Kapitalist sistem kokuşmuş doğasının gereği olarak ayrıcalıklı bir avuç kapitalistin çıkarlarını ve bekasını güvenceye alabilmek için milyarları sefalete ve ölüme mahkûm eder. Kapitalist sistemin tarih sahnesine çıktığı ilk günden bu yana sürdürdüğü bu karakteristik özelliği, özellikle salgın ve afet gibi olağan üstü durumlarda daha da görünür olur. Zira kapitalizmin bu temel işleyiş süreci, “normal şartlar altında” sistemin bin bir türlü aygıtı ile örtülmeye çalışılır, “aynı gemideyiz” teranelerinin inandırıcı olması için “demokrasi”, “insan hakları” gibi kavramlar bu ikiyüzlü amaç uğruna sistematik olarak kullanılır. Olağanüstü koşullar bu perdenin aralanmasına ve gerçeklerin daha açık bir biçimde görülmesine vesile olur. Bugün, yaşanan da tam olarak budur. Pandemi “kral çıplak” diye bağırmaktadır.
İşçi ve emekçiler ölüyor
Pandemi ile birlikte işçi ve emekçiler ölüme sürülürken kapitalistler kitleleri mahrum bıraktıkları imkanlar ile hayatlarına devam ediyorlar. Pandeminin ilk yayıldığı aylarda satın aldıkları adalarda karantinaya giren milyarderler, zorunlu karantinadan akrabalarını kaçıran bürokratlar işçi ve emekçiler ile aynı gemide olmadıklarını göstermiş oldular. Elbette buna işçilerin sokağa çıkma yasağı ilan edilen günlerde dahi özel izin kağıtları ile çalışmaya zorlandığı günlerde, villalarında poz vererek “hayat eve sığar” kampanyalarına katılanları da eklemek gerekir. Pandeminin ilk aylarında karantinaya girmek, evde kalmak dahi işçi ve emekçilere çok görülmüştür. Alınan önlemlerle kapitalistlerin kasaları korumaya alınmış, “istihdamı koruyoruz” naraları eşliğinde “işten atma yasaklandı” gürültüsü ile kısmi çalışma uygulaması getirilerek işçi ve emekçilerden aylık 1000 lira gibi rakamlarla geçinmeleri istenmiştir. AKP iktidarı işçileri hem koronanın kollarına atmış hem de açlıkla sınamıştır.
“Normalleşme” kimin için?
AKP iktidarı pandeminin ilk aylarındaki göstermelik önlemlerinin ve işçi ve emekçiler için hiçbir şey ifade etmeyen “evde kal” çağrılarının ardından “normalleşme” adımlarını atmaya başladı. Atılan bu “normalleşme” adımlarının işçi ve emekçiler için anlamı ise “ölmek” oldu. “Normalleşmeye” rağmen yürürlükten kaldırılmayan kısmi çalışma uygulaması gibi örnekler, normalleşmenin kimler için olduğunu gösterdi. Pandeminin faturası ücretsiz izinler, işten atmalar, telafi çalışma uygulamaları ile işçi ve emekçilere kesildi.
Bugünlerde ise “doğalgaz müjdeleri” ile dikkat dağıtan ve dağılmış imajını toparlamaya çalışanlar, Takviye Hazır Kuvvet Müdürlükleri kurarak olası toplumsal kalkışmalara hazırlık yapanlar, koronanın ölümcül etkisinden de sıyıramaya çabalıyorlar. İşçi ve emekçiler koronavirüs testine ulaşamazken AKP'li bürokratlar, sermayedarlar ve saray dalkavukları “düzenli” test yaptırıyor. Basına yansıyan örnekler üzerinden ortaya çıkan bu durumun istisnai olmadığı ise biliniyor. Kapalı kapılar arkasında işçi ve emekçilerin ölüm fermanını imzalayanlar sınırsız imkânı kendi sağlıkları için kullanmaktan çekinmiyorlar.
Belirti göstermeyene test yok
Bilimsel olarak ortaya konulan bir gerçek var ki, hastalık belirti göstermeden de insan bünyesinde barınabiliyor. Ancak Sağlık Bakanlığı'na bağlı hastanelerde yapılan test için öne sürülen şart, koronavirüs belirtilerinin görülmesi. Bu durumun ortaya çıkardığı vahim tablo ile işçi ve emekçiler yüz yüze geliyor. Zira sermayedarlar ve AKP'li bürokratlar düzenli testlere ulaşırken işçi ve emekçiler hastanelerde uzun kuyruklarda test yaptırabilmek için bekliyorlar.
Test sonucu pozitif çıkan işçi ve emekçilerden ise kendi imkanları ile eve gitmeleri, kontrollere yine kendi imkanları ile gelmeleri isteniyor. Basına yansıyan örneklerden de görüldüğü gibi koronavirüs hastaları toplu ulaşımı kullanmak zorunda kalıyor. Bunun yanı sıra koronavirüs testi pozitif çıkan işçi ve emekçilerin aile üyelerine ya da iş arkadaşlarına da test yapılmıyor. Kendilerini karantinaya almaları gerektiği ifade ediliyor. Bu duruma test sonuçlarının açıklanmasının günleri bulması da ekleniyor. Test sonucu açıklanana kadar işçiler fabrikalarına ve evlerine geri gönderiliyor. Bu zaman diliminde ise hastalık yayılıyor.
Test sonucu pozitif çıkan işçilerin ya da test yaptırmak için hastaneye giden işçilerin işten atılması haberleri yaygınlaşıyor. Dardanel ve Vestel örneklerinde olduğu gibi pozitif vakalarla iç içe, ölüm ile burun buruna sürdürülen çalışma sistemi ülkenin “normali” haline getirilmeye çalışıyor.
Sağlık emekçileri test yaptıramıyor
Fabrikalardaki ibretlik duruma sağlık emekçilerin içine düştükleri kıskaç da ekleniyor. Her gün bulaşı riski altında ter döken sağlık emekçileri için ne pandeminin başlarında verilen sözler tutuluyor ne de sağlık emekçilerin çalışma koşulları iyileştiriliyor. Tüm bunlara ek olarak düzenli test yapılması gereken sağlık emekçileri kaderlerine terk ediliyor. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Sağlık Bakanlığı'na ilettiği yazı ile sağlık emekçilerinin 5 günde bir rutin olarak test yaptırması gerektiğini bildirdi. Bunun yanı sıra, test sonucu pozitif çıkan emekçilerin izolasyon altına alınması ve çalışmaya zorlanmaması gerektiği de belirtilirken, çalışan sayısındaki düşüklük sebebiyle emekçilerin sürekli bölüm değiştirmesinin önüne geçilmesi de istendi. Koronavirüsün meslek hastalığı kapsamına alınması taleplerden biri.
Sağlık emekçilerinin canları pahasına ortaya koydukları emeği alkışlarla geçiştirmeye çalışanlar bu taleplere kulaklarını tıkıyorlar. Sağlık emekçileri korona sebebiyle hayatlarını kaybediyorlar. Durumun ciddiyeti ortada iken Covid-19 testi yaptıramıyorlar, yaptırdıklarında ise “neden pozitifsiniz” soruşturması ile karşılaşabiliyorlar.
Ya öl ya öl!
AKP'li bürokratlar ve sermayedarlar koronavirüs testini düzenli olarak yaptırdıklarını söylerken işçi ve emekçilerin karşısına konulan seçenek “ya öl, ya öl” oluyor. Bu düzen işçi ve emekçilere ölümden ya da açlıktan başka bir seçenek sunmamaktadır. En temel haklarını yok saymaktadır. Pandemi, kapitalist sistemin kâr mantığı ile toplum sağlığının bağdaşmadığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Turnusol kâğıdı işlevi gören bu süreç, işçi ve emekçilerin yaşamının kapitalistlerin gözünde bir değeri olmadığını göstermiştir. İşçilerin iş cinayetlerine kurban gitmesi “fıtratlarında ölüm var” denilerek meşrulaştırılırken, zorluklarla okuyan işçi ve emekçi çocukları “her üniversite okuyan iş bulacak diye bir şey yok” denilerek işsizlikle terbiye edilirken, kapitalist sistemin topluma sağlıklı ve güvenli bir gelecek kurması mümkün değildir.