İlaç şirketleri arasında yaşanan acımasız kâr savaşları nedeniyle, aşılar çoğu ülke için ulaşılamayacak fiyatlarla pazarlanıyor. Yeni sömürgeciliğin zalim yüzü, dünyayı kasıp kavuran salgın sürecinde de hiçbir şekilde değişmedi ve yoksul ülkeler bu nedenle büyük kayıplar vermeye devam ediyor.
Bu yıl 18 Ocak’ta, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, en yoksul ülkelerin tamamında 25 doz -evet, yalnızca 25 doz- ve daha zengin ilkelerde 39 milyon doz aşı yapıldığını açıkladı. Dünyanın 'feci bir ahlaki başarısızlığın' eşiğinde olduğunu ifade etti.
Dr. Tedros, ilaç şirketlerini, başta düşük gelirli olanlar olmak üzere, tüm ülkelerdeki insanlar için Covid-19 aşılarına adil ve eşitlikçi erişimi hızlandırma girişimi olan ‘COVAX’ programını hızlandırmak amacıyla DSÖ’ye veri sunmak yerine, daha zengin ülkelerde aşı onaylarının alınmasına öncelik verdiği için eleştirdi. “Bu eylemler sadece salgını uzatacaktır” dedi.
Zenginlerin keyfi yerinde
Bundan bir ay sonra, ABD’de bulunan George Washington Üniversitesi’nde sağlık eşitliğinden sorumlu kıdemli Atlantik Üyesi Nijeryalı Dr. Ifeanyi Nsoror, 22 Şubat günü verdiği bir röportajda, 200 milyon nüfuslu Nijerya’da hiç kimsenin aşılanmadığını belirtti. Bunun yanı sıra, Dr. Nsoror, mevcut başkan yardımcısı da dahil olmak üzere, Nijeryalı elitlerden bazılarının aşı için Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) Dubai’ye uçtuğunu da sözlerine ekledi.
COVAX programı, mart ayının başlarında gelişmekte olan dünyanın tamamına dört milyon doz aşı teslim etti ve 2022’nin sonuna dek 16 milyon doz daha aşı sağlamayı taahhüt etti. Bu hızı, on milyonlarca insanın aşılandığı daha zengin ülkelerle kıyaslayalım. İsrail’de nüfusun yüzde 57’si en az ilk dozunu yaptırdı. İngiltere’de bu oran yüzde 37, ABD'de ise yaklaşık yüzde 22. Düşük gelirli ülkeler arasında, sadece Çin’den aşı temin eden Şili yüzde 25’lik bir oranla karşılaştırılabilir bir konumda. Bu arada Nijerya ve neokolonyal* yoksul dünya, ancak iki yıl sonra nüfusunun yüzde 20’sini aşılamış olmaya hazırlanıyor!
Acınacak derecede yavaş aşı programlarının hızını artırmak isteyen yoksul ülkeler, doğrudan büyük ilaç şirketleriyle pazarlık yapmaya çalışmak zorunda kalıyorlar. AstraZeneca, Güney Afrika’dan doz başına 5.28 dolar, Uganda’dan doz başına 7.92 dolar ödemesini talep ederken, AB doz başına 2.17 dolar için anlaşma sağladı.
AstraZeneca aşısının geliştiricisi olan Oxford Üniversitesi’nin asıl hedefinin, aşının dozlarını ücretsiz olarak veya doz başına en fazla yedi peni (yaklaşık 75 kuruş/ç.n.) maliyet fiyatıyla patentsiz biçimde sağlamak olduğunu da hatırlayın.
Aşı üreticileri, şirket ve vakıfların kâr baskısı altında
Oxford, araştırmalarının önemli bir finansal destekçisi olan Gates Vakfı’nca, ilaç devi AstraZeneca ile özel bir anlaşma imzalaması konusunda baskıya maruz kalmıştı. Netice, AstraZeneca için inanılmaz derecede iyi olsa da dünya nüfusu için olağanüstü derecede kötü oldu. AstraZeneca’nın hisseleri yükselişte ve şirketin CEO’su olan Pascal Soriot, şahsi hisselerinin ve yatırımlarının geçen yılın nisan ayından bu yana 15 milyon dolar arttığını gördü.
Kârlar katlanıyor. ‘This is Money’ adlı bir finans haber sitesinde 11 Şubat 2021 tarihinde yayınlanan bir makalede, “Pascal Soriot, kârlar yükselirken Covid aşısını selamlıyor” deniyordu. Makalede, AstraZeneca’nın gelirlerin arttığını ve kârın 2020 sonunda neredeyse 1.39 milyar dolardan yaklaşık 4.17 milyar dolara sıçradığını açıkladığı aktarıldı.
Gerçekte, AstraZeneca’nın 'maliyetine' üretim ve satış iddiaları tamamen sahte ve kendileri kadar acımasız olan rakiplerinin karşısında daha büyük bir pazar payı kazanma girişimidir. Financial Times’ın Ekim 2020’de aktardığı üzere, şirket bu yıl temmuz ayına kadar salgının 'biteceğini' ilan edebilir ve istediği fiyatı talep edebilir. Zaten bunu yapmasının önünde bir engel de yok. İş dergisi Fortune da, AstraZeneca’nın fiyatlandırma politikasındaki 'neredeyse tamamen şeffaflık eksikliği' hakkında eleştiride bulundu.
Kâr hırsı tüm dünya için büyük bir tehdit
Oxford’un asıl niyeti -aşıyı 'açık platform' halinde ve patentsiz olarak üretmek- takip edilerek aşının dünya çapında üretilmesi sağlansaydı, şu anda insanlığın tamamının ne kadar iyi bir durumda olacağını ancak hayal edebilirsiniz. Fakat bunun yerine, şimdi kitlesel aşılamaya başlayan daha zengin ülkelerde bile, eski sömürgeci güçler ve eski sömürgeleri arasındaki servet eşitsizliklerini ve milyonlarca yaşam için devam eden tehlikeyi yansıtan büyük bir aşı dengesizliği olan 'aşı milliyetçiliği' ile karşı karşıyayız.
Virüsün güney yarımkürede geniş bölgelerde yayılmasına ve hastalık saçmasına göz yummak, virüsün daha da tehlikeli bir şekilde mutasyona uğraması için ideal bir koşul yaratır. Dünyadaki her ülke, şu anda Nijerya gibi ülkelerde yaşanan somut ve hepimiz için potansiyel olan felakete bakmak yerine, İsrail, İngiltere ve ABD’de görülen aşı seviyelerine özeniyor olabilir.
BM genel sekreter başyardımcısı olan Winnie Byanyima, çok daha olumlu bir yerde olmanın önündeki engel hakkında şunları söylüyor: “Var olan sistem, ilaç şirketlerinin araştırma için devlet fonlarını kullanmalarını sağlıyor... ama bunu ilaçlar üzerindeki tekellerini korumak ve kârlarını artırmak için kullanıyorlar.”
Hindistan hükümetince desteklenen Güney Afrika, geçtiğimiz günlerde Dünya Ticaret Örgütü’nde (DTÖ), küresel bağışıklık gelişene dek aşıların mülkiyet haklarından feragat edilmesi önerisinde bulundu. BM, DSÖ ve dünyadaki ilerici kesimler de bu tür bir yaklaşımı destekliyor. Peki, zengin kapitalist ülkelerin hükümetleri bu yaklaşıma ne zaman destek verecek?
Patentsiz üretim için baskı oluşturulmalı
Açıkça görülüyor ki, bütün ülkeler güvende olana dek hiçbir ülke güvende olamaz. Köleliğe ve sömürgeciliğe katlanan ve günümüzde neokolonyalizm ve süper sömürü altında zulüm gören ülkelerde virüsün yayılmasına kayıtsız kalarak göz yummak, insan türüne karşı bir ihanet olacaktır.
Oxfam, geçtiğimiz günlerde şu açıklamada bulundu: “Gelişmekte olan ülkeler de dahil olmak üzere, kitlesel biçimde üretilen açık kaynaklı (herkes için erişime açık, ücret gerektirmeyen/ç.n.) aşılara ihtiyacımız var.”
Global Justice Now’dan Nick Dearden şunları söylüyor: “Bu bilgiyi paylaşabilmek ve artık daha fazla aşı üretebilmek için acilen kamusal kurumların yönetimine verilmiş teknoloji ve patentlere ihtiyacımız var. Bu virüsü adil ve etkin bir biçimde yenebilme becerimiz, buna bağlı.”
1950’lerde çocuk felci aşısını geliştiren meşhur Jonas Salk, aşının patentini çıkartmayı reddetmişti. Aşının kime ait olduğu sorulduğunda ise şunu söylemişti: “Sahibi insanlar diyebilirim. Bir patenti yok. Güneşin patentini alabilir misiniz?”
Böylece, çocuk felci yok edildi.
Salk’ın tutumunu, aşıyı tedarik etmek için Güney Amerika hükümetlerinin devlet kaynaklarını 'teminat' olarak göstermesi için baskı yapmakla meşgul olan Pfizer’ın yaklaşımıyla karşılaştırın. Ya da AstraZeneca ile 'takım çalışması' yürütmesi için Oxford’a baskı yapan Gates Vakfı’nın veya bizzat AstraZeneca’nın yaklaşımıyla…
Aşı üretiminin dünya genelinde patentsiz hale gelmesi için tüm hükümetler çağrıda bulunmalı. Hepimiz bu rezalete bir son verilmesi çağrısına katılmalı, insanlığı açgözlülüğün, insanları da kârın önüne koymalıyız.
*Neokolonyalizm ya da yeni sömürgecilik, gelişmekte olan bir ülkeyi etki altına almak için eski tip sömürgeciliğin kullandığı doğrudan askeri kontrol veya dolaylı siyasi kontrol yöntemleri yerine kapitalizmi, küreselleşmeyi ve kültürel sömürgeciliği kullanma pratiğidir.
Yazının orijinali People's World sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)
John Swinburne- Gazete Duvar / 18.03.21