Kayyum darbesi ve çürümüş sistemin çapsız “muhalefeti”

Türkiye’deki durum da tam olarak budur. Seçilme hakkını geçtik, “seçme hakkı” kağıt üzerinde mevcut olsa da görüldüğü gibi devletin sopası “seçmenin iradesini” yok saymayı kendinde hak görüyor. Eğer “temsili demokrasi” ve seçim mekanizması bu denli çürümüşse, bu sistemi “düzeltmek” ya da “reforme etmek” vakit kaybettireceği gibi, çöküş sürecini de uzatacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 05 Kasım 2024
  • 09:30

"Şimdiye kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir."

(Komünist Manifesto, Marx ve Engels)

Sarayın faşist rejimi gemi iyice azıya aldı. Esenyurt Belediyesi’nin ardından Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine de kayyum atadı. 

31 Ekim’de Esenyurt’la adım atan saray rejimi karşısında geri adım attıracak bir muhalefetin olmadığını görünce, bu işin kolay olacağından hareketle, tezgahladığı oyunu Mardin, Batman ve Halfeti’de de sergileme cüreti gösterdi. 

Son yerel seçimlerde aldığı oy oranıyla Türkiye’nin birinci partisi olan CHP, adeta “hanesine tecavüz” eden saray rejimi karşısındaki çapsızlığı dinci-faşist rejimin pervasızlaşmasının adeta önünü açtı. Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine atanan kayyumlar, bir yandan emekçi sınıfların iradesine karşı işlenen suçu, diğer yandan seçimlerin demokrasi adına sahnelenen bir sirk olduğunu göstermektedir.

İktidarlar değişse de seçimlerle ifade edilen “halk iradesi” ve “temsil gücü” bir tiyatro olarak kalmaktadır. Emma Goldman’ın dediği gibi "Eğer oy vermek bir şeyi değiştirseydi, çoktan yasaklanırdı." Bir yanda kapitalist sistemin yol açtığı yağma ve talan düzeni, diğer yanda topluma dayatılan insanlık dışı yaşam koşulları, emekçilerin ve doğanın sınırlarını zorlayan sömürü ve talan mekanizmasını yeniden üretiyor.

Kapitalizm, temelinde sınırsız büyüme ve yayılma eğilimine sahip olduğu için ahlaki değerlere tamamen yabancı. Tam da bu nedenle, açlık, yoksulluk, çevresel yıkım ve iklim krizi gibi sorunlar toplumun geniş kitlelerini bunaltmış durumda. Sermaye ve onun politik temsilcileri, işçi ve emekçilerin iradesini dizginlerken, hazineyi kendi çıkarları doğrultusunda talan etmeye devam ediyorlar. Kayyum uygulamaları ise, “halkın iradesine” doğrudan yapılan bir müdahale olmakla kalmıyor; aynı zamanda devletin denetim ve baskı araçları aracılığıyla geniş halk kitleleri dizayn edilmek isteniyor. Bu uygulamalar, Cumhur İttifakı tarafından yönetilen ve "cumhuriyet" adı taşıyan bu sistemin geniş halk kitlelerine hiçbir söz hakkı tanımadığını, bu yüzden de topluma yabancı yozlaşmış, çürüyen mafyatik bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor. Saray rejimi gibi güce ve baskıya dayanarak varlığını sürdürmek zorunda kalan iktidarların meşruiyeti yok hükmündedir. 

Türkiye’deki durum da tam olarak budur. Seçilme hakkını geçtik, “seçme hakkı” kağıt üzerinde mevcut olsa da görüldüğü gibi devletin sopası “seçmenin iradesini” yok saymayı kendinde hak görüyor. Eğer “temsili demokrasi” ve seçim mekanizması bu denli çürümüşse, bu sistemi “düzeltmek” ya da “reforme etmek” vakit kaybettireceği gibi, çöküş sürecini de uzatacaktır. Tüm bu yaşananlara rağmen, yüzünü inatla seçimlere çeviren ve ondan medet umanlar, nefesi kesilmekte olana oksijen oluyorlar. Yüzümüzü seçime değil devrime çevirmek bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, her türlü çöküş ve çürümüşlüğe dur demek için de gerekli.  Çözüm kapitalist-emperyalist birikim modelinden, sömürü düzeninden koparak işçilerin, emekçilerin ve üretenlerin söz sahibi olacağı yeni bir yönetim biçimi oluşturmaktan geçmektedir. Siyaset sahnesinin çapsız ve göstermelik muhalefetle dolmuş olması bile, çözümün sistemin dışında aranmasını zorunlu kılıyor. Eğer gerçek bir muhalefet söz konusu olsaydı, yaşanan bu rezalet karşısında dik durmasını bilir, kırılsa da eğilmezdi. Mevcut sistemin muhalefeti, devletle iç içe geçmiş yapısı nedeniyle böyle bir tavır alamamaktadır.

"Devlet, bir sınıfın diğer sınıflara olan egemenliğini sürdürebilmesi için kurulu bir baskı aracıdır." (Friedrich Engels)

Artık tüm işçi ve emekçilerin, bu baskı aracının zulmünden zarar gören geniş halk kitlelerinin bu yozlaşmış sisteme dur demesi gerekiyor. Yani bir devrim gerekiyor… Devrim, yalnızca devirmek değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal yapıya kapı aralamaktır. Eskiyi devirmeden yeniyi inşa edemeyiz. Eski, o kadar eski ve çürümüş ki, onarılması mümkün değildir. Tek yol eskiyi geride bırakıp yeniyi inşa etmektir.