Yerel seçimler ve HDP...

“Özerklik”le kastedilen, yerel nitelikteki kamusal işlerin yerellerin kendi bütçelerini yaratarak gerçekleştirilmesidir, asla siyasal bir yetkiyi içermemektedir. Oysa Kürt hareketinin formüle ettiği “demokratik özerklik”, siyasi iradeyi de içerecek biçimde bölgesel özerklik anlamına gelmektedir. AKP hükümeti sözkonusu şartın kimi maddelerine çekince koymuştur. Bugün Kürt hareketi bunların da imzalanmasını talep etmekte, bunlar üzerinden inisiyatif geliştirebileceğini düşünmektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 11 Şubat 2014
  • 05:07

HDP dayanaksız hayaller yaymaya devam ediyor!

 

2014 yerel seçimlerine yaklaşık iki ay olmasına rağmen, Türkiye şimdiden seçim atmosferine girmiş bulunuyor. Haziran Direnişi’nin ardından 17 Aralık yolsuzluk operasyonları ve AKP-cemaat çatışması üzerinden yaşanan siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Bu nedenle 30 Mart seçimleri, yerel seçimleri aşan bir işlev taşıyor. Burjuva düzenin gerçek sahipleri açısından, 12 yıllık AKP iktidarının kaderinin ve üzerine oynanacak “atın” belirlenmesi açısından önem taşırken, düzen partileri cephesinde ise, yerel seçim vaatlerinden öte AKP-CHP arasında taraflaştırma politikaları öne çıkıyor.

Burjuva düzen partilerinin yanısıra, burjuva siyaset alanında kendine yer açmaya çalışan reformist güçler de seçim çalışmalarını başlatmış bulunuyorlar. Devrim perspektifinden yoksun reformist güçler, burjuvazinin kitleleri oyalama, her geçen gün daha da çürüyen burjuva cumhuriyetini tahkim etme çabaları karşısında, ideolojik-politik konumlarına uygun olarak parlamenter hayaller yaymaya, kitlelerin düzene karşı biriken öfke ve tepkisini yatıştırma rolünü üstlenerek, çözüm olarak sandığı işaret etmeye devam ediyorlar.

İki temel reformist odaktan birini oluşturan Halkların Demokratik Partisi (HDP) de seçim startını verdi. “Kentimizi de kendimizi de biz yöneteceğiz!” şiarını öne çıkartan HDP, geçtiğimiz günlerde adayların tanıtımı ile birlikte seçim bildirgesini deklare etti.

Kürt hareketi ile yedeğindeki reformist güçler tarafından kurulan HDP’nin yerel seçim politikasını, kentlerle birlikte “toplumun demokratikleştirilmesi” oluşturuyor. İktidar ufkundan yoksun olan, kentin her türlü sorununun kaynağında yatan mevcut kapitalist sistemi ve onun sınıf ilişkilerini görmezlikten gelenlerin, burjuva düzen sınırları içinde “demokratik toplum”/“demokratik cumhuriyet”le birlikte “demokratik yerel yönetimleri” istemelerinde bir tezatlık yok. Asıl sorun, HDP’nin emekçi kitlelere vaat ettiklerinin “demokratik” yerel yönetimlerle elde edilip edilmeyeceğidir. Öyle ki, HDP’nin seçim bildirgesinde yok yok! Yerel demokratik özerk belediye ve özyönetimlerle halk kendi yönetimini kurup kendini yönetecek, kamusal hizmetler, (eğitim, sağlık, ulaşım, konut vb...) yerellerde çözülecek, kentsel dönüşüm, doğa tahribatı vb. engellenecek, trafik sorunu “sosyal ve ekolojik bir yerel yönetim anlayışı ile” aşılabilecek, emekçilerin en temel sorunu olan yoksulluğa çözüm amacıyla “üretime ve istihdama dönük politikalar” geliştirilecek ve halkın ortaklığına dayalı örgütlenmeler yaratılacak, vb., vb... Kuşkusuz, tümü de kapitalist düzen gerçekliğinden kaynaklanan sorunların yerel yönetimler, dahası “yerel iktidarlar” ile çözüleceğini söylemek reformist hareket için bir yenilik taşımıyor. Son yıllarda yerel seçim dönemlerinde duymaya alıştığımız vaatler bunlar.

HDP, iktisadi, siyasi ve yönetsel olarak tümüyle merkezi iktidara bağlı olan yerel yönetimler eliyle toplumun temel sorunlarının çözülebileceğine dair söylemlerle büyük bir yanılsama yaratmaya devam etmektedir. Merkezi iktidar ile yerel yönetim ilişkisi gözardı edilmekle kalmamakta, daha önemlisi halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli olan kaynakların/zenginliklerin burjuvazinin tekelinde olduğu gerçeği görmezden gelinmektedir.

Bugün merkezi iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkan en ufak adıma dahi müdahale edilmektedir. Kürt illerindeki belediyelerde geçtiğimiz iki dönem yaşananlar yeterince açıktır. Bu belediyelere merkezi iktidar tarafından son derece kısıtlı bir bütçe ayrılmakta, neredeyse hepsi borç batağında yüzmektedir. Asgari anlamda belediyecilik hizmetleri bile merkezi iktidarın müdahaleleriyle engellenmektedir. Sınırları aşan müdahaleler yargı yoluyla bastırılmaktadır. (Çok dilli belediyeciliği savunan Sur Belediye başkanının görevden alınması, suyun ücretsiz dağıtımını savunan Dikili Belediye başkanının cezalandırılması vb. gibi).

Emekçilerin en temel sorunu olan yoksulluk sorununun yerel yönetimler eliyle bir nebze olsun hafifletilemeyeceğini ise, en iyi BDP’nin belediye yönetiminde olduğu yoksul Kürt kentleri ortaya koymaktadır. Zira sorun merkezi iktidar tarafından ayrılan “kısıtlı bütçe“ sorununun ötesindedir. Derinleşen yoksulluğun gerisinde burjuvazinin elinde giderek daha fazla biriken zenginlikler vardır, onlara el koymadığınız sürece yoksulluk sorununda mesafe alamazsınız. Reformistler tarafından da çok iyi bilinen bir gerçektir bu, fakat buna rağmen vaatlerde bulunmaktan geri durmamaktadırlar.

HDP’nin seçim politikası, Kürt hareketinin Kürt sorununun çözümü noktasında yıllardır ifade ettiği “demokratik özerkliği” yerel yönetimler üzerinden hayata geçirmeyi esas almaktadır. HDP, “yerel iktidar” söyleminin yanısıra, demokratik özerk yerel yönetimler eliyle merkezi iktidarın yetkilerini sınırlandırmaya dayalı bir yerel yönetim politikasını öne çıkarmaktadır.

 

Demokratik özerk-yerel yönetimler ne anlama geliyor?

HDP, Türkiye’nin demokratikleşmesinin de, Kürt sorununun çözümünün de özerk yerel yönetimlerden geçtiğini ileri sürmektedir. Seçim bildirgesinde şunlar söylenmektedir:

“HDP, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorununun, barışçı, demokratik eşit ve gönüllü birliğe dayalı çözümünü savunur ve bunun için mücadele eder. Yerinde ve yerelden yönetimi kapsayan, demokratik ve özerk yerel yönetimlerin hem Kürt sorununun çözümünde, hem de Türkiye’nin demokratikleşmesinde, toplumsal barışın gerçekleşmesinde, halkların özgür ve gönüllü birliğinde önemli bir rol oynayacağını savunur.” Aynı zamanda HDP’ye göre, yerel yönetimlerin ele geçirilmesiyle birlikte, “Merkezi vesayeti ortadan kaldırmak ve yetkinin yerele azami ölçüde devri için, valilerin seçilmesini sağlamak, demokratik yerel yönetimleri fiilen yaratmak, geliştirmek, giderek özerkleşecek adımları atmak” gerekmektedir.

“Demokratik özerklik”, İmralı sürecinin ardından Kürt sorununun “siyasal çözümü” ekseninde yıllardır ileri sürülüyor. Türkiye partisi olma iddiasıyla kurulan HDP programına da Kürt hareketi tarafından monte edilen bu formülasyon A. Öcalan’a dayanıyor. “Demokratik konfederalizm”, “demokratik özerklik” vb. söylemlerle, ulus devletle aynı çatı altında otonom bir örgütlenme anlamına geliyor. BDP’nin “öz yönetimlerden özgür kimliğe” sloganında ifadesini bulan 2014 seçim bildirgesinde “demokratik özerklik”in, “Kürtler’in varlığının tanındığı demokratik bir statü olan demokratik özgür Kürdistan’ın, siyasal-idari yapılanma”sı olarak somutlaşacağı ifade ediliyor.

“Özerk demokratik yönetim” savunucularına öncelikle şunu sormak gerekiyor: Eğer merkezi iktidardan yürütme gücü olan hükümeti anlamıyorsak, eğer iktidar sınıfsal bir kavram ise, siyasal, iktisadi ve yönetsel olarak burjuva sınıfın iktidarı ise, toplumsal bir devrim olmaksızın onun yetkilerini nasıl sınırlandıracaksınız ve yerelde özerk bir siyasi-idari yapılanmayı nasıl kuracaksınız?

Seçimlerle elde edilecek yerel yönetimlerle merkezi iktidardan özerkleşecek bir özyönetimin kurulabileceğini iddia etmek, burjuva devlet ve iktidar gerçeği konusunda kitleleri kandırmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Nitekim, formüle ettikleri türden bir “özerk demokratik yönetim”in mümkün olmadığını çok iyi bildikleri için, “Avrupa özerk-yerel yönetim şartı”na sarılıyorlar.

 

Avrupa özerk-yerel yönetim şartı!

HDP’nin “demokratik ve özerk yerel yönetimler” hedefi, Türkiye’nin de imzacısı olduğu “Avrupa özerk-yerel yönetim şartı”nın Türkiye Cumhuriyeti tarafından uygulanmasıyla gerçekleşecek!

2011 yılında Demokratik Toplum Kongresi tarafından “demokratik özerklik” ilan edilmiş ve hemen ardından binlerce Kürt siyasetçinin tutuklandığı KCK operasyonları başlatılmıştı. DTK yöneticileri “özerkliği”, “Avrupa özerk-yerel yönetim şartı”na dayanarak ilan ettiklerini ifade etmişlerdi. Geçtiğimiz yıl İmralı görüşmeleri yeniden başladığında, Abdullah Öcalan da, Kürt sorununun çözümü olarak işaret edilen “demokratik özerklik” talebinin gerçekleşmesi için “Avrupa özerk-yerel yönetim şartı”nın yeterli olduğunu açıklamıştı.

 

“Avrupa özerk-yerel yönetim şartı” neyi içeriyor?

“Avrupa özerk-yerel yönetim şartı”, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından dünya ölçeğinde neo-liberal saldırıların tırmandırılması, kamu hizmetlerinin sermayeye açılması ve özelleşmesi politikası çerçevesinde Avrupa Konseyi tarafından ortaya atılmış ve Türkiye de 1988 yılında kimi çekinceler koyarak bu anlaşmaya imza atmıştır. DB, İMF, DTÖ vb. emperyalist kuruluşlar tarafından desteklenen anlaşmaya göre, “yerelleşme ve yerel halkın katılımı ile demokratikleşme” örtüsü altında, sermayenin sınırsız dolaşımı ve kamu hizmetlerinin yerel alanlarda sermayenin sömürüsüne açılması hedefleniyor. “Halkın karar alma süreçlerine katılımı”, gerçekte sermayenin doğrudan denetimi, aynı zamanda yerel vergilerin de eklenmesiyle halk üzerindeki mali yükün arttırılması anlamına geliyor. Anlaşma, merkezi iktidarın siyasal-yönetsel belirleyiciliğini/denetimini hiçbir şekilde ortadan kaldırmıyor.

“Özerklik”le kastedilen, yerel nitelikteki kamusal işlerin yerellerin kendi bütçelerini yaratarak gerçekleştirilmesidir, asla siyasal bir yetkiyi içermemektedir. Oysa Kürt hareketinin formüle ettiği “demokratik özerklik”, siyasi iradeyi de içerecek biçimde bölgesel özerklik anlamına gelmektedir. AKP hükümeti sözkonusu şartın kimi maddelerine çekince koymuştur. Bugün Kürt hareketi bunların da imzalanmasını talep etmekte, bunlar üzerinden inisiyatif geliştirebileceğini düşünmektedir.

Dolayısıyla, “Avrupa özerk-yerel yönetimler sözleşmesi”ne dayanılarak, ne “valilerin seçimle gelmesi”, ne de “güvenlik güçlerinin halk tarafından seçilmesi” vb. söz konusudur. HDP seçim bildirgesinde yer bulduğu şekliyle yerel yönetimlerin “sağlık, eğitim, çevre, kültür, ulaştırma, bayındırlık,  tarım, trafik ve güvenlik hizmetleri hakkındaki kararların alınmasında ve yürütülmesinde asli yetkili” olmasının da hiçbir karşılığı yoktur.

 

Reformist hayallere karşı kararlı mücadele!

Yerel yönetimlerin ele geçirilmesiyle “halkın kendi kendini yönetmesi” ve toplumsal sorunların çözümü çerçevesinde “sorunları yerelden çözmeye başlamak” iddia ve hedefi, işçileri, emekçileri ve Kürt halkını dayanaksız hayallerle oyalamaktan başka bir şey değildir. Böylece, emekçilerin yaşadıkları tüm sorunların temel kaynağı olan özel mülkiyet düzeni/burjuva sınıf iktidarı gerçeğinin üzeri örtülmekte, onlara yanlış hedefler gösterilmektedir.

Komünistler, bu reformist-liberal yanılsamalara karşı burjuva düzen gerçeğini, devlet-iktidar ilişkilerini tüm yalınlığıyla ortaya koyarak, emekçi kitlelere biricik çözüm yolu olarak devrimi işaret edeceklerdir. Gerçek kurtuluş yolunun burjuva parlamenter kurumlardan değil, kitlelerin örgütlü mücadelesinden geçtiğini anlatacaklardır. Seçim sürecinde bağımsız devrimci sınıf tutumlarını güçlü bir biçimde ortaya koyarak, işçilere, emekçilere ve ezilen halklara devrimci sınıf mücadelesini büyütme çağrısı yapacaklardır.