“Bir devrim öğretmeni, bir devrim militanı...”
Şevket Akşit
Reşat Fuat Baraner’i saygıyla anıyoruz...
Son nefesini verirken de devrime olan inancını tüm ciddiyetiyle muhafaza etmişti...
O, devrimci eylemin göz bebeği idi.
O, sosyalizm biliminin ışığında teori ve pratiğin ayrılmaz bütünlüğü kuralına uyarak kendisini, boylu boyunca devrime vermiş ve bu bilimsel kurala çapraz düşen davranışlara sürekli olarak karşı durmuştu.
Delikanlılığından ölümüne kadar işçi sınıfının siyasi irtica ile dolaylı, ya da dolaysız en ufak bir muvazaaya yer vermeyen öz örgütü içinde örgütlenmesini savunmuş ve bu yoldaki rizikoları, en küçük bir çıkar peşinde koşmadan göze almış bir devrimciydi.
Reşat Fuat Baraner, yaşlı olsun, genç olsun, işçi olsun, aydın olsun, öğrenci olsun her devrimcinin her vatanseverin, daha karşılaşır karşılaşmaz hemen kaynaştığı bir devrim öğretmeni, bir devrim militanı arkadaş, bir ağabeydi; siyasi irtica ve onun siyasi işlerle ilgili kurumları ise onu bir numaralı düşman olarak bellemişti.
Reşat Fuat Baraner’in ayak parmakları tüm kırıktı. Yasalarımızda işkenceye yer yoktu ama, siyasi irtica bazı hallerde, özellikle kendi hayati çıkarları söz konusu olduğunda, yasa dinlemez, kıyasıya işkence eder, daha doğrusu işkence ettirir adama. Siyasi şube polisleri, ekipler halinde, değişe değişe falakaya çekerler adamı...
Bizim koşullarımızdaki bir ülkede, kendisini devrime adamış bir adamın geçirdiği tevkifatların, çekildiği falakaların haddi hesabı yoktur. Hele bu adam Reşat Fuat Baraner gibi devrimci eylemin cefakar öğretmeni ve militanı olursa!...
O’nu kaybetmemizde çektiği bu işkencelerin ve uzun hapislik yıllarının etkisi büyüktü kuşkusuz. Ama O, bu işkencelerde, uzun hapislik yıllarında, devrimci militanlığını olsun, devrimci öğretmenliğini olsun kaybetmemiş, siyasi irticai her seferinde yenik düşmüş, devrim bayrağını genç nesillere teslim etmekte başarılı olmuştu.
Türk Solu, Sayı: 91, 12 Ağustos 1969
Kocam Reşat Fuat...
Suat Derviş
Sevdiklerini kaybedenler, daima onlardan bahsetmek, onları, onların anılarını başkalarına anlatmak isterler. Ben de kocam, hocam, arkadaşım Reşat Fuad’ın ölümünün birinci yıl dönümünde, ondan bahsetmek istiyorum.
Reşat Fuad gibi, her fedakârlığı göze almış, her feragate hazır, vatanın mutluluğu için canını fedadan çekinmeyecek, bir yurtseverle, hayatımı birleştirdiğim zaman, hayatımın artık çok çetin olacağını biliyordum.
Reşat Fuad’ın eşi olmak, iftiharı çok pahalı ödenen bir mutluluktu. Ama büyük bir mutluluk!.
Reşat Fuad, çok mütevazı bir insandı, ben onun bir gün böbürlendiğine şahit olmadım. Daima ölçülü konuşurdu, değme babayiğidin dayanamayacağı cefalara, kaya gibi karşı koyar, hiçbir şeyden yılmazdı... İnançları için, özel hayatında en çok bağlı oldukları kimseleri, anasını ve karısını bile ön plana almaz, zaaf göstermez, bencil hiçbir duyguya esir olmazdı...
Özel hayatında evlâtların en saygılı, en sevgilisi, dostların en vefalısı, kocaların en müşfiği olan Reşat Fuad’ın çilesi bu sebepten de hakikî bir kahramanlıktır...
Konuşurken, herkesten iyi bildiği bir fikri, söylerken: “Ben öyle zannediyorum” derdi. Amma size bunun yüzde yüz öyle olduğunu anlatırdı.
Reşat Fuad, mantığı kuvvetli, tecrübesi çok, bilgisi geniş bir insandı. Görüşleri sağlam, tahlilleri doğru idi, sebatkârlık onda hiçbir zaman inadın bir görünüşü olmamıştır, onun zaman zaman inatçı görünüşü bu sebattandır. Doğru bildiğini, doğru bilirdi, onun kendine çizdiği yoldan inhirafına imkân yoktu... Onun için, bütün gençliği zindanlarda geçmişti...
O, bir maceracı değildi. Evini severdi, köşesini özler, itiyatlarını yapmak isterdi. Saat gibi muntazam, uslu bir çocuk gibi uysal bir insandı. O da neş’elenmesini, o da gülmesini, o da eğlenmesini severdi. En çok sevdiği şey arkadaş muhiti idi...
Onu en üzen şey arkadaş ihanetiydi...
İnsanları çok severdi, kimsenin kalbini kırmak istemezdi. Ona uzaktan yakından yaklaşan insanlar, onu sayar; onu severlerdi. Reşat kimsenin kalbini kırmazdı. Onun hiçbir kusuru yok muydu diye bana sormasınlar... Ben kat’iyetle yoktu derim. O bana yirmisekiz yıllık gurur ve mutluluk hayatı hediye etti.
Evet; ben bütün çektiklerime rağmen, dünyadaki kadınların en mutlularından biriyim, Reşat Fuad’ın karısıyım.
Onun son mahbusiyeti ve sürgün cezası bittiği zaman açlıktan kaçıp kız kardeşime sığındığım Avrupa’dan -O zaman İsviçre’de idim- ona yanıma gelmesi için rica ettim, Elliüç yılından elliyedi yılına kadar ettiğim mücadelelerden sonra ismimi Avrupa’da tanıtmıştım. Eserlerim çıkıyor, para kazanıyordum. Reşat da bu para ile yaşardı elbette...
Reşat, ona bu konuda yazdığım ilk mektuptan son mektuba kadar bana aynı cevabı verdi: “Ben ne yapdımsa yurdumu daha mutlu görmek için yaptım. Kabahatli değilim ki, utancımdan kaçar gibi memleketimden kaçayım” dedi, sonra da benim dönmem için ısrar etti.
Dönüşümde yine çalışmak imkânı bulamadığım için Reşat ikimizin hayatını kazanmak için ölesiyle çalışıyordu... İşinden yorgun döndüğü gecelerde ise ya eskisi gibi okuyor yahut değerli tercümeler yapıyordu. Ayrıca da Türkiye’deki tarım meselesi üzerine bir eser hazırlıyordu.
Reşat öleli bir sene oldu, onun ölümünün birinci yıl dönümünde onun mezarını ziyarete giderken içim neden böyle ümit dolu!... Biz bütün hayatımızı bu ümide bağlayarak yaşadık da ondan...
Mutluluğa er veya geç kavuşulabileceğine olan inancım sarsılmadı... Dünyanın esası mutluluktur... Buna erişilmesi için elbette acı çekmek lâzım... Böyle bir nimet kolay kazanılabilir mi?
Bencil olmayan bir çifttik biz... Büyük mutluluğa kavuşmak için onun kahraman hayatının ve benim küçücük hayatımın bir katkıda bulunduğu kanısındayım.
Ve işte 12 Ağustos günü kocamın mezarına yaşlı bir dul kadın gibi değil, ümitle pırıl pırıl istikbâle güvenen genç bir gelin gibi başım yüksek, gözlerim kuru gidiyorum.
Aydınlık, Sayı:10, 1969