Yemen üzerine yazarken, (31/03/2015) Suudi rejimini, ölümden korkarak intihar etmeye çalışan birine benzetmiştim. Sonra gelişmeler, beni “Suudi rejimi bir karadelik olmaya doğru gidiyor” (07/01/2016) düşüncesine getirdi. Şimdi, bu karadeliğin oluşmaya başladığını düşünüyorum.
‘Emareler belirdi’...
Kral Salman’ın oğlu Bin Salman’ın (kısac MbS) elindeki Suudi rejimi kraliyet ailesinden 11 prensi, düzinelerle bürokratı yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla tutukladı, toplam 800 milyar dolara ulaşan varlıklarını hedef aldı. Tutuklananlar arasında, Ulusal Muhafızların komutanı prens Miteb, milyarder işadamı, Citibank, Twentieth Century Fox, Apple, Twitter gibi dev şirketlerin ortağı, Alwaleed de var. Bu arada iki prens, şüpheli koşullarda ölmüş.
Lübnan başbakanı Hariri, istifa ettiğini Riyad’da açıkladı; gerekçe olarak yaşamına yönelik tehditlerden söz etti, İran’ı suçladı.
Yemen’den atılan bir Husi füzesi Riyad’a ulaşmak üzereyken havada vuruldu. Bin Salman, İran’ı suçladı.
Filistin yönetimi başkanı Abbas salı günü, kralla görüşmek üzere Riyad’a çağrıldı. Yorumcular, bu buluşmanın konusunu, Hamas’ın İran ile yeniden gelişmeye başlayan ilişkilerinin oluşturduğunu düşünüyordu.
Bu gelişmeler, bir karadeliğin hemen tüm unsurlarını içeriyor. Bunlardan biri Suudi rejiminin çökme olasılığına, öbürü de, İran’la Suudi rejimi arasında patlak verecek, Lübnan’a kadar uzanacak, Gazze’yi de yakacak bir sıcak çatışmaya ilişkin.
‘Suudi rejiminin sonuna doğru’
Bu başlıklı yazımda (28/04/2016), Suudi rejimini var eden, ayakta tutan koşulların hızla ortadan kalktığına işaret etmiştim. Bu ortamda Suudi rejiminin, bir kanadının, Veliaht MbS’nin liderliğinde, bir taraftan ülke ekonomisinin, petrole bağımlılığını azaltacak, bir uluslararası finans ve teknoloji merkezi olarak yeniden şekillendirerek, diğer taraftan Ortadoğu’da, Sünni Arap rejimleri üzerinde bir Suudi hegemonyası kurarak, kendini korumaya hazırlandığı görülüyordu.
Hegemonya projesinin, Suriye ve Yemen’de iflas ettiğini, Katar’da geri teperek Körfez İşbirliği Konseyi’ni işlemez hale getirdiğini, kısacası fiyasko üzerine fiyasko ürettiğini görüyoruz. Bu fiyaskoların, İran’la doğrudan bir savaşı gündeme getirmeye başlamış olması da korkutucu.
MbS’nin ekonomiyi yeniden şekillendirme projesi de, giderek daralan kaynakların dağılımını gündeme getirerek, rejimin meşruiyetinin ve siyasi gücünün iki temel dayanağını sarsmaya başladı. Bu dayanaklardan biri dinci Vahhabi yapılanmasının başından beri Suud ailesine verdiği destektir. İkincisi de, Suud klanının üç büyük ailesi arasında, kararların alınmasına, devlet kurumlarının ve kaynaklarının paylaşılmasına ilişkin kurulmuş mutabakat geleneği.
MbS’nin, Riyad’dan uzakta, Kızıl Deniz kıyısında (Mısır ve Ürdün sınırında) sıfırdan kurmayı planladığı 500 milyar dolarlık yeni teknoloji ve finans merkezi (bir tür Dubai) projesi, kadınlara otomobil kullanma hakkının tanınması, din-ahlak polisini, yetkilerini kısıtlayarak içişleri bakanlığına bağlaması ve nihayet, Vahhabi İslamından ılımlı İslama yönelme iddiasına paralel, eylül ayında, Vahhabi entelektüelleri hedef alan tutuklamalar, birinci dayanağın sökülmekte olduğunu düşündürüyor.
Suudi klanının, ailelerinin temsilcilerinin tutuklanmasıysa, Kral ve MbS’nin, mutabakat geleneğini bir kenara atarak tüm gücü ellerinde toplayan bir yönetim modeli amaçladıklarını gösteriyor. Böylece Suudi rejiminin ikinci dayanağı da sökülüyor.
MbS’nin, aklındaki modernleşme projesi için, bu dayanaklardan kurtulması belki de gereklidir. Ancak, “bu dayanakların yerini ne alacak” sorusu halen cevapsız. Bu iki dayanağın sökülmeye başlaması, şiddetli bir karşı tepki, toplumsal kargaşa olasılığını güçlendiriyor. Böyle bir olasılık karşısında, MbS’nin krallıkta birlik sağlayarak gücünü konsolide etmek (hatta canını kurtarmak) için İran ile, Trump yönetiminin de desteğiyle, doğrudan bir savaşı göze alması durumunda, tüm Ortadoğu’yu yutacak bir karadeliğin şekillenmesi de tamamlanır.
Cumhuriyet / 09.11.17