Çin ile ABD arasındaki gerilim, küresel ve ulusal düzeyde yaşanan gelişmeler karşısında daha sonraya ertelenebiliyor. Ancak bazen sakin kalıp odağımızı korumak durumundayız. Bu çerçevede bu hafta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Çin seyahatine, bunun küresel düzlemde önünü açabileceği atılımlara odaklanacağız. Peki neden gözümüz Lavrov’un üzerinde?
Rusya dış politikasındaki gelişmeler incelendiğinde özellikle Devlet Başkanı Vladimir Putin’in açıklamaları, çıkışları, görüştüğü liderler ses getiriyor. Oysa Rusya, Türkiye’den farklı olarak, dış politikada yol haritasını ortaya koyan dokümanlarıyla biliniyor. Bu belgeler, dışişleri ve Kremlin’deki çoğu deneyimli bürokratça hazırlanıyor. Daimî ilkeler gibi, güncel gelişmelere dönük esnekliklerin sınırları da bu yol haritasından izlenebiliyor. Belgelerin pratikteki uygulayıcısı Sergey Lavrov. Lavrov, deneyimli bir diplomat. 16 yıldır sürdürdüğü dışişleri bakanlığından önce elçilik yaptı. Son olarak Birleşmiş Milletler’de (BM) Rusya’nın temsilcisiydi. O döneme ilişkin yazılan anılarda, Lavrov’un BM Güvenlik Konseyi toplantılarında diğer üyelere kök söktürdüğünün altı çiziliyor. Nitekim Rusya uzmanları genel olarak şunu söyler: Putin’i izleyin elbette, ama gözünüz Lavrov’un üstünde olsun. Gittiği ülkeler, yaptığı açıklamalar aslında Rusya’yı özetler. Biz de bu çerçevede Putin’i Kremlin Sarayı’nda bırakıp, Rusya dış politikasının süvarisi Lavrov’un mart ayında misafiri olduğu Çin’deki temaslarına uzanacağız.
Lavrov’un Pekin seferi: Doların sultası son bulsun
ABD ile Çin arasında açıktan yaşanan rekabetin dozu artarken, 23 Mart’ta -elbette ziyaret önceden planlanmıştı- Sergey Lavrov ve beraberindeki heyet Çin’e ulaştı. Burada mevkidaşı Wang Yi ile görüşen Lavrov, hem küresel sistemin işleyişine hem de Rusya ile Çin ilişkilerine yönelik önemli mesajlar verdi. Bununla beraber Lavrov ile Wang’ın en dikkat çeken açıklaması doların finansal hakimiyetine dönük eleştirileri ve bunun ötesinde pratiğe ilişkin atılacak adımlardı. Bu kısma biraz yakından bakalım.
Tarihsel olarak 1971’de ABD’nin dolar altın standardına çekilmesiyle beraber dolar=dolar anlamına gelen bir finansal dinamiğe geçildi. Borçlanmadan petrol alımına kadar küresel ticaretin para birimi dolar oldu. Bu aslında şu anlama geliyor; ticaret ve borçlanma için dünyanın tüm devletlerinin, şirketlerin kasalarında dolar rezervi bulundurma zorunluluğu. Ancak ABD, gerektiğinde dolar basabilen tek ülke. Bu, ABD’ye büyük bir ayrıcalık sağladığı gibi finansal hegemonyaya giden temeli de belirliyor. Bugün bizim ülkemizde de Merkez Bankası rezervlerinden, özellikle 128 milyar dolarlık kayıp rezervden bahsederken dolar cinsini referans almamız bunun yerel bir örneği. Örneğin Mahfi Eğilmez Hoca, kaleme aldığı bir yazısında dünyada merkez bankalarının rezervlerinin para birimi cinsine göre oranlarını hatırlatıyor: Dolar cinsi rezerv oranı yüzde 65, euro cinsi rezerv oranı yüzde 20. Yani şöyle demek mümkün: Küresel düzeyde merkez bankalarında Batı kaynaklı para birimlerinin rezervlerdeki payı yüzde 85. Bu ağırlık, ödeme sistemlerinde de karşılık buluyor. Buysa ABD’nin yaptırımlar konusunda doları koza çevirmesine imkân sağlıyor, örneğin; İran yatırımlarında dolar kullanımının yasaklanması. İşte Çin’in finansal hegemonya diyerek ABD’yi eleştirdiği denklemin yapıtaşı.
Finansal dengelemeye doğru: Dolara karşı Yuan mı?
Çin, yükselen ekonomik gücü uyarınca bu hegemonyayı değiştirmek, en azından ABD'nin baskın statüsünü dengelemek istiyor. Bu noktada Wang’ın son ziyaretinde Ortadoğu’da yapılan ticaret anlaşmalarında “yerel para birimlerini kullanalım” vurgusu ve bunların anlaşmalarda karşılık bulması, Çin’in ulusal para birimi yuan bazlı borç vermesi de bundan besleniyor. Rusya da bu noktada Çin ile paralel bir düşünceye sahip, yerel para birimlerinin güçlenmesini istiyorlar. ABD’nin İran ile ticarette doları yasaklayan yaptırımı sonrasında Astana Üçlüsü'nün (Rusya, İran, Türkiye) 2018’de “yerel para birimleriyle ticaret yapacağız” açıklaması Rusya’nın durumu kavrayışı konusunda fikir sunuyor.
Lavrov’un Pekin seyahatindeyse bu yeniden dillendirildi. Aslında her iki devletin gündeminde olan bu başlık, Alaska’da konunun gündeme gelmesiyle bir yanıta dönüştü. Rusya ve Çin yerel para birimlerini kullanmak istiyor. Ancak bunun için öncelikle -enerji anlaşmaları başta olmak üzere- bunun küresel ticarette ağırlığı bulunan kalemlerde olması gerekiyor. Bu olacak mı, zamanla anlayacağız, ancak bir dengelenme stratejisi görülüyor. Bir anlamda iki bakan, Joe Biden’ın yönetiminin “ABD geri döndü” çıkışına “Döndü, ama bakalım dünya eski dünya olacak mı!” yanıtını veriyor.
Lavrov’un aklındaki: Finansal dengelemeye evet, askerî ittifaka hayır!
İki aktörün finansal ve ekonomik işbirliğinin savunma alanında askerî bir ittifaka uzanıp uzanmayacağı merak ediliyor. Bu soru Lavrov’a defalarca soruldu. Nitekim Lavrov gezisi kapsamında verdiği bir mülakatta, yeniden konuya dönük bir açıklama yapmak durumunda kaldı. Lavrov, Çin ile Rusya’nın ikili ilişkilerini ve bağlarını güçlendirmeye devam edeceklerini söyledikten sonra şunun altını çizdi: İki ülke arasındaki ilişkiler üçüncü bir ülkeye karşı değil. Aramızda askerî bir ittifak söz konusu değil. NATO benzeri bir geleneksel yapılanma gündemimizde yok. Peki Lavrov neden bunu söylüyor?
Askerî ittifak konusunun gündemde olmamasının nedeni, Rusya’nın dünyayı ele alışında gizli. 2000’lerde Rusya dış politikasında, küresel ekonomi-politikteki dönüşüm uyarınca yeni bir kavram sık geçer oldu: “Ortaklık/stratejik ortaklık (partnership/strategic partnership)”. SSCB’den alışık olunan “dostluk ve kardeşlik anlaşmaları” yerini ortaklığa bıraktı. Rusya kardeşlik veya dostluk değil; yatırım, kredi, ticaret, enerji ihracatı istiyor, gevşek bağları olan, soruna göre yan yana gelmelere önem veriyor. Bunu da ancak bir meta/sorun/mekân paylaşımına dayanan bir kavramla yapabilir. 2021’de Stratejik Ortaklık Anlaşması ile Rusya’nın ortaklık ağı Çin, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Avrupa Birliği, Latin Amerika, Vietnam’a kadar uzanıyor. Bu esnek kavram olmasa bu kadar farklı ülkeyle nasıl iletişim kurulabilir ki… Bu durumun tek istinası Rusya’nın egemenliği ve toprak bütünlüğü konusunda hayatî gördüğü eski Sovyet coğrafyası. Burada Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, NATO benzeri bir askerî ittifak var. Bu bölge Rusya’nın “arka bahçesi” olduğu için istisna da buradan geliyor. Fakat Rusya’nın Çin ile askerî ittifaka mesafeli olmasının bir nedeni daha var.
Rusya, Çin ile ekonomi, enerji gibi alanlarda işbirliğine sahip, zaten iki ülke Şanghay İşbirliği Örgütü’nü beraber kurdu. Ancak Rusya’nın Asya-Pasifik ilişkileri Çin ile sınırlı değil. Bu bölgede Japonya, Güney Kore, Hindistan başta olmak üzere diğer ülkelerle de ilişkilerini güçlendirmek istiyor. Bu noktada Çin ile yapılacak askerî bir ittifak, Rusya’nın Çin’in bölgede sorunlar yaşadığı devletlerle arasını açabilir. Buysa dış politikasındaki pragmatizm ilkesini boşa düşürür. Bu nedenle Rusya, ABD’nin bölgedeki baskın statüsünden rahatsız olsa da Çin ile askerî bir ittifakın getireceği olumsuz etkinin de farkında. Lavrov’un cümleleri de bunu kanıtlar nitelikte.
Özetlemek gerekirse, Çin ile Rusya’nın ilişkileri 2000’lerden bu yana ekonomi ve enerji alanında ivmeleniyor. İki aktörün ABD’nin yaptırımları ve hedef göstermelerinden duyduğu rahatsızlık onları yan yana getiriyor. Bu noktada finansal dengeleme için adım atmaları hayatî. Ancak bu ilişkilerin ekonomi ve enerji düzeyinde kaldığı, kalmasına her iki tarafın özen gösterdiği dikkate alınmalı. ABD bu iki devleti sıkıştırdıkça yeni konu başlıkları elbette gündeme gelecektir. Dahası, belki askerî ittifak bir müzakere kozu olacak, bunu zaman gösterecek.
Lavrov’un Asya-Pasifik turu sadece Çin ile sınırlı değildi. Güney Kore’ye de uzandı. Önümüzdeki hafta, Lavrov’un Güney Kore seyahatini ve ABD’nin burada Rusya’yı dışlayarak katıldığı zirveye tepkisini ele alacağız.
Gazete Duvar / 07.04.21