Elazığ, Rize, Bursa, Osmaniye, Ermenek, İskenderun, toplam 384 hapishanede işkence var. “Ne zaman yoktu ki?” demeyin ne olur. Deyip de normalleştirmeyin, olağanlaştırmayın, toplumu bu fikre alıştırmayın.
Çünkü işkenceye alışılmıyor. Çıplak aramaya, falakaya, süngerli odalarda dayak atılmasına, saatlerce ters kelepçe ile bekletilmeye, ters kelepçe ile beton üzerinde saatlerce yatırılmaya alışılmıyor. Dış dünyayla iletişimin tamamen kesilmesine, tecride, izolasyona, hastayken tedavi edilmemeye alışılmıyor.
Çünkü işkence, insanın maddi manevi tüm varlığını tehdit eden bir saldırıdır ve alışmak demek, varlığından ve onurundan vazgeçmektir.
Çünkü alışmak mümkün olsaydı, Ermenek hapishanesinde bir mahpus daha dün bu baskı ve işkenceyi protesto etmek için kendisini yakmazdı.
Hapishanelerde işkence iddialarının OHAL’le beraber giderek artmakla kalmayıp görünür hale geldiğini biliyoruz. Avukat görüşü sınırlaması, arkadaş görüşünün yasaklanması, görüş süresi ve iletişim sınırlamaları, kitap gazete sınırlamaları, spor ve sohbet hakkının sınırlanması derken tek tip elbise(TTE) ve son olarak da askeri nizamda sayım verme zorunluluğu.
TTE elbisenin uygulanması için yönetmelik çıkması beklenirken, sayım usulünü düzenleyen yeni bir genelge çıkarılıvermiş. Çıkarılıvermiş diyorum, çünkü yaklaşık 15 gündür bu uygulamaya dair şikayetler alıyoruz ama tüm girişimlere rağmen bu genelgeye ulaşabilmiş değiliz.
Bu nedenle genelgenin lafzı konusunda bir şey diyemiyoruz ama uygulamasının yarattığı sorunlar bir anda ayyuka çıktı. Çünkü bu uygulamaya itiraz eden herkes, ağır hasta mahpuslar dahil ağır işkenceye maruz kalıyor. İdris Başaran bunlardan sadece biri. İleri derecede epilepsi, kalp ve çölyak hastası. Ama, hastalıklarının tedavisini yaptırmayan hapishane idaresi askeri düzende sayım usulüne itiraz etti diye onu da yere yatırıp işkence etmekten geri durmamış.
Pek çok hapishaneden gelen bilgi, sayım usulüne itiraz edenlerin soyularak darp edildikleri, elleri kelepçelenerek çıplak halde tek kişilik hücrelere atıldıkları şeklinde.
TTE beklerken sırada daha hangi onur kırıcı işkence ve eziyetler var bilmiyoruz ama şurası net, belli ki; dışarıda gözaltılarla, tutuklamalarla, verilen cezalarla toplumu teslim alamayanlar, yakalayıp dört duvar arasına kapattıklarından öç almayı kafalarına koymuşlar yine. İçeride tuttuklarına eziyet ederek tatmin olacaklar, üstüne de, onlara yaptıkları eziyet ve işkenceyi gösterip, dışarıdakilerini korkutup nizama sokacaklarına dair hayaller büyütecekler.
Bu hayalleri kaç kere parçalayıp suratlarına çarptı mahpuslar, biliyoruz. Ama mahpuslara uygulanan ağır baskı, işkence ve yasakların sonucunda ortaya çıkan gerginlik had safhada artık. Hapishaneler, kibrit çaksan alev alacak halde. Ve içeridekilerin onurlarını koruyarak hayatta kalabilmeleri bile büyük bir mücadele gerektiriyor, bedel istiyor.
Olacakların ki örnek olarak hapishanelerde yaşanan katliamları düşünün, 19 Aralık’ı, Buca, Ulucanlar, Diyarbakır ve daha nicelerini mesela, vebalinin kime ait olduğundan emin olsak da, vebali “devlete- iktidara aittir” deyip oturacağımız bir konu değil bu. Çünkü biliyoruz ki, içerideki ve dışarıdaki olarak aynı bütünün parçalarıyız ve içeridekilerin ödeyeceği bedeli, büyük oranda, dışarıdakilerin mücadelesi belirleyecek. Dışarıdakinin duyarsızlığı içeridekinin ölümü olacak.
Yeni Özgür Politika / 23.02.18