Bundan yaklaşık bir buçuk sene öncesiydi. Erdoğan’ın Goebbels’leri her şeyin güllük gülistanlık olduğu, Erdoğan’ın Ortadoğu için vazgeçilmez lider olduğu masalları ile kitleleri uyutmaya çalışırken, Erdoğan-Obama ikilisinin yaptığı bir telefon görüşmesinin ardından Beyaz Saray’ın resmi sitesinden yayınladığı bir fotoğraf Türkiye-Amerika ilişkilerinin gerçek niteliğinin on yıllardır değişmeden devam ettiğinin basit bir kanıtı olmuştu. Ne var ki, o fotoğrafta sallanan beyzbol sopası, sadece Erdoğan’ın Ortadoğu’nun güçlü lideri olma hayallerinin değil, aynı zamanda ABD emperyalizminin Ortadoğu politikalarının da iflas ettiğini simgeliyordu.
Geçtiğimiz hafta Galler’de gerçekleşen NATO üyesi ülkelerin Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi ve bu zirvede gerçekleşen Obama-Erdoğan buluşması da ABD emperyalizmi ve stratejik uşağı Türkiye adına iflas eden Ortadoğu politikasının yeni bir resmidir.
Bilindiği gibi bu politika esas olarak, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını savunmak temel hedefini içerecek biçimde ABD-İsrail-Türkiye şer ittifakı üzerinden cisimleşmekteydi. Özellikle 11 Eylül sonrasında bu ittifak içerisinde Türkiye’ye biçilen misyon özellikle önem kazanmış, bugüne kadar emperyalizm adına büyük bir iştahla yerine getirilen ileri karakol görevine “Ilımlı İslam Projesi” üzerinden şekillenen bir model ülke olma görevi eklenmişti. Halef Başbakan Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” başlığı ile teorize ettiği bu görevde Osmanlı’nın yayılmacı geleneğinden beslenen ve İslami kodları ile bir hükümet partisi olmaktan çıkıp iktidar odağı haline gelen AKP ve şefi Erdoğan şahsında Türk Devleti’ne de basit bir kurşun askerliğin ötesinde taşeron bir bölgesel emperyalist odak olma payesi biçiliyordu.
ABD emperyalizmi ve Erdoğan için “Arap Baharı”nın ilk dönemi ise bu politikanın görüntüdeki başarısı anlamına geliyordu. Bu süreçte ABD emperyalizmi Ortadoğu’da kendisi için ayakbağı olan rejimlerden güç kullanmadan kurtulduğunu, AKP şefi Erdoğan ise meydanlarda dalgalanan posterleri ile Ortadoğu’nun yeni lideri olduğunu sanıyordu. Zira devrimci bir önderlikten yoksun olduğu koşullarda Arap halklarının isyanı, ilk döneminde emperyalist odaklar tarafından yönlendirilmeye ve denetlenmeye açık hale gelmişti. Ne var ki, ABD emperyalizminin hesaplayamadığı bir biçimde bu isyanların gerçek temeli olan sosyal hoşnutsuzluklar çok geçmeden yeniden başgösterdi. Başta Tunus ve Mısır olmak üzere, “model ortak” Türkiye’nin AKP’sinin küçük bir kopyası olan yeni işbirlikçi rejimler kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğu ile birlikte hızla çöküş sinyalleri vermeye başladılar. Sonrası ise, ABD emperyalizminin Ortadoğu politikalarının ve Türk sermaye devletinin taşeron emperyalist bir bölge gücü olma hevesinin iflası anlamına geliyordu. Afganistan ve Irak’ta içinden çıkılamayan batak, Suriye’de kolay başarı hevesleri ile girilen bir macera ve ortaya çıkan başarısızlık tablosu, bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan ve güncel olarak temel bir tehdit haline gelmeye başlayan IŞİD gericiliği, Ukrayna’da Rusya’yı dizginlemek adına kışkırtılan faşizmin ortaya çıkardığı, müdahale gücü ve cesaretinin de bulunmadığı yeni bir kangren…
Tüm bu tablo, ABD emperyalizmi için Ortadoğu politikasının yeni baştan şekillenmesi anlamına gelmektedir. Bu yeni şekilleniş içinde ortaklıklar ve ortaklara dağıtılan rol ve görevler de yeniden tanımlanmaktadır. İşte Türkiye’de elde ettiği iktidarla gözü dönen Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’sinin anlamadığı, daha doğru bir ifade ile anlamak istemediği durum da tam olarak budur. ABD emperyalizminin Türkiye’yi model ülke olarak seçtiği Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çoktan çökmüş, GOP’un “Eşbaşkanı” Erdoğan’a ve Türkiye’sine ise kala kala bir kez daha kurşun askerlik görevi kalmıştır. Bu kurşun askerliğin ise sınırları çoktan bellidir. ABD emperyalizmini doğrudan savaşın içine çekmeyecek müdahaleler ile birlikte Türkiye'yi bir kez daha NATO’nun ileri karakolu olma görevi beklemektedir. Özellikle Suriye’de elde edilen başarısızlık ve bunun bir sonucu olarak ABD emperyalizminin Rusya ve İran gibi büyük askeri güçlerle karşı karşıya gelmeden sorunları çözmek istemesi, Türkiye’nin Suriye ve IŞİD üzerinden sergilediği saldırgan politikayı da gereksiz ve dahası ABD emperyalizmi açısından riskli hale getirmektedir.
İşte bir buçuk yıl önce basit bir telefon görüşmesi sırasında sallanan beyzbol sopasının ve geçtiğimiz hafta gerçekleşen NATO zirvesinde gerçekleşen ikili görüşmedeki “diplomatik” hatırlatmaların karşılığı tam da bu zemine oturmaktadır.
Elbette, Erdoğan’ın Goebbels medyası bu tablonun üzerini rahatlıkla çizmekte, bir buçuk yıllık küskünlüğün ardından gerçekleşen bu görüşmeye methiyeler düzmekte, toplantının bütünlüklü gündemi ve tartışılan sorunlar ortada yokmuş gibi, Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama’dan Gülen ile ilgili iade talebini ön plana çıkartmaktadır. Yani yandaş medyaya bakarsanız, NATO zirvesi emperyalist devletler için derinleşen bir kangren anlamına gelen sorunları bir kenara bırakmış, Erdoğan’ın dünkü dostu bugünkü düşmanı Gülen Cemaati’nin nasıl engelleneceğini tartışmak için toplanmıştır. Oysa görüşmeye katılan bir diplomatın ağzından yansıyan “Görüşmeden hoşaf gibi çıktık!” ifadesi, NATO zirvesinin bir bütün olarak taşıdığı psikolojiyi ve bu çerçevede Türkiye-ABD ilişkilerinin gerçek niteliğini bir kez daha ortaya sermektedir.
Dahası, Osmanlı’dan kalma yayılmacı hevesleri ile Suriye ve IŞİD konusunda sergilediği saldırgan politikalar çoktan Türk devletinin ayağına dolanmış durumdadır. Özellikle IŞİD, yani daha düne kadar bizzat emperyalist merkezlerden yönlendirilen bu vahşi çete gelinen noktada emperyalist ülkeler için ciddi bir risk olma durumuna gelmektedir. Irak işgali öncesinde 49 ülkeden aldığı destek ile kendisini güvenceleyen ABD, geçtiğimiz hafta gerçekleşen NATO zirvesinde IŞİD karşısında dile getirdiği koalisyonu, o da güç bela ve tehditle ancak 10 ülkenin katılımı ile oluşturabilmiş durumdadır. Bu yüzden IŞİD gericiliğinin yaratabileceği tehditler karşısında, Türkiye’nin hızla hizaya çekilmesi ve görevlerinin yeni baştan hatırlatılması ABD emperyalizmi için özel bir gereklilik durumuna gelmiştir.
Erdoğan-Obama görüşmesi sırasında dile getirilen “Türkiye’nin Ortadoğu’daki politik çizgisini NATO ve ABD çizgisinde görmek istiyoruz” ifadeleri bu açıdan özellikle önemlidir. Açık ki, IŞİD’e karşı gündeme gelen koalisyon kapsamında Türk devletine bir kez daha özel roller düşecek, ikirciksiz bir şekilde yerine getirmek zorunda olduğu roller karşısında ise bugüne kadar kendi elleri ile beslediği gericiliğin kendisini vurması kaçınılmaz hale gelecektir.
Erdoğan ve temsil ettiği gerici odak için rüyalar dönemi çoktan geride kalmış durumdadır. Haziran Direnişi ile duyduğu korkuya artık, kendi elleri ile besleyip büyüttüğü bir çelişkiler yumağı eklenmiş durumdadır. Tüm bu gerici kuşatmanın arasından sıyrılması gerekenler ve kuşatmayı yaracak olanlar ise emperyalizme karşı direniş bayrağını kuşanan devrimciler olacaktır.