. Herhangi bir şikayette de mutlaka doktorlara başvuralım. En önemli tutum sağduyulu davranıp başkalarına bu virüsü yaymamak ve bilimle kalmak.
Doç. Dr. Çağhan Kızıl / BirGün – 16.03.20