Kirli savaşa karşı Kürt halkıyla dayanışmaya!

Kürt halkı başta olmak üzere tüm işçi ve emekçiler Rojava’nın mesajını aldıklarını göstermeli, emperyalistlere, bölgesel taşeronu AKP iktidarına ve onun komutasındaki gerici vahşet sürülerine karşı Suriye halklarıyla dayanışmayı yükseltmelidirler.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Ağustos 2013
  • 07:21

Suriye’de Türk sermaye devletinin aktif taşeron olarak rol aldığı savaş yeni boyutlar kazanarak sürüyor. Savaşın dünya gündemine oturan yeni boyutu elbette ki Batı Kürdistan’da dinci-çetelerin Kürt halkına karşı başlattığı kirli savaş oldu. Bu saldırılarla birlikte görece güvenli Kürt bölgeleri de kan gölüne dönmeye başladı.

Bilindiği gibi 2011 baharından bu yana tetikçi güruhlar ile Baas rejiminin kıyıcı ordusu arasında süren savaşta yüzbini aşkın insan hayatını kaybetti. Yüzbinlercesi yerini yurdunu terk edip ağır mültecilik koşullarına mahkum oldu. Halep, Hama, Homs gibi belli başlı kentler ile sayısız köy ve kasaba harabeye döndü. Suriye halkı emperyalizmin tetikçiliğini üstlenmiş ÖSO çeteleri ile Baas ordusunun ateşi arasında katlanılmaz bir yaşama mahkum edildi. Batılı emperyalist blok ve AKP iktidarı gibi bölgesel taşeronları şimdiden bu savaşı daha uzun yıllar sürdürebileceklerini ilan etmiş bulunuyorlar.

Birinci yıldönümünde Batı Kürdistan’daki kazanımlara saldırı…

Bu savaşta Kürt halkı, etkin olduğu bölgelerde şimdiye kadar büyük yıkımların olmasını engelleyebilmişti. Bunu ise çeteleri Kürt bölgelerinden uzak tutabilmesine ve Baas rejiminin askeri gücünü Kürt bölgelerinden çekmesiyle birlikte geliştirdiği özerk halk inisiyatifine borçluydu. 2012 yılının sonlarında küçük çaplı çatışmalar Kürt bölgelerinde de vuku buldu. Türkiye’de gündeme getirilen “çözüm süreci”nin belli bir döneminde, PYD-YPG’yi ÖSO çatısı altında Baas güçleriyle savaşa zorlamak hedefiyle çatışmalarda geçici bir artış da yaşandı. Her şeye karşın bütün bu süreç boyunca Batı Kürdistan’da Kürt hareketi etkin bir inisiyatifle hareket etmiş, halkın aktif katıldığı fiili özerkliği kurumlaştırmayı başarmış oldu. Bu yönde ilk adımların atılmasının üzerinden bir yıl geçmişken Kürt halkı yeni bir saldırı dalgasıyla karşılaştı. Cihatçı çetelerin başlattığı çatışmalar iki haftayı geride bıraktı.

Batı Kürdistan’da Kürt halkının kazanımlarına yönelik kirli savaş giderek de büyüyor. Dinci çetelerin Temmuz ortasında yeniden başlattığı saldırılar, Rojava Kürtleri tarafından büyük bir direnişle püskürtülmüş, Serekaniye’de (Resulayn) PYD-YPG güçleri denetimi ele geçirmişti. Bu gelişmeyle birlikte Türkiye-Suriye sınırının geniş bir bölümü Kürt hareketinin kontrolüne geçmiş oldu.

İlk günden bu yana yaşanan olaylar ve sergilenen tutumlar bu saldırı dalgasının arkasında bizzat Türk sermaye devletinin olduğunu gösteriyor. Kürt halkının Kobani’de idareyi ele alışının (19 Temmuz 2012) birinci yıldönümünün hemen öncesinde cihatçı çetelerin harekete geçmesi tesadüf değildi. Bilindiği gibi olaylar başlamadan hemen önce Suriye Kürdistan’ında Kürt hareketinin özerklik ilan edeceği, daha doğrusu fiilen oluşmuş durumu siyasi olarak da tanımlayacağı dillendirilmekteydi. Böyle bir adım karşısında tüyleri diken diken olan başlıca gücün Türk sermaye devleti olduğu biliniyor. Dahası bu adım, 2012 Temmuz’unda Suriye politikası (ve aslında komşularla ‘sıfır sorun’dan komşu halklara saldırı çizgisine evrilen tüm dış politikası) iflas etmiş AKP’nin, bu kez daha ağır bir şoka uğraması anlamına geliyor.

Cihatçı çeteleri azmettiren AKP’dir

Bunu bir yana bıraksak bile, bizzat AKP’nin Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları da dinci çeteleri saldırıya azmettirenin Türk sermaye devleti olduğunu ele veriyor. Dışişleri Bakanı, olaylar başlar başlamaz Suriye’de bir emrivakiye izin vermeyeceklerini, herkesin yeni bir parlamento oluşana kadar beklemesi gerektiğini söyleyerek, Türk devletinin olaylardaki rolünü açığa vurmakta herhangi bir sakınca görmedi. Yeni saldırı dalgasının başladığı 16 Temmuz’dan bu yana Türk devletinin yaptıkları bunu tamamlar nitelikteydi. Çetelerden geldiğine kuşku duyulmayacak mermilerin Türkiye tarafına isabet etmesi bahanesiyle sık sık Batı Kürdistan’da Kürt mevzilerine bomba yağdırıldı. Dinci-gerici çetelere gruplar halinde yeni takviyeler yine Türkiye tarafından araçlarla organize edildi. Dahası 70’e yakın ÖSO komutanı Antep’te toplantıya alınarak Kürt halkına karşı savaşın yeniden organize edilmesine girişildi. Nitekim bu toplantının sonrasında ÖSO’ya bağlı çok sayıda çete grubunun, Kürtlere karşı kirli savaşı tırmandıran Irak İslam Devleti ve Biladi Şam-El Nusra Cephesi’nin yanında saldırılara başladığı görüldü.

Tam da bu gelişmelerin yaşandığı günlerde AKP iktidarı önce PYD Başkanı Salih Müslim’le, ardından Güney Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin ortak ve asli sorunun Suriye Kürdistan’ındaki gelişmeler olduğu açıklandı. Kamuoyuna yansıyan ve yansıtılmayan yanlarıyla görüşmelerde Kürt tarafına hem havuç hem de sopa gösterilmiş olduğu anlaşılıyor. Özellikle Salih Müslim’in beyanatları bu konuda şüpheye yer bırakmıyor. Türk devleti ile görüşmüş olmaktan ve Türk Dışişleri yetkililerinin vermiş oldukları sözlerden oldukça memnun olan Müslim, AKP’nin açıktan silahlandırdığı, yönettiği, araçlara bindirip çatışma bölgelerine intikal ettirdiği, silah sevkiyatından yaralı tedavisine kadar hiçbir yardımı esirgemediği çeteler aracılığıyla savaşı kızıştırmasını bir yana bırakabiliyor. Dahası AKP iktidarının tam da kendisiyle görüştüğü sıralarda ÖSO çetelerinin reislerini toplayarak başka grupları da Kürtlere saldırttığını görmezden gelip, gönül okşayıcı bir takım sözlere ve aldatmacalara kanabiliyor. İnanmış bir vaziyette, Davutoğlu’nun da El Kaideci gruplardan rahatsız olduğunu söyleyebiliyor. Oysa sahnede kaba bir Osmanlı oyunundan başka bir şey yok.

Rojava’daki kazanımların kaynağı

AKP’nin artık suyu çıkmış Osmanlı oyununa bel bağlaması şüphesiz Kürt sorununda sürdürmekte olduğu “çözüm süreci” aldatmacasından bağımsız değil. Nihayetinde Rojava’daki gelişmeler ile Türkiye’deki “çözüm süreci” en baştan itibaren etle tırnak gibi birbirine bağlı şekillendi. Ama bu hiç de iddia edildiği gibi Rojava’daki kazanımların “çözüm süreci”nin ürünü olması gibi bir ilişki olmadı. Tersine Kürt hareketinin o dönem sürdürdüğü silahlı savaşım Rojava’da özerk halk inisiyatifinin ortaya çıkmasında belirleyiciydi. Dahası, Rojava çıkışından moral bulan PKK’nin Kuzey Kürdistan’da silahlı eylemleri tırmandırması Rojava için bir tür güvence bile yarattı. “İmralı görüşmeleri” ise tüm bunların ardından ve tartışmasız bir şekilde birbirini besleyen sözkonusu iki olayın (Rojava inisiyatifi ve PKK güçlerinin silahlı eylemleri) ürünü olarak gündeme geldi. Özetle Rojava’da bir devrimci süreç ortaya çıkmışsa, bunun arkasında Suriye eksenli bölgesel konjonktür ile birlikte halkın aktif bir şekilde kaderini eline alması, silah kuşanıp savunmasını tahkim etmesi vardır; yoksa emperyalistler ve yerli taşeronlarıyla masabaşı görüşmeler veya uzlaşmalar değil.

Türk sermaye devletinin, onun adına AKP’nin Suriye nezdinde boyundan büyük işlere bulaşmış olmanın dersini ağır bir şekilde aldığını, Rojava üzerinden yeni bir batağa saplanmayı ise göze almadığını, bunun yerine üç-beş kez sahnelemiş olduğu ve her defasında da Kürt hareketini aldatmayı başardığı malum Osmanlı oyununu tercih ettiğini biliyoruz. Fakat “çözüm süreci” diye lanse edilen bu aldatmaca artık her yerinden dökülüyor. Gelinen yerde Kürt hareketinin yöneticileri de bunu açıktan dile getirmek zorunda kalıyorlar.

Rojava’nın uyarısı

Peki Kuzey Kürdistan ve Rojava’da AKP’nin başında olduğu Türk sermaye devletinin tutumu, daha doğrusu Kürt halkının ve kazanımlarının baş düşmanı olduğu fiilen defalarca ispatlanmışken ve şimdilerde Rojava’da kan-can bedeli teyit ediliyorken, onunla masaya oturmuş olmaya bağlanan bu umutlar, atfedilen bu önem niye? 2014-15 seçimlerini kazanmayı “ölüm kalım meselesi sayması”, AKP’nin kurduğu masada bir takım adımlar atmak zorunda bırakılmasını sağlamaz, sağlamıyor, sağlamayacaktır. Hem önceki açılımlar-müzakereler-aldatmacalar, hem 7-8 aydır Türkiye, hatta yer yer dünya gündeminde en ön sırada olan “çözüm sürecinin” bugüne kadarki bilançosu, hem de Rojava’da yaşananlar bunun tartışmasız bir kanıtıdır.

AKP diyelim ki şimdilerde dillendirilen 1 Eylül, 15 Ekim vb. gibi tarihler gelip dayanana kadar kılını kıpırdatmayacağını çoktan göstermiş bulunuyor. Kürt hareketinin attığı adımlar orta yerde duruyorken AKP cephesinden ne anayasal-yasal düzenlemeler, ne Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi, ne de başka bir adım gündeme geldi… Çok sıkıştığında bazı göstermelik manevralar yapabildiğini, böylece Kürt hareketini masada tutmayı ve ona ciddi adımlar atmayı başarabildiğini ise Akil İnsanlar Komisyonu ile göstermelik Meclis Komisyonu örnekleriyle gösterdi. Kürt hareketi bu kadarına rıza gösterdikten sonra, AKP’nin Eylülleri-Ekimleri atlatması, Kürt hareketini seçimlerin hemen ön günlerine kadar masada oyalaması da işten bile olmayacaktır. Bu sürecin Kürt halkında nasıl bir zayıflama yarattığını ise “Hükümet adım at” eylemlerinin tablosu göstermektedir.

Bu gidişat düşünüldüğünde Rojava’daki son gelişmeler, AKP iktidarının aldatmacaları, ikiyüzlülüğü, sinsiliği ve saldırganlığı konusunda Kürt halkına yapılmış en canalıcı uyarıdır aslında. Kürt halkı başta olmak üzere tüm işçi ve emekçiler Rojava’nın mesajını aldıklarını göstermeli, emperyalistlere, bölgesel taşeronu AKP iktidarına ve onun komutasındaki gerici vahşet sürülerine karşı Suriye halklarıyla dayanışmayı yükseltmelidirler.

 

(Kızıl Bayrak, 2 Ağustos 2013, sayı 31)