Garp cephesinde değişen şeyler var! Transatlantik gemi su almaya başladı. Bir bütünlük arzettiği sanılan batı emperyalizmi ya da bir başka ifadeyle “kolektif emperyalizm” çatırdıyor. Yeni hegemonya, paylaşım, güç savaşlarının neden olduğu çatlaklar şimdilik mutlak bir kopuşu getirmeyecek olsa da farklı arayışlar, saflaşmalar dikkat çekici.
Almanya ile ABD arasında bir süredir yaşanan kriz tam da böylesi bir kapışmanın sonucu. Rus gazını Baltık Denizi’nin altından Almanya’ya getiren Kuzey Akımı-2 projesi bardağı taşıran son damla olurken “transatlantik cephe”nin iki önemli aktöre birbirine düştü. Trump’ın ABD’nin başına geçmesiyle iki ülke arasında açılan makas bu proje üzerinden yaptırımların devreye sokulduğu, karşılıklı restleşmelerin havada uçuştuğu daha önce benzeri görülmemiş bir gerilime yol açtı.
Geçen yıl kaybettiğimiz ünlü Marksist düşünürlerden Samir Amin, ABD’nin başını çektiği Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya gibi liberal Batılı gelişmiş ülkelerden müteşekkil cepheyi “kolektif emperyalizm” olarak nitelendirir. Bu cephe bileşenlerinin çıkarları kendi içinde çakışsa da önce SSCB, ardından Rusya ve Çin başta olmak üzere dünyanın geri kalanına karşı ortaklaştığını söyler. Bu cephe küresel düzenin tesis edilmesi, kaynakların ele geçirilmesi, pazarların paylaşılması, saldırılar gibi pek çok sorunu kendi arasında ‘konsensüs’ yoluyla çözer. Bugüne kadar ortaya çıkan sorunlar hep belli bir ‘konsensüs’ çerçevesinde çözüldü.
Ancak bu ortaklık, birliktelik mutlak değil. ‘Kolektif emperyalizm’in küresel kapitalizmin oyun kurallarını belirlerken koordinasyon içerisinde hareket etmesi, bu aktörlerin kendi aralarında sorunlar yaşamayacağı, çıkar çatışmasına girmeyecekleri anlamına gelmiyor.
Aralarındaki anlaşmazlıkların tali plana atıldığı, “ortak düşmanlar”a karşı birlikte hareket edildiği ‘transatlantik cephe’de, kapitalist krizin yol açtığı buhranla birlikte çatlaklar da oluşmaya başladı. Sarsılmaz sanılan cephede kırılmalar yaşanırken artık mevcut dengeler “konsensüs”un oluşmasını da zorlaştırıyor. Düne kadar “oyun kurallarının belirlenmesinde ortak hareket eden” ABD’nin önderliğinde ekonomik, politik, askeri stratejide ortak davranış sergileyen “kolektif emperyalist” cephede sızıntılar başgösterdi.
ABD’nin gerileyen hegemonik gücünün yarattığı boşluk, Trump’ın “Önce Amerika” politikasını hayata geçirmesi transatlantik ittifak içerisindeki “denge”nin bozulmasına yol açtı. Trump’ın kural tanımaz saldırgan tutumu “ittifak”ın temellerini sarsıyor. Ticaret savaşlarının başlatılmasından NATO’ya katkı sunulmasına, Rusya ve Çin’in hedef alınmasından enerji nakil hatlarına kadar pek çok sorunda ABD ile Almanya arasında anlaşmazlık söz konusu. Şu ana kadar yaşananlar gerilimin sadece dışa vuran bir kısmı.
Trump’ın Kuzey Akımı-2 Projesi’ne karşı yaptırımları hayata geçirmesi, Almanya’dan asker çekeceğini açıklaması ve bu ülkenin otomobil endüstrisini hedef alan tehditler savurması karşısında Berlin seçenek arayışında. Bu durum ABD’ye olan bağımlığı da gözler önüne serdi. Bu bağımlılık uzun süredir rahatsızlık konusuydu. Merkel bir süre önce bizzat bu bağımlılık ilişkisinin kendilerine zarar verdiğini, Avrupa’nın kendi başının çaresine bakmasının vaktinin çoktan geldiğini söyledi. Merkel’in “Kendi kaderimizi kendi ellerimize almalıyız” sözleri ABD’nin küresel liderliğine Avrupa’dan gelen ilk itirazdı. Dışişleri Bakanı Maas da “ABD ile dengeli bir ortaklığa ihtiyacımız var” demişti. İlginçtir ki bu bağımlılık ilişkisine benzer şekilde Fransa’dan da itiraz var. Macron da “Güvenlik için sırtımızı artık ABD’ye dayayamayız. Yeni ittifaklar oluşturmalıyız” sözleriyle açık mesaj vermişti.
Transatlantik cephede çatlaklar oluşsa da kısa vadede bir kopuşun yaşanacağını söylemek şimdilik olası değil. Mevcut bağımlılık ilişkisi Almanya’nın ABD’den kopmasını zorlaştırıyor. Ancak kopuş yaşanmayacak olsa da içine girilen türbülans “kolektif emperyalizm” saflarında artık istediği gibi bir kenetlenmenin yaşanmasını engelleyecektir. ABD’nin baskıyı artırması Almanya’yı Rusya-Çin hattına doğru kaydırabilir.
BirGün / 07.07.20