“Yurtseverlik sınavı”ndan Sol Cephe’ye...

“Sol cephe” özü itibari bugüne kadar sol içinde defalarca kez dile getirilen birlikte mücadele ihtiyacına yeni bir vurgudan ibarettir. “Sol cephe” de dahil olmak üzere böyle bir ihtiyaca temelli bir vurgu yapanlar, sadece Ankara’da, o da CHP Mansur Yavaş gibi tescilli bir faşist aday olarak gösterdikten sonra biraraya gelebilmiş durumdalar.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 03 Mart 2014
  • 18:03

Yaklaşık 3 ay önce gazetemizde TKP’nin ideologlarından Kemal Okuyan’ın “Sol’un yurtseverlik sınavı” kitabı üzerine “Köksüz bir yazarın kök arayışı” üst başlığı ile 3 bölümlük bir eleştiri yazısı yayınlanmıştı. Bu yazıda “yurtseverlik” kavramının sınıfsal içeriğini ele almaya çalışmış, “okuyan” ama çarpıtan yazardan dökülen incilerin gerçekte hangi ideolojik sınıfsal duruşa tekabül ettiğini ortaya sermaye çalışmıştık. Yine bu yazımızın son bölümünde o dönem pratik olarak hayata geçmeyen, ancak politik olarak öne sürülen “sol cephe” politikasına da muhtemel muhatapları ve sonuçları üzerinden bir değinme yapmıştık.

3 bölüm halinde yayınlanan bu yazımızın son bölümünün yayınlandığı hafta “sol cephe”de resmi olarak kuruluşunu ilan etti. Bunun da ötesinde geride kalan bu yaklaşık 3 aylık zaman zarfında “sol cephe” politik ve örgütsel sonuçları ile de önümüze bir dizi veri sermiş bulunuyor. Bu nedenle ve artık sol hareket için bir turnusol kâğıdı işlevi gören seçim ortamında bu cepheden ortaya konulan politikaları ve politik sonuçlarını bir kez daha kısaca ele almakta fayda var.

“Sol cephe”: Kimin cephesi?

Kemal Okuyan ve “sol cephe” üzerine kalem tutan her yazar ısrarlı bir şekilde bu politikanın TKP’nin örgütsel bir uzantısı olarak ele alınamayacağını söylüyor. Bu çevrenin geçmiş dönemlerden bildiğimiz pratikleri ile karşılaştırdığımızda farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıkan bu tablo, esasında esnek bir örgütlenmeye dair doğru bir kavrayışın değil, bu zeminde birleşilmeye çalışan güçlerin-unsurların hassasiyetlerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Sol hareket ile yaptığı her işte türlü yöntemlerle kendini dayatan politikaları ile tanıdığımız TKP, söz konusu olan başta CHP içindeki kimi unsurlar olmak üzere ulusalcı anlayışlar ile biraraya gelmeye çalışırken sol cephe kuruluş toplantısında bizzat Kemal Okuyan’ın ağzından ifade edildiği gibi kendisini ön plana çıkartmamak için özel bir gayret içerisine giriyor.

Ya da aynı toplantıda, yine Kemal Okuyan’ın dilinden söylendiği gibi “CHP’nin ya da başka bir siyasi partinin çizgisini tartışma”mak gerekse de Sol Cephe’nin bir dizi platformunda Kürt hareketine ve eksenindeki HDP’ye yönelik bir dizi eleştiri yapılmakta. Tabii ki, buradaki sorun Kürt hareketinin ya da HDP’nin eleştirilmesinde değil. Keza, bizler de ideolojik olarak çok daha sert bir şekilde Kürt hareketini ve HDP’yi devrimci bir eleştiriye tabi tutuyoruz. Ancak TKP ideologu Kemal Okuyan ve diğer sol cephelilerimiz HDP’yi sınırsız bir eleştiri yağmuruna tutuyorken “CHP’nin çizgisini” tartışmamak yönünde özel bir eğilim sergiliyorlarsa burada açık bir ciddiyet ve samimiyet bunalımı vardır. Bu ise TKP çizgisini bilenler için zerre kadar şaşırtıcı değildir.

Keza, “sol cephe”nin ön sürecinde Halkevleri, EMEP, ÖDP gibi TKP’nin kardeş kurum ve partileri ile yaptığı görüşmelerden sonuç alamaması, bu süreç onu bütünüyle CHP’nin ulusalcı çizgisi ile baş başa bırakmış durumdadır. Emperyalist merkezlerde işletilen CHP’nin AKP’nin alternatifi olarak hazırlanmasına yönelik politikalar ile birarada düşündüğümüzde “sol cephe”nin doldurabileceği tek boşluk da düzen için burjuva sol muhalefet boşluğudur.

“Sol cephe” burjuva aydınlanmacılığının resmidir

Elbette hem TKP’lilerin, hem de Sol Cephe içinde biraraya geldiği ulusalcı unsurların bu konuda zerrece bir çekincesi yoktur. Zira, “sol cephe”nin de ötesinde bizzat TKP’nin çizgisi özü itibari ile burjuva aydınlanmacılığı ile sınırlı bir karakter taşımaktadır. Ne muhalefetin sınıf eksenli bir zeminde örgütlenmesi gerekliliği üzerine atılan hamasi nutuklar, ne de sosyalizm üzerine kuru güzellemeler bu gerçeği değiştirmemektedir. Zira “sol cephe”nin köşe taşlarını dizen her bir yazar aydınlanmacılık, özgürlükçülük, eşitlikçilik gibi kavramları ele alırken söze hep aydınlanmacılıktan başlamakta, AKP’nin sınıfsal olarak hangi ihtiyacın ürünü olduğunun üzerinden çoğu durumda atlayarak her fırsatta konuyu dinci gericilik eksenine sıkıştırma eğilimdedir.

“Köksüz bir yazarın kök arayışı” yazımızda da belirttiğimiz gibi Haziran Direnişi ile birlikte TKP’nin yıllardır yaşadığı bayrak sendromunu bu kadar rahat geride bırakabilmesinin, bugün artık tüm açıklığı ve rahatlığı ile burjuva cumhuriyetin bayrağını sahiplenebilmesinin gerisinde de aynı burjuva aydınlanmacı çizgi yatmaktadır. Birleşmeye çalıştığı ulusalcı çizginin bu konudaki köklü hassasiyetleri ise pragmatist politika tarzı ile birlikte onu bu adımlar konusunda daha da hızlandırmakta ve şevklendirmektedir.

AKP karşıtlığına sıkışmak ya da sınıf eksenli bir cephe kurmak

Bu ideolojik konumlanışın pratik politikadaki doğal karşılığı ise AKP karşıtlığına indirgenen bir politika yapış tarzıdır. Kaldı ki bu, tek başına TKP’nin ya da “sol cephe”nin değil, bir bütün olarak reformizmin kendisini siyasal plandaki ifade ediş tarzıdır. En nihayetinde egemen sınıfın somut durumdaki temsilcisini hedefe çakmak bir başka durum, onun kendisini ifade ettiği politik zemine çakılıp kalmak bir başka durumdur. Somut durumda “sol cephe”nin yaptığı doğrudan ikincisidir. Öyle ki, bu durum gelinen yerde “sol cephe”nin köşe taşlarını dizen kimi yazarları dahi rahatsız eden bir aşamaya gelmiş durumdadır. Örneğin “sol cephe”nin kuruluş çalışmalarını duyuran Ali Rıza Aydın 26 Aralık tarihli “Sandık buluşması” başlıklı yazısında kimilerince sol cephenin sandık yükünün altında boğulmaya çalışıldığından yakınmaktadır. Açık ki bu yakınma “sol cephe”de biraraya gelen unsurların “Ne olursa olsun AKP’yi gönderelim!” anlayışının doğal bir sonucudur. Kuruluş toplantısında her yerde yapılamayacağı ifade edilse de kimi yerlerde sol cephenin kendi adaylarını çıkarabileceğinin ve çıkartılması gerektiğinin tartışılmasına rağmen bu açıdan tek bir örnek dahi bulunmaması da söz konusu cephenin somut durumunu göstermesi açısından önemlidir.

Kaldı ki, hem dinsel gericiliği geriletmenin, hem de AKP ile hesaplaşmanın asıl yolu özü itibari ile sermayeye karşı emek cephesini oluşturabilmek ve bu cepheyi genişletebilmek ile mümkündür. Bunun tek koşulu ise politikayı sınıf zeminine taşıyabilmek, bu zeminde sınıf içindeki her türlü ayrımı silikleştiren bir emek mücadelesini örgütleyebilmektir. Haziran Direnişi sırasında temel bir zaaf olarak ortaya çıkan bu tablo için bugünlerde aslında oldukça önemli imkânlar da bulunmaktadır. Her şeyden önce 3 haftaya yakındır fabrikalarında işgal eylemini sürdüren Greif işçilerinin direnişi bu açıdan yol göstericidir. Sınıf mücadelesinin dinamikleri önümüzdeki günlerde benzer örneklerin artabileceği yönünde veriler taşımakla birlikte, Haziran Direnişi’nden ders çıkartmak isteyenlerin, oradan çıkarttığı dersler ile sermaye sınıfı ile hesaplaşmak isteyenlerin bakması gereken yer doğrudan buralardır.

Ciddiyet ve samimiyet bunalımının bir başka yönü

Kuşkusuz “sol cephe” üzerine daha birçok söz söylenebilir. Ancak söyleyeceklerimiz özü itibari ile bugüne kadar söylediğimiz temel yaklaşımların birer izdüşümü olacaktır. Bu nedenle “sol cephe”yi ele alırken burada biraraya gelen kuvvetlerin kimler olduğu ve kendilerine nasıl bir hat çizdikleri üzerine yaptığımız bu kısa hatırlatmalar yeterli olacaktır.

Yine de, bitirirken “sol cephe” üzerinden ortaya konulan politikanın samimiyetsizliği üzerine bir hatırlatma yapmakta daha fayda var. Daha önce de “Köksüz bir yazarın kök arayışı” yazısında söylediğimiz gibi, “sol cephe” özü itibari bugüne kadar sol içinde defalarca kez dile getirilen birlikte mücadele ihtiyacına yeni bir vurgudan ibarettir. “Sol cephe” de dahil olmak üzere böyle bir ihtiyaca temelli bir vurgu yapanlar, sadece Ankara’da, o da CHP Mansur Yavaş gibi tescilli bir faşist aday olarak gösterdikten sonra biraraya gelebilmiş durumdalar. İşin daha da ilginci Ankara halkının karşısına “Solun Ortak Adayı” sloganı ile çıkan bu güçler, Ankara dışındaki hemen her yerde durumu suskunluk ile geçiştirmekte, ya da Hatay’ın Defne ilçesinde olduğu gibi karşıt adaylar çıkararak kendi deyimleri ile diğerlerini “CHP sağcılığına yol vermekle” suçlamaktalar.

Sadece bu durumun kendisi bile, “sol cephe”yi de kapsayan şekilde bir bütün olarak reformizmin düzen siyaseti ve seçimler karşısındaki konumunu görebilmek, ciddiyet ve samimiyet yoksunluğunu ortaya sermek açısından fazlası ile yeterlidir.