Taksim İstiklal Caddesi’nde patlatılan bombanın failleri konusunda halen çok sayıda soru işareti var. Altı kişinin hayatına mal olan saldırının aydınlatılması için HDP’nin meclis araştırma komisyonu oluşturma önerisi, AKP-MHP tarafından reddedildi. Düzenin muhalefet partileri ise birtakım beylik laflar etmenin ötesine geçmediler ya da geçemediler. Böylece Saray rejimi, tüm failleri Suriye’deki cihatçılarla bağlantılı olan katliamın aydınlatılmasının önüne geçti.
Meclis’te araştırma komisyonu oluşturulmasını engelleseler de hem bombayı bırakan kadının ifadeleri hem Kürt hareketi tarafından yapılan açıklamalar, tüm faillerin cihatçı terör örgütleriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bir numaralı fail olarak tutuklanan Ahlam Al Bashir’in basına yansıyan ifadesinde, abisinin Özgür Suriye Ordusu’nda (ÖSO) üst düzey komutan olduğunu söylüyor. SDG kaynakları ise, kadının üç erkek kardeşinin IŞİD için savaşırken öldürüldüğünü, kendisinin ise üç defa IŞİD’li kişilerle evlilik yaptığını belirtiyor. Bu veriler AKP-MHP koalisyonun saldırının araştırılmasını neden engellediği hakkında fikir veriyor. Ancak bu kadar şaibe olmasına rağmen, hızla karar alıp savaşı başlattılar. Yani Saray rejimi haydutça bir tutumla savaşı başlattı.
***
Saray rejiminin İstiklal Caddesi’ndeki saldırının hemen ardından savaş ilan etmesi, bu konuda önden hazırlık yapıldığı kanısını güçlendiriyor. Faillerin profilleri, savaş kararının hızla alınması ve uygulanması, kanlı bir senaryonun önden hazırlanmış olduğu kanısını güçlendiriyor. “Seçimler yaklaştıkça rejimin ‘kan dökerek oylarını arttırma’ politikasını uygulayacağı” konusunda son aylarda pek çok değerlendirme yapılmıştı. Son gelişmeler bu sürecin fiilen başlamış olduğunu gösteriyor. Bombardıman devam ederken, AKP’den milletvekili adayı olmak isteyen belediye ve il başkanlarının aralık ayı sonuna kadar istifa etmeleri gerektiğini bildiren bir yazının il başkanlıklarına gönderilmesi dikkat çekti. Bu arada seçim vaatleri kapsamında gündeme getirilen EYT, sözleşmeli kamu çalışanlarının kadroya alınması gibi konular da gündemde tutuluyor. Böylece merkezinde savaş olan seçime hazırlık sürecinin nasıl ilerleyeceği konusunda fikir edinmek mümkün oldu.
Hava bombardımanlarıyla başlatılan savaşı kara harekatıyla genişletmek isteyen Saray rejimi, “kan dökerek seçim kazanma” planına odaklanmış görünüyor. Kürt halkının kazanımlarını tahrip etme ve Suriye topraklarının bir kısmını daha işgal etme gibi hesaplar da var elbet. Buna karşın rejimin esas motivasyonun çöküşün eşeğine gelen mafyatik saltanatı ayakta tutmak olduğu da görülüyor. Buna rağmen Rusya ile ABD tarafından yapılan uyarılar kara saldırısına halen “yeşil ışık” yakılmadığını gösteriyor. Ancak her iki tarafla çıkar ilişkileri içinde bulunan rejimin bu yöndeki isteklerinden vazgeçmek istemediği de görülüyor. Zira AKP şefinin yaptığı küstahça tehditler, savaş histerisinin tavan yaptığını gözler önüne seriyor.
***
Saray rejimi “kanlı seçim planını” uygulamaya koyarak izleyeceği yolu ilan etmiş oldu. ÖSO bağlantılı kişilerin gerçekleştirdiği katliamın aydınlatılması için bir şey yapmayan düzen muhalefeti, savaş konusunda aldığı tutumla, dinci-faşist rejimin hizmetinde olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. “Altılı masa” diye adlandırılan düzen muhalefeti durduk yerde savaşın neden başlatıldığını sorgulamak bir yana, anında dinci-faşist rejimin kuyruğuna takılıp savaş şakşakçılığı yapmaya tercih etti.
Düzen muhalefeti güya Saray rejimine alternatif oluşturuyor. Sefalete, onur kırıcı bir yaşama mahkum edilen toplumun geniş kesimlerine “umut” pazarlıyor. Bir taraftan komşu ülkelerin bombalanmasına alkış tutuyorlar, ama aynı anda Saray rejimini başka konularda eleştiriyorlar. Bu duruşlarıyla tam bir pespayelik içinde olduklarını topluma gösteriyorlar. Emekçiler için yaşamı eziyete çeviren rejime savaş konusunda destek verenlerin ortalığa çıkıp vaazlar vermeleri, “bekleyin, az kaldı sizi bu rejimden kurtaracağız” diyebilmeleri kaba bir riyakarlıktır.
Saray rejimi savaşı seçime hazırlanmanın temel aracı olarak kullanıyor. Hal böyleyken düzen muhalefeti savaşa destek veriyor. Yani yaygın tabirle “ayağına kurşun sıkıyor.” Bu kadar pespaye bu kadar tutarsız, iliklerine kadar mafyalaştığını bildikleri halede Saray’ın peşine takılan düzen muhalefetinin emekçilere sunabileceği bir şey yoktur. Şovenizm, militarizm, savaş söz konusu olduğunda düzen muhalefetinin Saray rejiminin kuyruğuna takılması, dolaylı da olsa onunla suç ortaklığı yapması, kapitalist sınıflar adına siyaset yapanların külliyen pespayeleştiğinin çarpıcı örneklerinden biridir.
***
Toplumun geniş emekçi kesimlerini sefalete mahkum edenler saraylarında sefahat sürerken, “savaşla açlığı unutturma” politikasını uyguluyorlar. Güya “kurtuluş” vaat edenler ise, buna destek veriyorlar. Oysa her zaman olduğu gibi savaş, sadece hedef alınan halkların katledilmesi, yerleşim alanlarının tahrip edilmesine değil, saldırgan ülkenin halklarına da yıkım getirir. Saray rejiminin devam ettirdiği savaş da emekçiler için sefaletin daha da koyulaştırılacağı anlamına geliyor. Zira savaşları ilan eden sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcileri faturayı ödemez, halkın sırtına yıkarlar.
Ekonomik kriz, yüksek enflasyon, artan işsizlik gibi musibetler derinleşirken bunlara savaş da eklenmiş oldu. Bu belaların hiçbirinin sebebi işçiler ya da emekçiler değil. Ancak rejim ve suç ortakları tüm faturayı emekçilerin sırtına yıkıyor. Seçim hazırlığı kapsamında Saray rejimi bazı aldatıcı “küçük rüşvetler” dağıtmaya hazırlanıyor. Oysa bu rüşvetler hiçbir derde deva olmayacağı gibi, seçimlerin ardından var olan sorunların daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Hele AKP-MHP rejimi yıkılıp tarihin çöplüğüne atılmazsa, emekçiler için “sefaletten sefalet beğen” dönem başlayacak. Saray’ın savaş arabasının peşinden koşan düzen muhalefetinin de emekçilere sunacağı bir şey olmadığını bir kez daha vurgulayalım.
Vurgulamak gerekiyor ki, rejimin bu kadar küstah ve pervasız olmasının temel nedenlerinden biri emekçilerin bu kepazeliklere karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmemiş olmalarıdır. İşçi sınıfı ile emekçilerin örgütlü, fiili-meşru mücadelesi geliştirilmeden gidişatın değişmesi de mümkün değil. Sermaye düzeni işçi sınıfı ve emekçileri bir ikilemle karşı karşıya bırakmıştır: Ya her tür sefalete, onur kırıcı bir yaşama razı olup sessiz kalmak ya da bunu dayatanları tarihin çöplüğüne atmak için örgütlü gücünü mücadele alanlarında göstermek. Ülkenin yakın geleceği, emekçilerin hangi şıkı tercih edecekleriyle yakında bağlantılı olacaktır.