TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun 2018 yılı bütçe görüşmelerinin son başlığı Maliye Bakanlığı’nın bütçesi idi. Maliye Bakanlığı’nın bütçe sunum kitabında yer alan verilere göre, AKP öncesinde 1986 ile 2002 yılları arasında 8 milyar dolarlık özelleştirme yapılırken, AKP’nin 15 yıllık iktidarında ise 60.8 milyar dolarlık kamu malı satıldı. Bu da bugüne kadarki özelleştirmelerin yüzde 90’ının AKP döneminde yapıldığı anlamına geliyor. Bir başka deyişle AKP, iktidarda olduğu süre boyunca sermayeyi fazlasıyla ihya etmiş bulunuyor.
AKP son 15 yıldır kamu varlıklarının satışı konusunda ne denli maharetli olduğunu göstermiştir. Bu konuda bitmek bilmeyen bir “gayretle” çalışmaya devam etmekteler. Zira, Kasım ayı itibarıyla 460 özelleştirme ihalesi gerçekleştirilmiş ve yeni özelleştirmelerin kararları alınmıştır. Bununla yetinilmeyeceğini bakanlığın sunum kitabında yer alan şu ifadelerden anlıyoruz; “Bundan sonraki süreçte de özelleştirme uygulamalarına makro ekonomik politikalar ve uzun vadeli sektörel öncelikler çerçevesinde, portföyde bulunan kuruluş ve varlıklar ile devam edeceğiz”
Devlet bütçesinin gelirinin çok büyük bir kısmını işçi ve emekçilerden kesilen vergiler ve kamu kaynaklarının talanına dayanan özelleştirmeler oluşturmaktadır. Özelleştirmeler yoluyla kamuya ait mallar sermayeye peşkeş çekilmekte, yağmalanmaktadır. Türkiye’nin stratejik anlamda önemli kamu kuruluşları satılmıştır. Özelleştirmenin bütçeye gelir elde etmek adına yapıldığı söylenerek işçi ve emekçiler kandırılmaktadır. Biliniyor ki, devlet bütçesinin büyük bir kesimi sermayeye “kaynak” olarak aktarılmaktadır. Bunun yanı sıra savaşa, saldırganlığa ve gericiliğe devasa bütçe ayrılmaktadır. Sermaye düzeninin öncelikli ihtiyaçları gereği başka türlüsünün olamayacağı da ortadadır. Bundandır ki, devlet bütçesi sürekli açık vermektedir. Sürekli borç içindedir. AKP kendinden önceki dönemden 221 milyar dolar toplam borç devr alırken, 15 yılın sonunda bu rakam 700 milyar doları aşmıştır.
AKP’nin OHAL ortamında kurduğu Varlık Fonu ile kalan kamu kuruluşları teminat gösterilmek üzere bu fona devredilmiştir. Yani bu kamu kaynakları, kredi-borç bulabilmek adına ipotek edilmiştir.
Öte yandan vurgulamak gerekir ki, “yerli ve milli” vurgularını sıklıkla kullanan AKP iktidarı eliyle yapılan özelleştirmelere baktığımızda, örneğin limanlar, elektrik dağıtım şirketleri, araç muayene istasyonları ve fabrikaların çoğunluğunun yabancı sermayeye satıldığını görmekteyiz. Türk Telekom’un yüzde 55’i Arap sermayesi Ojer Telekom’a, TÜPRAŞ’ın yüzde 51’i İngiliz Shell ve Koç ortaklığına, PETKİM’in yüzde 51’i Azer Socar’a, TEKEL’in 6 adet sigara fabrikası Hollanda merkezli British&American Tobacco’ya satılmıştır. Bu konuda çokça örnek verilebilir. Ancak bu kadarı işçi ve emekçileri “milli” duyguları kışkırtarak gerici politikalarına yedeklemek isteyen AKP’nin ikiyüzlülüğünü özetlemektedir. Sermayenin ve tabii ki AKP’nin çıkarları söz konusu olduğunda ‘yerli ve millilik’ söylemi ortadan kalkmaktadır.
Özelleştirmelerin sermaye sınıfı ve onun hizmetindekiler dışında kimseye bir faydası yoktur. Şimdiye kadarki örneklerinden görüldüğü üzere işçi sınıfı ve emekçilere daha fazla yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı olarak geri dönmektedir. Satılan kamu kurumlarında çalışan işçiler ya işten çıkarmalarla ya da güvencesiz-taşeron çalışma dayatmasıyla karşılaşmaktadır. Bunun sonucu olarak iş kazaları/cinayetleri artmakta, ücretler düşmekte ve hak gaspları yaşanmaktadır.
Kazananın hep sermaye olduğu bu döngüde işçi ve emekçilere sadece vergilerini ödemek, sermayeyi beslemek ve buna sessizce itaat etmek düşmektedir. Bu döngüyü kırmanın tek yolu ise işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüye, yağmaya-talana ve soyguna dur demek için örgütlenmesidir.