Troller tarafından yürütülen ve İyi Parti’li ırkçılar tarafından desteklenen siyasi linç kampanyasının ardından TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklandı. Polisin TELE 1 kanalını basarak yaptığı gözaltı işlemi, Yanardağ’ın bir gün nezarette tutulması, savcının ifadeyi geç alması ve nihayet Saray’ın talimatıyla yargı aparatının tutuklama kararı alması… Tüm bunlar düzen hukukuyla alakası olmayan kurgulanmış bir planın adım adım uygulanmasıdır.
“Kumpas rejimi” yine işbaşında!
Linç kampanyasına vesile edilen ifadeler, Yanardağ’ın gazeteci kimliği ile yaptığı bir analizdir. Kokuşmuş burjuva rejiminin yasalarına göre bile herhangi bir suç teşkil etmiyor. Zaten bunu, tutuklama kararı verenler başta olmak üzere herkes biliyor. AKP-MHP rejimi “linç taburu” olarak kullandığı trolleri, Saray beslemesi tetikçi medyayı, kolluk kuvvetlerini ve yargıyı kullanarak kurduğu kumpasla zorbalık önünde diz çökmeyenlere gözdağı vermek istemiştir.
Kendisine kurulan kumpasın farkında olan Merdan Yanardağ, saldırı karşısında geri adım atmadı. Haksızlığa boyun eğmeyeceğini, zorbalığa karşı direneceğini ilan ederek, saldırıyı planlayanların ilk adımda hedeflerine ulaşmasına engel oldu. Bu arada kumpas olayı, seçimlerden önce “demokrat sağcı” pozları takınan İyi Parti şeflerinin yüzlerindeki maskeyi atıp tiksinti verici ırkçılıklarını gözler önüne sermelerine de vesile oldu. Görüldü ki, “ırkçıdan demokrat yaratma” çabası beyhudedir.
“Kamçıyla hizaya getirme” rejimi kurma çabası
Türkiye’de zorbalık ve düzene muhalif gazetecilerin tutuklanması, hatta kimi zaman öldürülmesi yeni bir olay değil. Sermaye devletinin bu konudaki sicili de kanlı/karanlıktır. Buna karşın gerici-faşist rejimin Yanardağ’ı hedef alan saldırısı, “sıradan” bir olay değil. Bu kadar aleni bir şekilde kumpas kurulması, rejimin “olağan araçlarla” yönetme kabiliyetinin olmamasından da kaynaklanıyor. Yanardağ’ı hedef alan saldırı, rejimin “kaba zorbalıkla yönetme” evresine geçtiğini, bu tarz icraatlarla yola devam etme eğiliminde olduğunu gösteriyor.
İşçileri ve emekçileri zaten sefalete mahkum eden rejim, adı konmamış bir IMF programı uygulayarak bu sefaleti iyice derinleştirecek. Özellikle yerel seçimlerden sonra bu alanda çok daha pervasız olması bekleniyor. Faizleri Londra’daki “faiz lobisinin” istediği düzeye, yani %30’lara çıkarmak durumunda kalacak. Zira sistem onlardan gelecek kaynaklara muhtaçtır.
Ekonomi dipteyken rejimin siyasi meşruiyeti de sorunludur. Zira seçimleri normal şekilde kazanmadılar. Ancak ABD ile perde arkasında pazarlık yaparak, Biden yönetiminin ve AB şeflerinin desteğini alarak rejimi ayakta tutabildiler. Seçimlerin şaibeli olduğunu herkes biliyor. Ancak bunun sözü edilmiyor. Ancak rejimin tepesindekiler nasıl bir hile/hurda ve manipülasyonla seçimleri gasp ettiklerini iyi biliyorlar. Yani toplumsal meşruiyetleri olmadığı gibi, kitle destekleri de gerilemiştir. Bunu en iyi onlar biliyor ve bundan dolayı kamçıya sarılıyorlar.
Kokuşmuş rejimleri bu sorunlarla karşı karşıya dururken “olağan” araçlarla yönetmeleri mümkün değil. Artık ne anlatacakları bir hikaye ne verecekleri bir vaat kaldı. Saray’a biat etmeyenleri “kamçıyla hizaya getirme” rejimi kurmak talaşındalar. Geleceklerini böyle bir rejimin kurulmasına endekslemiş görünüyorlar.
Zorbalığa karşı direniş!
İlerici ve devrimci güçler, Kürt hareketi, Aleviler, muhalif kesimler, Cumartesi Anneleri, basın emekçileri, kadınlar, gençlik hareketi, grev yapan, sosyal hakları için mücadele eden işçiler ve emekçiler… Kısacası hak ve özgürlük mücadelesi veren, bunun için demokratik eylem yapma hakkını kullanan tüm kesimler, rejimin şiddetine maruz kalıyor. Bundan dolayı rejimin zorbalığı ve hedefleri konusunda, muhalif kesimlerde belli bir bilinç açıklığı olduğu söylenebilir.
Sorunları, talepleri ya da hareket noktaları arasında farklar olsa da geniş bir toplumsal muhalefet mevcut. Bu saflarda yer alanların tümü gerici-faşist rejimin saldırılarına maruz kalıyor ve iktidar daha pervasız olacağını gösteren adımlar atıyor. Buna karşı birleşik direnişi esas alan bir mücadelenin örülmesi, hak ve özgürlüklerin korunması açısından büyük bir önem taşıyor. Yanardağ örneğinde olduğu gibi direniş sergileyenlerle dayanışmayı yükseltmek, bunu yaygınlaştırmak, haklardan/özgürlüklerden geriye ne kaldıysa korumak ve genişletmek için birlikte mücadele zemini yaratmak güncel bir ihtiyaçtır. Dinci-faşist rejime karşı mücadelede samimi/kararlı olanlar ortak bir direniş hattı oluşturmak için çaba harcamalıdır.