Türkiye ekonomisi 31 Mart yerel seçimine doğru kriz içinde giderken, krize değil sonuçlarına ve semptomlarına yönelik atılan zincirleme hatalı adımlar, tersine gidişatı daha da bozuyor. Mali sistem üzerine kurulan resmi ve gayri resmi baskılar, mekanizmanın işleyişini bozuyor.
Hem “halı altına süpürme” denilebilecek adımlar atılırken hem de normalde her kurumun kendi ticari tercihleri ile belirlediği fiyat ve miktar kararları baskı ile şekillendiriliyor. Ankara’dan bankalara baskı ile mevduat ve kredi faizleri empoze edilirken, bilançolarındaki kredi hacminin de yıl sonuna kadar yüzde 15 büyütülmesi istenmişti.
Son bir hafta içinde atılan adımlar Ankara’dan ekonomiye verilen “komuta ekonomisi” rotası, TL'yi zayıf bir zemine doğru itiyor.
12 Mart günü Sermaye Piyasası Kurulu’nca (SPK) çıkarılan tebliğ ile Türkiye Varlık Fonu (TVF), kurumsal yatırımcılarca çıkarılan yatırım fonlarına uygulanan yatırım limitlerinden muaf tutuldu. Yani TVF’nin ihraç edeceği yatırım araçları, kurumsal yatırımcılarca yönetilen fonların içine konulacak finansal araçlara uygulanan ağırlık sınırlarına tabi olmayacak. Bunun ne anlama geldiğini şu adımı da anlattıktan sonra dönelim.
Yüksek getiriye baraj
Yine SPK tarafından alınan bir kararla; kurumsal yatırımcılarca kurulmuş ve yönetilen “para piyasası fonlarının”, halk arasında bilinen hali ile “likit fonların” portföylerinde en az yüzde 50 ağırlık oranında banka mevduatına yatırım yapılması koşulu getirildi. Geçmiş kararlarda, her yatırım aracı için portföyde tutulma sınırı en yüksek tavanı belirlenirken, bu defa “en az yüzde 50 mevduat tutacaksınız” deniliyor.
Peki görevi sermaye piyasasını geliştirmek ve desteklemek olan bir kurul neden bunun tersine bir adıma ihtiyaç duydu? Uzatmadan söyleyeyim; faiz düşürme operasyonun bir parçası olarak.
Malum Ankara’dan bankalara TL mevduat faizini en yüksek nerede olacağı “masa altından sopa gösterilerek” dikte ediliyor; bu faiz, aylık mevduatta yüzde 20,5'ti. Oysa Ankara şunu fark etti; bir kısım tasarrufçular TL mevduattan çıkıp likit fonlara yönelmişti. Çünkü likit fonlar Merkez Bankası’nın faiz oranı olan yüzde 24 üzerinden gecelik repo yaparak görece yüksek getiri sağlıyordu.
Muhtemeldir ki; Ankara’nın baskısı ile müşterilerine en yüksek yüzde 20,5 faiz verebilecekleri dikte edilen bankacılar, dönüp Ankara'ya “böyle diyorsunuz da TL mevduattan hem dövize hem de likit fonlara çıkış var, kan kaybediyoruz” demiş olmalı. Türkiye’de kurulu 56 adet para piyasası fonunun Aralık ayı sonunda büyüklüğü 12 milyar TL iken, Şubat sonunda 24,5 milyar TL oldu.
Ankara madem faizi “oyunun kuralları” dışında sopa ile belirleme çabasındaydı; böyle bir şeye izin veremezdi. Hemen SPK’ya talimat gidiyor ve geçmişte “portföyünüzde ağırlık olarak en yüksek yüzde 10 mevduata yatırabilirsiniz” diyen SPK şimdi “en az yüzde 50 mevduata yatıracaksınız” diyordu.
Bu tür serbest piyasa işleyişini bozan aykırı adımların birbirini izlemesi, tasarruflarını TL’de tutan yurttaşları döviz tutmaya doğru itiyor. Nitekim yılbaşından itibaren iki ayda yaklaşık 10 milyar dolarlık bir döviz hesabı artışı dikkat çekiyor.
TL’nin istikrarını sağlaması gereken Ankara, getirisini düşürerek yurttaşları TL’den uzak durmaya itiyor. Daha fazlası, “sopalı komuta ekonomisi yönetimi” bu adımlarla, döviz hesaplarına park eden tasarrufçuların aklına da “sıra bize mi geliyor?” sorusunu getiriyor.
Vahim hatalar krizi derinleştiriyor
TVF’ye dönersek, muhtemeldir ki; Varlık Fonu üzerinden çeşitli borçlanma araçları çıkarılarak yine dönüp kurumsal yatırımcılara “masa altından sopa ile” bu araçları satın almaları “telkin” edilecek. Şimdiden bunun altyapısı hazırlanıyor.
1994 ve 2001 gibi geçmiş büyük kriz dönemlerinden edinilen deneyimler gösteriyor ki; krizin boyutu yanında krizi yönetme süreçlerinde yapılan vahim hatalar ve uygulamalar da krizi derinleştiren en önemli unsurlar arasındaydı.
2018 krizinde de benzer bir vahim hatalar zinciri ve daha da kötüsü; piyasa bozucu “masa altından sopa ile komuta” yönetimi, krizdeki zincire yeni bir potansiyel dalga unsuru olarak ekleniyor.
Kimse kriz derinleştiğinde “dış güçler” demesin.
DW Türkçe / 13.03.19