Amerikan yönetimleri ardışık olarak ‘uyanan’ Çin ve (oyuna) ‘dönen’ Rusya’yı çevrelemeyi öncelik haline getirip Orta Doğu’daki masrafları kısma eğilimine girerken Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel ortaklarının önünü açmıştı. Amerikan çıkarlarına uyumlu oldukları sürece ortakların rollerini büyütmeleri sorun değildi. Türkiye’ye biçilen ‘model ortaklık’ rolü yeni dizaynın bir parçasıydı. Türkiye bu rolün içeriğini kendi emperyal hevesleriyle doldurunca yön karmaşası ve uyumsuzluklar baş gösterdi.
Süreç Suudi Arabistan için biraz farklı işledi. Riyad hem Arap Baharı’nda Mısır gibi yerlerde iktidar değişimine destek vermesi hem de İran’la müzakereci bir sürece girmesinden dolayı Barack Obama yönetimine kızgındı. Çin, Hindistan ve Rusya ile ilişkilerdeki ivme “Alternatifsiz değiliz” demenin başka bir yoluydu. Yemen’e müdahale de Riyad’ın kendini ispat savaşıydı.
Obama’nın gidişini alkışlayan Suudiler, Donald Trump’ın her istediğini vererek karşılığında açık çekler aldılar. Yemen savaşını Amerikan desteğiyle daha yıkıcı hale getirirken Körfez İşbirliği Örgütü’ndeki ‘uyumsuz’ ortak Katar’ın üzerine yürüdüler. Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS) kraliyet tahtına giden yolda öylesine bir temizliğe kalkıştı ki çizmeyi her aştığında Washington’dan yüz görmeyi başardı. Şimdi Suudiler ‘yalın ayak’ Husileri alt edemediği gibi yakıp yıktıkları Yemen’den fırlatılan füzeler kendi evlerini vuruyor. Yemen savaşından çıkması gerekiyor ama çıkamıyor.
Türkiye ise S-400 ile NATO ittifakını afallatan, Doğu Akdeniz’de herkesle restleşen, AB ile didişen, 4 askeri harekatla Suriye’ye giren, Irak’ta operasyonları genişleten, Libya’da savaşa dahil olan, Kafkasya’ya açılıp Ruslarla ortaklık arayan bir pozisyonda. Zorlu bir ortak.
***
Joe Biden eski Amerika’nın izlerini taşıyan bir başkan olarak Beyaz Saray’a döndü. Amerikan kurumsal yapılarının tercihleri doğrultusunda Çin ve Rusya’yı çevreleme siyaseti yine öncelik. Fakat Biden, Trump’tan farklı olarak ortakları hizaya sokmak gibi bir alt gündemle hareket edeceğini de gösteriyor.
Biden 3 Mart’ta yayımladığı Geçici Ulusal Güvenlik Stratejik Kılavuzu’nda İran’ı caydırmak, El Kaide ağlarını çökertmek, IŞİD’in canlanmasını önlemek ve karmaşık silahlı çatışmaları çözme çabalarını artırmak için bölgesel ortaklarla birlikte çalışmayı vaaz ediyor. Şunu da ekleyerek: “Askeri gücün bölgenin zorluklarına çözüm olduğuna inanmıyoruz ve Orta Doğu'daki ortaklarımıza Amerikan çıkarları ve değerleri ile çelişen politikalar takip etmeleri için açık çek vermeyeceğiz. Bu nedenle Yemen'deki askeri operasyonlara verilen desteği geri çektik.”
Demokrasi ve insan hakları dış politikada müdahale aracı olarak yeniden üste çıkıyor. Bu vurgular dosta düşmana ayar verme niyetini gösteriyor.
***
Elbette küresel bir güç olarak ABD çifte standartlara ve çelişkilere düşme lüksünü kendinde görüyor. Bu çelişki olağanüstü derecede olağan karşılanıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan eğer ittifak içinde ‘sorun’ olarak algılanmasaydı Türkiye’nin temel haklar, özgürlükler, bağımsız yargı, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve güçler ayrılığı açısından üçüncü sınıf bir demokrasiye gerilemiş olmasını çok da dert edecek değillerdi. İhlaller ABD Dışişleri’nin standart raporlarında ve yer yer ikili görüşmelerde can sıkıcı uyarılar olarak kendini gösterir ama liderler ve hükümetler arası ilişkileri tanımlayan şey yine ‘ortaklık’ olurdu. Şimdi Türkiye’nin etiketi ‘sorunlu ortak’ ya da ‘sözde ortak’. Karne dağıtmak mutat Amerikan tarzı. Fakat düşmanlar için tutulan çetele ile dostlar için tutulan çetelenin siyasete dökülmesi farklı oluyor.
Bu çelişkiler çok erkenden kendini gösterdi ve Biden’ın ne kadar ileriye gidebileceği belirsizleşti.
Sözgelimi Cemal Kaşıkçı cinayetinde emrin Muhammed bin Selman’dan geldiğini gösteren CIA raporu açıklandı. Fakat Biden bu adımı attıktan sonra veliaht prensi yaptırım listesine almadı. Beklediğimizden değil, şaşırdığımızdan hiç değil, sadece bu hokkabazlığı görmezden gelemediğimiz için altını çiziyoruz.
Geri adım atıldığı yönündeki eleştiriler üzerine Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki, 76 Suudi’ye vize yasağını da içeren adımların bu tarz bir cinayetin bir daha işlenmesini engelleyeceğine inandıklarını belirtip ekledi:
"Tarihimizde diplomatik ilişki içinde olduğumuz ülkelerin liderlerine yönelik yaptırım getirilmemiştir. Suudi Arabistan ile önemli ilişkilerimiz var. Küresel diplomasi, gerektiğinde ülkelerden hesap sormak kadar ABD'nin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket edilmesini gerektiriyor."
Bu kadar.
Yine İsrail’in güvenliğine sarsılmaz bağlılık siyasetiyle Filistin tepelenmeye devam ediyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) Filistin’in savaş suçlarıyla ilgili yaptığı başvuruyu yerinde bularak soruşturma açması öfkeyle karşılandı. Dışişleri Bakanı Antony Blinken, "ABD bu karara kesinlikle karşıdır ve derin hayal kırıklığı içindedir. UCM'nin bu konuda hiçbir yargı yetkisi yoktur” dedi. Bu konuda Amerikan siyasetinde bir milim şaşma olmaz. İnsan hakları ve demokrasi vaazında sesin gür çıkacağı yerler belli. Rusya en başta geliyor. Nitekim 2 Mart’ta Aleksey Navalni için 7 üst düzey Rus yetkili ve 14 kuruma yaptırım geldi.
***
En nihayetinde insan hakları ve demokrasiye dair hiçbir hassasiyet Amerikan çıkarları pahasına sürdürülmüyor. Bu çelişki ortaklara da manevra alanları açıyor. Demokrasi ve insan hakları sopasıyla hizalanma çabasına onlar da ortaklığın kıymetli taraflarını göstererek karşılık veriyor. Sözünü ettiğimiz hatır Suudi Arabistan tarafında petrol arzı, elbette satışın dolarla yapılması, en mühimi İran’a karşı birliktelik, ABD’deki miktarı meçhul Suudi yatırımları ve İsrail için Arap sokağının temizlenmesi gibi konularda kendini gösterebiliyor. Sonuçta Suudi Arabistan ABD’nin bölge siyasetinde eksen ülke. Ve Biden, Suudi Arabistan’ın güvenliğine dair taahhütleri yinelerken savunma silahı satışını kesmeyecek.
Türkiye’ye dönüp baktığımızda da Erdoğan’ın, Biden’ın safları sıklaştırmak istediği NATO alanına odaklandığını görüyoruz. Ortaklığın ağırlığını teraziye çıkartan bu yaklaşımda temel arıza noktası S-400’lerin geleceği. Erdoğan, S-400’leri pazarlığa açarak Biden’la daha uyumlu bir zeminde başlangıç yapma niyetini gösterdi. Bu zeminde alt başlıklarda muhtemelen “S-400’leri çalıştırmayız, icap ederse Girit modelinden mülhem bir formülle Azerbaycan’a kaydırırız, sizden Patriot da alırız ama siz de Halkbank davasını bir dürün, F-35 programına dönüşün önünü açın” diye fısıldıyor olacak. Erdoğan, Suriye’de Kürtlere desteği de mesele yapıyor ama bu, Halkbank kadar kara kara düşündüren bir konu değil. Asıl korku 20 milyar dolar ceza ve SWIFT sisteminden atılma seçeneklerinin konuşulduğu Halkbank dosyası. S-400’de tavize karşılık Halkbank davasında bir iyilik! Beklenti bu.
***
İnsan hakları ilişkilerinde bam teli haline geliyor gözükse de Biden’ın NATO’yu güçlendirme vurgusu ile Erdoğan’ın arayı düzeltmek için güvenlik alanındaki ortaklığı öne çıkarması birbiriyle çakışıyor. Biden’ın Erdoğan’ı aramayıp Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’a Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Başkanvekili İbrahim Kalın’ı aratması ilişkilerin hangi bağlama oturtulacağına dair bir tercihi yansıtıyor. Benzer mantıkla Muhammed bin Selman’la teması sağlayan Savunma Bakanı Lloyd Austin idi. Muhammed bin Selman aynı zamanda Savunma Bakanı ama babasının düşkünlüğü nedeniyle ülkeye fiilen hükmediyor.
Erdoğan epey zamandır Batılı muhataplarına diktatöryel kayıştaki iç siyaseti görmezden gelip ekonomik ve askeri alana odaklanmalarını salık veriyor. Bu minvalde Biden’ın dikkatini celbedecek ortaklık alanları beliriyor: Yeni başkanın çok duyarlı olduğu Ukrayna’nın doğusundaki ‘Rus ayrılıkçılar’, Kırım’ın Rusya’ya iltihakına karşı çıkılması, NATO’nun Karadeniz’deki varlığının artırılması vs. Türkiye’nin Kiev’le ilişkilere SİHA ortaklığını katması Karabağ deneyiminin Donbas’a taşınması senaryosunu akla getiriyor. Kırımlı Tatarlar da Ankara’nın Rusya’ya karşı rezervde tuttuğu bir müdahale aracı. Karadeniz’de Türkiye zaten NATO’nun bütün planlarına gönüllü. Satılacak bir başka hikâye Rusya’nın Suriye ve Libya’daki varlığının baskılanmasındaki Türk rolünün önemi. Bunların hiçbiri Biden’ın bigane kalacağı ortaklık alanları değil.
Fakat Biden da göreve geldiği günden bu yana izlediği siyasetle ortaklarını hizalanmaya hazır hale getirdi. ‘Parya’ muamelesi gören Muhammed bin Selman ne kadar çizgi dışına çıkabilir? Taşıdığı lekeyi tavizler vererek ağartmak zorunda hissedecek. Trump “Kıçını ben kurtardım” dediği Muhammed bin Selman’ın bonkörlüğünün tadını az mı çıkardı? Riyad yönetimi İran’la yeni bir diyalog denemesine itiraz geliştirebilir mi? Yemen’de belirleyici olma iddiasını sürdürebilir mi?
Erdoğan ise Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın imzasıyla gönderdiği mektupla S-400’ü ‘ulusal bağımsızlık’ nişanesi olmaktan çoktan çıkardı. Bundan âlâ taviz mi var? Gerçi bağımsızlık iddiası tamamen iç kamuoyuna beylik taslamaktan başka bir şey de değildi. Yoğrulma kıvamının daha neleri beraberinde getireceğini bekleyip göreceğiz.
Gazete Duvar / 05.03.21