Gerici faşist rejim Mayıs seçimleri öncesinde ağırlaşan ekonomik krizin faturasını emekçilere ödetmek için iktisadi-sosyal yıkım saldırılarını yeni bir safhaya taşımıştı. Çalışma koşulları ağırlaşırken alım gücü de düşen emekçiler adeta yaşam savaşı veriyor. Kölece çalışma koşullarına tepki gösteren işçi ve emekçiler ise baskı ve zorla susturulmak isteniyor. Öte yandan demokratik hak ve özgürlüklere yönelik kapsamlı saldırılar da sürüyor. Söz, basın, ifade özgürlüğü keyfi yasak ve uygulamalarla gasp ediliyor. Gerici faşist iktidara muhalif toplumsal kesimler ve devrimciler burjuva hukuk kuralları dahi çiğnenerek tutsak ediliyor. Sistematik baskı ve zorbalığı bir yönetme aracı olarak kullanan sermaye rejimi, hapishaneleri de “hak ihlalleri ve ölümlerin kalıcılaştığı merkezler” haline getirdi.
Sermaye sınıfına dikensiz gül bahçesi sunma misyonuyla hareket eden iktidar, hem emekçileri kontrol altında tutmak hem öncüsüyle buluşmasını engellemek için hapishaneleri bir tehdit aracı olarak kullanıyor. Hapishanelerdeki keyfi baskı ve zulmün dozunu ise sınıf mücadelesinin düzeyine göre belirliyor. 23’üncü yılını geride bıraktığımız 19 Aralık katliamı, sermaye devletinin hapishanelere yönelik politikasının önemli bir örneğidir.
Sermaye devleti o dönem derinleşen ekonomik krizin faturasını işçilerin sırtına yıkmak için İMF ile anlaşmalar yaptı. İşçi sınıfına kölelik dayatan anlaşmalar dışarda militarizm, saldırganlık ve savaş, içerde ise sistemli baskı, terör ve katliamlarla hayata geçirilmek istendi. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit 19 Aralık katliamı ile ne hedeflediklerini “Cezaevlerini kontrol altına alamazsak İMF programını uygulayamayız” sözleriyle ifade etmişti. O dönem, sosyal yıkım saldırıları altındaki işçi sınıfının öncüsüyle buluşması hapishane katliamları ile engellenmek hedeflenmişti. Aynı zamanda ülke tarihinin en barbar cezaevi katliamlarından birini yapan devlet, kitlelere gözdağı vermişti. Nitekim büyük bir direniş duvarına çarpsa da 28 devrimci katledildi, yüzlercesi yaralandı. Sınırsız bir vahşet eşliğinde F tipi hücre saldırısı hayata geçirildi. Sosyal yıkım saldırıları uygulamaya konuldu, bugünkü gerici faşist rejimin temelleri atıldı ve 2002 yılında AKP, büyük sermeye ve emperyalistler tarafından iş başına getirildi.
Aradan geçen 23 yılda F tipi hücre saldırısı ile hapishanelerde hayata geçirilen tecrit, baskı ve zorbalık yeni inşa edilen Y, S ve R tipi hapishanelerle daha da ağırlaştırıldı. İMF reçetelerinin sadık uygulayıcısı AKP, ekonomik krizin faturasını emekçilere ödetmenin bir yolunun da toplumsal muhalefeti susturmaktan geçtiğini biliyor. İktidara gelir gelmez hapishane inşasına devasa ödenekler ayıran gerici-faşist rejim neredeyse alfabenin her harfi için bir zindan türü inşa etti. Adli tutuklulara yönelik çıkarılan birçok affa rağmen zindanlar hınca hınç doludur.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün son verilerine göre, 1 Kasım 2023 itibarıyla 405 hapishanede 273 bin 405 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır.
Gelinen yerde hapishaneler yolsuzlukları, uyuşturucu ticaretini, tarikat batağı vb. birçok suçu ortaya çıkaran gazeteciler, üniversitelerdeki kayyım atamalarına ve gerici eğitime itiraz eden öğrenciler, toplum sağlığını ve yaşamına öncelik veren meslek odaları temsilcileri, iktidara muhalif ilerici siyasetçiler, sendikal haklarına sahip çıkan işçiler-emekçiler, devrimciler ve demokratik hak ve özgürlüklerini kullanan tüm kesimlerin temsilcileriyle doludur.
Dışarıdaki baskı politikalarına paralel olarak hapishanelerde de çıplak arama, hücre aramaları sırasında ve ring araçlarında fiziki şiddet, süngerli hücrelerde işkenceler, cinsel taciz, tehdit ve hakaretler, ajanlaştırma, cezaları bitmiş politik tutsakların tahliye edilmemesi, hasta tutsakların tedavileri engellenerek öldürülmesi vb. saldırılar yaşanıyor.
Ancak Türkiye’deki hapishaneler tarihi boyunca katliamların, saldırıların, hak ihlallerinin olduğu kadar direnişlerin de merkezi olmuştur. Bugün baskıya boyun eğmeyenler yine politik tutsaklardır ve sürdürdükleri açlık grevi eylemleriyle direnmeye devam ediyorlar. Hak ihlallerine karşı infaz koşullarının düzeltilmesi talebiyle en az 100 hapishanede Kürt hareketine mensup tutsaklar süreli ve dönüşümlü açlık grevi eylemini sürdürüyor.
Öte yandan Y, S ve R tipi hapishanelerin kapatılması talebiyle Hüseyin Karaoğlan 100 günü aşkındır süresiz açlık grevinde, Nurettin Kaya ise 60 günü aşkın süredir ölüm orucu direnişini sürdürüyor.
Dün olduğu gibi bugün de ağır ekonomik kriz altında yaşam mücadelesi veren işçilerin, emekçilerin omuzlarında kendi talepleri için mücadeleyi yükseltirken politik tutsakları da yalnız bırakmamak gibi bir sorumluluk bulunuyor. Vurgulamak gerekiyor ki, dışarıdaki baskı ve zoru bertaraf etmenin yolu, içerideki mücadele ile dayanışmayı geliştirmekten de geçiyor.
K. Düşgör