İnsan üzerinde yapılan deneyler CIA işkence programının ana özelliklerinden biriydi. Sorgu ve gözaltı tekniklerinin deneysel yapısı, Senato İstihbarat Komitesi’nin “idari özet” araştırma raporunda, CIA tarafından, bu acımasız tekniklerin uygulandığı laboratuvarları ve faillerin kimliklerini gizlemek amacıyla diretilen düzeltmelere rağmen, açık bir şekilde kanıtlamıştır.
Bu insan deneyi projesi kapsamında,CIA tarafından iki psikolog James Mitchell ve Bruce Jessen görevlendirildi. Kendilerinin ve diğerlerinin kurumun gizli “kara alan”ında tutuklu bulunan kişiler için başvurduğu sorgulama ve gözaltı protokollerini tasarladılar.
Senato raporuna cevap olarak, CIA bu iki kişiyi görevlendirmesini şöyle meşrulaştırdı: “Onların uzman görüşlerininbenzersiz olduğuna inanıyoruz. Eğer CIA’in bunları, programın henüz keşfedilmemiş bölgeleri içinde yönettiği açıkça görülmeseydi üstesinden gelemeyebilirdi.” Mitchell ve Jessen’in nitelikleri, sorgulama deneyimi yönünde değil; ya da El Kaide ve benzeri konularda kültürel ve dilsel anlamda uzmanlaşmış değiller. Hava Kuvvetleri’nde, Amerikan savaş tutuklularına yönelik işkencelerin etkilerini çalışma konusunda deneyime sahipler. Aynı zamanda “öğrenilmiş çaresizlik” teorisinin köpekler üzerinde yapılan deneylerden elde edilen verilen insanlar üzerinde kullanılıp kullanılamayacağını araştırıyorlar.
Bu teorileri uygulamak için Mitchell ve Jessen, “bitkinlik, çözülme ve yılma” oluşturma maksadıyla, ya kişisel irtibatta bulunuyorlar ya da gözetim yapıyorlar. “teorileri”nin çok anlaşılamayan belirli bir araç-amaç ilişkisi var – Mitchell, ViceNews’e verdiği bir röportajda ters bir şekilde konuşarak şu açıklamayı yaptı: “kötü polisin amacı kötü adamı iyi polise konuşturtmaktır.” Bir diğer deyişle; “gelişmiş sorgulama teknikleri” (Bush yönetiminin hüsnütabiriyle gelecek günler için) kendi kendilerine kullanışlı bilgiler üretmiyorlar; onun yerine dava konusu edilebilir istihbarat bilgilerinin çıkarılmasına olanak sağlayacak toplam talep durumunu üretiyorlar.
Mitchell, aynı eski CIA Direktörü Micheal Hayden ve işkence programını savunan diğerleri gibi, Senato raporundaki temel hatanın araçlar (su altında tutularak nefessiz bırakmak, “rektal dehidrasyon” haftalar ve aylar boyunca tamamen karanlık ve izole bir odada çıplak kalma ve tutukluları konuşturma amacıyla uygulanan diğer teknikler.) ve amaçlarla ilgili olduğunu iddia ediyorlar. Bu durumu savunanlara göre bu teknikler amaç olarak, uygulanan kişilere boyun eğdirerek, Amerikalıları güven altına alabilen verimli bir istihbarat sağlamaya olanak yaratıyor.
Bir anda bu konunun göbeğine düşen Amerikalılarda, yeniden, “gelişmiş sorgulama” konusunun yasallığı ve faydası tartışması başladı. Bu durum bize “işkence”nin ahlaki olarak kınanması gereken ve suçluluk içeren bir davranış olma damgasını kaybettiğini hatırlattı. 2012’deki GOP (ABD Cumhuriyetçi Partisi) Başkanlık önseçimlerinde, adayların yarısından fazlası suya sokarak nefessiz bırakma şeklindeki işkence yönetimini geri getirmek için söz vermiş ve şimdi bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Örneğin, Meet the Press’te, , Bush döneminde işlevsel olarak ulusal güvenlik karar alma hiyerarşisinin başında bulunan eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney, bunu bir anda tekrar yapabileceğini duyurdu.
Bir avuç alt kademe topluluğun davasının da ötesinde, hiç kimse, gelecek için sorumlu tutulamaz. Hatta, çeşitli “şeytanla pazarlık” faaliyetlerinin sonucunda hiçbir ceza verilmemesi neredeyse garanti altına alınmış durumda. Bu pazarlıklara devletin hukukçuları tarafından CIA için yazılan, Anayasa’nın 2006 Askeri Kurul Kanunu’nda eklediği savaş suçları için geriye dönük dokunulmazlığı sağlayan “altın kalkan” yasal bildirimi de dâhil. Senato raporunda görülen o ki, işkence programında hala tasnif ve gizlilik olduğu aşikâr. Bunu yapılan düzeltmelere bakarak anlayabiliyoruz. En önemli gösterge ise, Başkan Obama’nın 2009’dan beri her yerde ifşa etmeyi sürdürdüğü “geçmişi sil, ileriye bak” duruşu. Amerika’nın çoğunluğu işkencenin yasallığını kabul etmiş gibi görünüyor…
İnsan üzerinde yapılan deneyler ise, siyasi olarak meşru ve yasal bir teşebbüs haline gelmiş değil. Bu nedenle, insan üzerinde yapılan deneylerde, Beyaz Saray ve CIA gibi yüksek seviyelerden yönetilen kara alan işkencelerinin mimarları ve uygulayıcılarının değerinin artması bize daha uygun geliyor. Raporu bu bakış açısıyla okumak hesap verilebilirlik ve cezasızlık konularına farklı bir ışık tutuyor.
“Terör savaşı” CIA’in insan üzerinde yapılan deneyleri göze aldığı ilk girişimdi. Soğuk Savaşın başlarında, Nazilerin insan üzerinde yapılan deneyleri yeni bir kimlik kazandı ve “Paperclip Harekatı” adı altında Alman bilim adamları ve doktorları Amerika’ya getirildi. Kore Savaşı sırasında, Amerikan savaş tutsaklarını ele geçiren komünistlerin sayısının şok edici bir hızla artması nedeniyle alarma geçilince, CIA zihin kontrolü araştırmalarına yatırım yapmaya başladı. 1953’te CIA “MKUltra Projesi"ni oluşturdu ve bu projenin ilk dönemlerine hipnoz, elektroşok ve halüsinasyona sebep olan uyuşturucular kullandı. Proje daha sonra psikolojik işkence deneylerine evrildi ve Sovyet ve Çin modelleri benimsenerek, uzun süre ayakta tutmak, izole bir hücreye kapatmak, uyku yoksunluğu ve küçük düşürme yöntemleri uygulandı. Kısa zamanda bu yöntemler bir tür Soğuk Savaş “bilim”ine dönüştü.
Vietnam Savaşı sırasında CIA psikolojik işkenceyi sert sorgulamalar, insan üzerinde yapılan deneyler ve hukuk dışı infaz ile bir araya getiren bir “Feniks Programı” geliştirdi. 1963’te, CIA ve “bitkinlik, çözülme ve yılma” üretme tekniklerini bir araya getirerek “dirençli” kaynaklardan bilgi alma sanatıyla ilgilenen görevlilere yol göstermek için, “Kubark Karşı İstihbarat Sorgulamaları” başlığı altında bir el kitabı çıkardı. Komünistler gibi, CIA bedene şiddet uygulamayı hedef alan yöntemlerden kaçınıyor; onun yerine boyun eğdirmeyi arzu ediyor ve tüm duyu organlarına sistematik olarak saldırıda bulunarak zihni hedef alan yöntemlere başvuruyor. Feniks Programı’nın yöntemleri, “Batı Yarıküre Güvenlik İşbirliği Enstitüsü”nün (Birleşik Devletler Askeri Okulu) ders programı bünyesine girdi ve Kubark rehberinin geliştirilmiş bir versiyonu olan ve 1983’te hazırlanan “İnsan Kaynaklarını Sömürme” başlıklı el kitabı, komünizme karşı küresel savaşın devam ettiği dönemlerde Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’daki sağ kanat rejimlerin istihbarat servislerine yayıldı.
1980’lerin ortalarında, CIA, soruşturmalardaki ABD destekli vahşetin öznesi haline geldi. The Baltimore Sun tarafından açılan “Bilgi özgürlüğü hakkı davası”nın sonucunda, bir çok el kitabı 1997’de kamuya açıldı. Bu süreçte sanki bir “bir daha asla!” anı yaşanıyor gibiydi.
Fakat yine aynı noktadayız. Mitchell and Jessen geri döndü. Deneyimleri “olağanüstü durumlarda hayatta kalma, düşmandan kaçınma, sorguya karşı koyma ve kaçma teknikleri” (SERE) konusundaki askeri eğitim deneyimleri sayesinde, 11 Eylül’den sonra, üst-düzey Pentagon yetkilileri tarafından kendileriyle iletişime geçildi. Sonrasında ise, terör şüphelilerini konuşturmak için, bazı SERE tekniklerinin “tersine mühendislik” yöntemiyle kullanılıp kullanılamayacağını öğrenmek isteyen hukukçular bu kişilere ulaştılar.
Soyut farazi düşünceler (SERE terine mühendislikte kullanılabilir mi?) zaman içinde su altında nefessiz bırakma ve kutu hücreler teknikleri için kullanma yetkisi insan üzerinde yapılan deneylerin yapıldığı bölgelere dönüştü. 15 Nisan 2002’de, Mitchell ve Jessen Tayland’da bir kara bölgeye giderek, Abu Zubaydah’ın sorgulanmasına yardım etti. Bu CIA tarafından esir alınan “yüksek öneme sahip tutuklular”a yönelik yapılan müdahalelerin ilkiydi. Temmuz itibariyle, Mitchell, CIA karargahlarına, daha zorlayıcı tekniklerin uygulanması için öneri sundu. Ve Temmuz sonunda bunların bir çoğu kabul edildi. Bu zamandan, 2008’de program yeniden yapılandırılana kadar, en az 38 kişi bu psikolojik ve fiziksel işkencelere maruz kaldı ve sonuçlar belgelenerek yöntemsel bir analize tabii tutuldu. İnsan üzerinde yapılan deneyin sözlük anlamı, işte tam da budur.
Benim üzerinde durmak istediğim şey, işkencenin yasa dışılığını azaltmak ya da faillerden hesap sorulmasını yasal bir mecburiyet haline getirmek değil. İşkence kavramının çok kafa karıştırıcı ve rahatsız edici olduğunu düşündüğüm için, CIA programını insan üzerinde yapılan deneyler bağlamında ele alırsak, hesap verilebilirliğin toplumsal olarak daha makbul bir yerde duracağını söylüyorum. Eğer böyle yaparsak, failleri “iyi niyetle hareket eden vatanseverler” olarak mazur görmek ve yüceltmek daha zor olacaktır. “İşkence”, siyasi elitlerin Pazar sabahları yayınlanan sohbet programlarında kamuoyuyla oynadığı bir Rorschach testine dönüşse bile, insan üzerinde yapılan deneyler böyle bir savunucu ve yandaş kesime sahip olmaktan çıkar.
Kaynak: TheNation.com
Dünya Bülteni için tercüme eden: Cansu Gürkan
Dünya Bültüni / 22.12.14