Grevci işçilerin perspektifinden George Floyd cinayeti ve ötesi...

İlerici Alman gazetesi Junge Welt’in (09.06.2020) grevci işçilerin sözcüsüyle yaptığı ve Kızıl Bayrak için çevirdiğimiz röportaj, ırkçılığın sınıfsal boyutlarına da ışık tutuyor

  • Çeviri
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Haziran 2020
  • 12:02

George Floyd’un polis tarafından katledilmesi üzerine başlayan protesto eylemleri ABD’nin sınırlarını aşarak dünyaya yayıldı. Eylemlerde klasik köle tacirlerinin heykelleri yıkıldı, sokaklara verilen adları söküldü. Modern dünyanın efendileri de ikiyüzlüce diz çökerek günah çıkardılar. Oysa, köle tacirlerinin isimlerini kentlere, okullara, sokaklara verenler de heykellerini dikenler de modern dünyanın efendileriydi.

Kapitalist devletler geçmişten bugüne ırkçılığı, milliyetçiliği, dinciliği emekçileri bölmenin aracı olarak kullanmakta sakınca görmediler. Devlet başkanlarından başbakanlara kadar hepsinin elleri azınlıkların ve emekçilerin kanlarına bulaşmış canilerin bugün diz çökmesi, saltanatlarını koruma hasebiyledir. Yükselen halk hareketi karşısında ataları olan klasik köle tacirlerine sahip çıkamayıp riyakarca diz çökmeleri de onları kurtarmaya yetmeyecektir. Aşağıdaki röportaja konu olan grev ve grevi kırmak için burjuvazinin başvurdukları yöntemler, onların kendi atalarından hiç de geri kalmadıklarını gösteriyor. Grevci işçilerin deneyimleri ise bu saltanatın nasıl yıkılacağına önemli bir ışık tutuyor.

Söz konusu grev protesto dalgalarının yayıldığı günlerde ABD’nin New Orleans kentinde gerçekleşti. Grev, nicel bakımından olmasa da nitelik olarak oldukça anlamlı ve önemli deneyimler ortaya çıkardı. Taşeron firma People Ready’de çalışan temizlik işlerinden 14 kamyon şoförünün başlattığı grev, George Floyd dayanışma eylemleriyle de birleşerek geniş bir kesimi etki alanına çekti. Sendikasız olarak başlattıkları grevden edindikleri deneyim ve gördükleri muazzam dayanışmanın verdiği moralle işçiler önlerine daha büyük hedefler koyuyorlar.

İlerici Alman gazetesi Junge Welt’in (09.06.2020) grevci işçilerin sözcüsüyle yaptığı ve Kızıl Bayrak için çevirdiğimiz röportaj, ırkçılığın sınıfsal boyutlarına da ışık tutuyor:

“Biz insanız. Çöp değiliz!”

- New Orleans’ta temizlik işçilerine “Hoppers” denir. Bu terim, işçilerin günlük olarak yaptıkları ağır ve hatta bazen hayatı tehdit eden işleri ifade eder. 5 Mayıs’ta bazı işçiler greve gitti. Neden?

Bütün ülkede olduğu gibi, burada New Orleans’ta da iğrenç olarak adlandırılabilecek sistemik bir yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyoruz. Temizlik işçileri en kötü şartlar altında, People Ready adlı taşeron bir şirkette çalışıyorlar. Bu taşeron firma Metro için çalışıyor. Metro ise belediyeye bağlı olarak çalışıyor.

Büyük bir fiziksel eforla, kimyasal atık, dışkı ve bakterilerle kirlenmiş çöpler de dahil olmak üzere, günde 45 tondan fazla çöp topluyorlar. Ne çalışmaları için yeterli koruyucu giysi ne de risk ödeneği veriliyor. Basit evlerin fiyatlarının bile 250 bin dolar olduğu bir şehirde saat ücreti olarak 10,25 dolar kazanıyorsunuz. Burada, dünyanın en zengin ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamanın maliyetine karşı bu anormal bir çelişkidir. Çalışma koşulları ve düşük ücretler uzun süredir katlanılmaz boyuttaydı. İşçiler daha iyi ekipman ve ödeme talep etti, ancak sesleri hiç duyulmadı. Covid-19 bardağı taşıran son damla oldu. Herkesin sağlığından endişe duyduğu günlerde, çalışanlar eskisi gibi aynı koşullarda çalışmaya zorlandılar. Yaşanan krizin ağırlığı göz önüne alındığında, çalışanların şirketin hiç umurunda olmadığı daha da netleşti. Bunun üzerine, Metro’ya ait 7 kamyonu kullanan 14 temizlik işçisi greve çıktılar ve kendilerini “Şehir Atık Birliği” olarak ifade edip, sendikal örgütlenmeye gittiler.

- Şirket buna nasıl tepki verdi?

Diğer bazı temizlik işçilerinin de taleplerimizi destekleyerek işi bırakmaları üzerine, taşeron firma People Ready direnişe geçen işçileri işten atmakla kalmayıp, ertesi gün bölge hapishanelerinden mahkumları ve denetimli serbestlikle dışarıya çıkan ancak evlerinde kalmak zorunda olan insanları işe alarak, grevi kırmak istedi.

Denetimli serbestlikle dışarıya çıkanlar, grevci işçilerden saatte bir dolar daha az kazanıyorlar ve ücretlerinin yüzde 64’ünü de denetimli serbestlik merkezlerine vermek zorundalar. Üstelik bazen haftada 60 saate kadar çalıştırılıyorlar. Mahkumlar ise aynı iş için saatte bir dolardan fazla para alamıyorlar. Her iki kesimdekilerin de pratikte bu görevi reddetme olasılığı yoktur, grevimizi kırmak için insanları zorla çalıştırdılar diyebiliriz. Bu tür uygulamalar ABD’de bir istisna değildir, ancak bizim durumumuzda büyük öfkeye neden oldu. Şirket, birkaç gün sonra grev yapma hakkımızı tanımak ve işten çıkarılanları tekrar işe almak zorunda kaldı. Şimdi greve devam ediyoruz ve taleplerimiz karşılanana kadar işbaşı yapmayacağız. Taleplerimiz: saat ücretinin 15 dolara çıkarılması, uygun koruyucu kıyafetler ve risk ödeneği verilmesini içeriyor. Ayrıca, diğer şeylerin yanı sıra, çalışanlarımızın her gün maruz kaldıkları toksik hidrolik sıvısını kaybeden kısmen bozuk araçlar onarılmalı veya değiştirilmelidir.

- Grev şimdi ülke çapında ırkçı polis şiddetine karşı yapılan kitlesel gösterilere denk geliyor.

Bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür. New Orleans’taki gibi, ABD’nin geri kalanında da sorun sadece her gün yaşanan ırkçılık değildir. George Floyd’un öldürülmesi yüzbinlerce insanın sokaklara çıkmasını sağladı. Ama bu tepki sadece ırkçı polis şiddetinin ölümcül aşırılıklarıyla ilgili değil, daha derin bir toplumsal adaletsizlikle ilgili. Bizim örneğimiz, buna parlak bir ışık tuttu. Şöyle ki, insanca tedavi ve yaşam ücreti talep ettiğimiz şirket de bir Afro-Amerikalı’ya ait. Kapitalistin teninin de siyah olması, siyahların ve diğer renkteki insanların sömürülmesini otomatik olarak durdurmaya yetmiyor. Dolayısıyla, şimdiye kadar olduğu gibi, herhangi bir kota politikasıyla ırkçılıkla mücadelede başarı sağlanamaz.

Geçen hafta şirketin bahçesinde yaptığımız barışçıl gösterimizde, şirket yönetimi polisi üzerimize gönderdi. Neyse ki eylemimiz barışçıl kaldı. Ancak Afro-Amerikalı’ya ait bir şirket yönetimi, siyah insanların tekmelendiği ve sokaklarında suikastların düzenlediği bir ülkede işçilerine karşı harekete geçiyorsa bu neyi gösteriyor? Şirketimizin Afro-Amerikalı’ya ait olması gibi, birkaç siyah insanın liderlik pozisyonuna gelmesi de durumumuzu değiştirmiyor. İşçiler aldıkları ücretle ayın sonunu nasıl getirecekleri hesabını yapmaktan kurtulamıyorlar. Şefin kökeni bu durumu değiştirmiyor. Birkaç siyah insanın yönetici veya patron pozisyonunda olması ırkçılık sorununu çözmez. Bu sadece, Metro’nun şefi gibi, siyah insanların kendilerini diğer siyahlardan daha üstün olarak görmelerine yol açar. Böylece, Afro-Amerikalı insanların birliğini güçlendirmez, aksine iki ayrı kutuba böler. Bir yanda ayın sonunu nasıl getireceğini bilmeyen işçiler, diğer yanda ise ekonomik statülerinden aldıkları güçle insanları acamasızca ezen ve tıpkı eski beyaz patronlar gibi “siyah patronlar” yaratır.

- Bu yerel grevin tarihsel eylemlerle bağlantısı var mı?

Grevimiz için, 60 yıl önce Afro-Amrikalıların sivil haklar hareketinden, kasıtlı olarak 1960’lardaki insan hakları mücadelesinden sembolleri seçtik.

1968’de Memphis’te iki temizlik işçisi öldürüldüğünde, “Ben bir insanım” şiarı kentin kamu işçileri için bir grev çağrısı olmuştu. Biz de bugün diyoruz ki, “Biz insanız, çöp değiliz!” Bu çağrı, 2020’de, 50 yıldan fazla bir süre sonra, o zamanki gibi hala güncel. Afro-Amerikalılar’ın sokakta öldürülmeleri gibi insanlık dışı çalışma koşulları da değişmemiştir. Yeni olan sadece olayların televizyonlarda canlı olarak yayınlanmasından ibarettir. Sivil haklar hareketinden yarım yüzyıl sonra, siyah insanlar hala insan olarak muamele görmüyorlar.

-Greviniz muazzam bir dayanışma gördü. New Orleans’ın ötesindeki etkisi nasıl oldu?

Dayanışma bizi çok etkiledi. Grev için en gerekli giderlerimizi karşılamak amacıyla “gofundme.com”da 5.000 dolarlık bir bağış çağrısı başlattık. Yapılan bağışlar daha şimdiden 100.000 doların üzerine çıktı. Bu durum bizi daha büyük ittifaklar kurabileceğimiz konusunda çok iyimser yapıyor. Henüz sendika olarak tanınmıyoruz. Ne People Ready şirketi ne de belediye meclisi görüşmeleri kabul etti. Ama gücümüz büyüyor. Bir ay önce grev yapmaya karar verdiğimizde oldukça deneyimsiz ve bilgisizdik. Çok kısa bir sürede sendikacılığın gerçekte nasıl olabileceğini ve ne kadar büyük fırsatlar sunduğunu öğrendik. Şimdi New Orleans’ın diğer temizlik işçilerinin de katılabileceği bir sendika kurmak istiyoruz. İnsanlar güçsüz olmadıklarını ve kaderlerini ellerine alabileceklerini anladıklarında, hedefleri için birlikte mücadele edeceklerdir. Yerel bir yapı olarak daha büyük bir sendikaya katılmak için de çalışıyoruz. Böylece Metro ve şehir yönetimini pazarlık masasına oturmaya zorlayacağız. Aynı zamanda diğer sektörlerdeki işçileri de harekete geçmeye çağırmak istiyoruz. Herkes için iyi bir yaşam kurma mücadelesinde birlikte olursak, yukarıdan dayatılan “ırkçı bölünme”nin de üstesinden gelebiliriz.