ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs kararı bölge için ne kadar yakıcıysa Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için de o kadar lütuf!
Türkiye, dönem başkanı avantajıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) 13 Aralık’ta İstanbul’da toplayıp ABD’nin kararını reddedip Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu deklare etti.
Erdoğan zirvede istediği pozu verdi. İslam dünyasında aranan lider pozu. Artık Man Adası belgelerini, Zarrap’ın itiraflarını, OHAL’le adım adım inşa edilen parti rejimini ve hayat karartan KHK’ları, yıkılmış şehirleri, çalınmış hayatları unutabilirsiniz. Herkes sussun, “Kudüs fatihi” konuşuyor! Modumuz bu.
Elbette İİT üyelerinden hiçbiri Doğu Kudüs’te elçilik falan açmayacak. Erdoğan’ın “Terör devleti” dediği ülkede Türkiye’nin elçiliği var. Ve Filistinli mülteciler diğer İİT ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de hâlâ parya. Bu çelişkiler de liderlik fiyakasını bozmayacak.
1947’de Filistin’in tarihi topraklarının yüzde 45’inde bir Filistin devleti kurulmasını öngören BM’nin Taksim Planı’nı reddeden Araplar, 1994’te Oslo Anlaşması’yla geri kalan yüzde 22’de bir devlete razı olmuştu. Bu yüzde 22’nin önemli bir kısmı da işgal edildi. 1967 sınırlarını reddeden Filistinli direniş örgütleri “Nehirden denize Filistin” derken şimdi İİT’nin lime lime edilmiş ve birbiriyle karasal bağlantısı kalmamış bakiyede bir Filistin devletinin tanınması “tarihi karar” olarak sunuluyor. Bundan birileri de kendisine Selahaddin Eyyubi payesi çıkartıyor.
Kurulduğu günden beri süreçleri etkileyememiş bir örgüt olarak İİT, Kudüs deklarasyonuyla bir şeyleri değiştirebilir mi? Türkiye’nin yaptığı bayraktarlık buna kâfi gelir mi? Doğrusu zor. Arap meselelerinde etkili olan liderler bile ABD ile ortaklığa halel getirmemek veya Erdoğan’ın Araplardan “rol çaldığı” bir podyumda olmamak için İstanbul’a teşrif etmedi. Bütünken ciddiye alınmamış bir örgüt bu kadar bölünmüşlükle ne yapabilir ki! Elbette hepten önemsizleştirmiyorum. Mesele yarın öbür gün BM’ye de taşınacak. Bu tür çıkışlar, ABD’nin ayak izinden gitmeye gönüllü diğer ülkelerin cesaretini kırabilir. Ama temelde Filistinlilerin içinde olduğu durumu ve Filistin meselesinin seyrini değiştirmez. Çünkü şimdiye kadar İsrail’e yaptıklarının bedelini ödetecek ortak bir tavır sergilenmedi. İsrail’e karşı savaş suçları mahkemesi bile kurulamadı. Son olarak İİT’nin en heyecanlı üyesi Türkiye, Mavi Marmara için adalet arayanların önünü bizzat kesti; mağdurların İsrail aleyhine mahkemeye gitme haklarını ellerinden aldı.
ABD’ye baktığımızda da öyle sanıldığı gibi paniklemişe benzemiyor. Aksine kendi gündeminin peşinde gidiyor.
***
İstanbul’da Kudüs konuşulurken Trump, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile birlikte İslam dünyasının başka bir bölgesinde ateş yakma derdinde. Kudüs hamlesi zaten ABD-Körfez-İsrail ortaklığının içine girdiği yeni macerayla bağlantılıydı. İkincisi geliyor. Konu Yemen üzerinden İran.
14 Aralık’ta ABD, 14 yıl önce Irak işgaline giden süreçte yaptığı gibi yeni bir gösteri sahneledi. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley, Washington’daki Anacostia-Bolling Ortak Üssü’nde, Yemen’deki Husilerin 4 Kasım’da Riyad’ın dışındaki Kral Fahd Uluslararası Havaalanı’na fırlattığı kısa menzilli balistik füzeden arta kalan parçaların önünde basın toplantısı düzenledi. Haley bunların İran yapımı olduğunu öne sürüp Ortadoğu’da Tahran’ın nüfusunu geriletmek için yeni bir koalisyon kuracaklarını duyurdu. Ve bunu yakında göreceğimizi vurguladı. 2003’te dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell da Irak’taki kimyasal silah laboratuvarlarına dair bazı görsellerle işgalin zeminini hazırlamıştı.
İran suçlamaları, “Mantıksız, kışkırtıcı ve yıkıcı” diyerek reddetti: “Suçlamalar ABD’nin katılımıyla Suudilerin Yemen’de işlediği savaş suçlarını örtme arayışıdır.”
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de Twitter hesabından Powell’ın uydurma delillerle yaptığı sunumun neyle sonuçlandığını hatırlatarak ABD’nin müttefiklerine verdiği silahlarla Yemen’de sivillerin katledildiğini ve insani felaketlere yol açıldığını belirtti.
Husilerin sözcüsü Abdülmelik el Ecri de, “ABD üç yıllık savaşın ardından birden bire İran’ın Husileri desteklediğine dair delil buldu. Şimdiye kadar kullanılan füzelerle ilgili hiçbir delil bulamamıştı. Hikâye açık: Araplara Kudüs’e yönelen dikkatlerini dağıtmak için onlara bir hikâye sunuyor. İsrail’e öfkelenmek yerine İran şeytanına el sallasınlar” dedi.
Trump’ın Yemen’de bir şeyleri gizleme gereği duyduğunu zannetmiyorum. Sonuçta Haley’in basın şovu, Trump’ın İran’ı hedef tahtasına oturtan politikasıyla uyumlu.
Sonuca geçmeden bu füzeyle ilgili biraz detay vereyim: Riyad’da incelemelerde bulunan BM heyeti füzelerin menşeiyle ilgili paralelliğe dikkat çekse de İran’ı suçlamaktan kaçınmıştı. Bir başka BM heyeti ise Riyad’a atılan Burkan H-2 füzesinde ‘Şehit Bagheri Endüstri Grubu’nun logosuna benzer bir işaret bulmuştu. Ama Haley’in bize söylemediği bir şey var: BM ekibi aynı füze üzerinde yakıt sisteminde kullanılmış Amerikan yapımı bir parça da buldu. BM ekibine göre füze bütün olarak gönderilmiş Yemen’e. Bu gönderim Kızıl Deniz üzerindeki limanlardan olamaz. Çünkü Yemen savaş çıktığından beri abluka altında. Füze parçalarına ayrılarak Umman üzerinden sokulmuş olabilir. Fakat bu parçaların ne zaman ve kim tarafından sokulduğu bilinmiyor.
Husiler 2015’te kontrolü ele aldığında ordunun stoklarındaki Scud C ve Hwasong-6 füzelerine erişmişti. Bu silahlar 2002’de Kuzey Kore’den alınmıştı. Uzmanlara göre Burkan H-2 modifiye ama bunlardan daha ileri. Bazıları Burkan H-2 için ‘İran işi’ diyor. Yine de Husilerin silahlanmasındaki İran’ın rolü tam olarak bilinmiyor.
El Kaide ile savaş adı altında yıllardır Yemen’de operasyonel olan ABD’nin gözü epey zamandır aynı zamanda Husilerin üzerinde. Buna rağmen ABD, Husilerin örgütü Ensarullah’ın İran bağlantılarını çözemedi. Gizli yazışmalarda bunu kendi diplomatları itiraf ediyor.
Amerikalıların dosyası bu haliyle zayıf. Buna karşı İran kendi ‘alternatif delilini’ sundu. Zarif’in paylaştığı dosyaya göre 10 bin kişinin öldüğü, sayısız okul, hastane, fabrika ve yerleşim alanının imha edildiği savaşta çeşitli Amerikan silahları kullanılıyor. JDAM ve Paveway füzelerinin yanı sıra uluslararası hukuka göre yasak olan salkım bombaları bunların arasında. Ticaret Bakanlığı ve gıda dağıtım merkezlerinin vurulmasında kullanılan bombalar Raytheon’ın İngiliz RAF ile birlikte geliştirdiği Paveway IV füzeleriydi.
Suudi Arabistan’ın geçen yıl ABD’den silah alımı yüzde 212 arttı. Trump mayısta Riyad’ta 110 milyar dolarlık ilave silah anlaşması yaptı. Geçen ay Suudiler Raytheon ve Boeing ile binlerce hassas güdümlü mühimmat satışını içeren 7 milyar dolarlık anlaşma yaptı. Obama yönetimi de Suudilerle 42 silah anlaşması yapmıştı ve o çerçevede 8 bin adet lazer güdümlü bomba temini iki yıldır sürüyor.
BM İnsan Hakları Direktörü Zeyd Raad el Hüseyin, sivil kayıplarla ilgili olarak Suudi liderliğindeki koalisyonun sorumluluğunun iki kat olduğunu belirtiyor. Yemen Data Project’e göre de iki yılda 3 bin 158 sivil alan havadan hedef alındı. Bu veriler ışığında ABD ve İngiltere, Yemen’de savaş suçlarının ortağı.
Egemenlerin dünyasında güçlünün silahı her zaman masumdur! Bu kural Yemen’de de işliyor.
***
ABD’nin İran’a karşı koalisyonu kimlerle kuracağı ve bununla tam olarak ne yapacağı meçhul. İran’a baskıyı artırmaktan yana ülkeler olsa da Irak ve Suriye deneyimlerinden sonra uluslararası toplumda Amerikan-İngiliz trenine atlayacak fazla aktör kalmadı. Bir kere AB genel olarak Trump’a mesafeli. Trump’ın Ortadoğu ateşini harlayan planlarına ortak olanlar ise bazı İslam ülkeleri. Şimdi ‘İİT neden Yemen için bir kelam etmedi’ diye soranlar var. Yemen’i yakanlar İİT’nin kurucu patronları. Bu bir. Yemen, Kudüs gibi prim yapmıyor. Bu iki. Yemen deyince anında Sünni-Şii ayrışması ortak duruşu engelliyor. Bu üç. Kudüs için tepki vermek ABD’yi çok kızdıran bir şey değil. Fakat Yemen gibi ‘uzak’ bir meseleyle kimse Washington’ı karşısına almak istemiyor. Bu dört.
Yemen’i, Suriye’yi, Irak’ı, Lübnan’ı ateşe vermekten çekinmeyen ya da bunlara göz yumanların Kudüs için döktüğü gözyaşı Filistin’e deva olabilir mi? Hadi önce kendimizi kandırmaktan vazgeçelim.
Gazete Duvar / 16.12.17