Son günlerde “sokak” köpeklerine yönelik katliam hazırlığı sermaye iktidarı tarafından yeniden gündeme getirildi. “Köpek terörü” denilerek katliamlarına gerekçe bulmaya çalışıyorlar. Yandaş medya konuya ‘özel’ ilgi gösteriyor. “Köpeklerin iç güvenlik sorunu haline geldiği” bile iddia ediliyor. AKP’liler “konunun bir Türkiye meselesi olduğunu” vurguluyor. Hayvan hakları savunucularının itirazları bildik manipülatif argümanlarla karşılanıyor. Bir kez daha kendilerine düşen görev ve sorumluluğu örtbas ediyorlar.
Sömürü üzerine kurulu, her şeyin metalaştığı bu düzende ne insana ne doğaya ne diğer canlı türlerine önem verilmediği, saray rejiminin her icraatıyla bir kez daha kanıtlanıyor. AKP-MHP iktidarının ‘yaşatmak’ yerine ‘öldürmeyi’ esas alması tiksinti verici olsa da şaşırtıcı sayılmaz. Kuşkusuz hayvanlara yönelik bu katliam girişimi AKP-MHP faşizmine özgü değil. Ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada hayvanlara yönelik katliamların ibretlik örnekleri bulunuyor.
İlk örnek 3. Murat zamanında İstanbul'daki maymunların idam edilmesidir. Vaktiyle Kuzey Afrika’dan İstanbul’a çok sayıda maymun getirilmiş, 3.Sultan Murat devrinin zengin kesimleri tarafından bir süs ve oyuncak olarak kullanılmıştır. Pek çok tarihçi maymunların bu şekilde ev hayvanı olarak kullanılması dışında çeşitli işlerde çalıştırıldığını da belirtiyor. Osmanlı Donanması'nda gözcülük dahil terzilikte, kuyumculukla, bakkallık ve kasaplıkta kullanılmıştır. Maymunların yaygın bir şekilde insanlarla iç içe yaşaması Sultan Murat’ın imamlığını yapan ve daha sonra Rumeli kazaskeri olan Manisalı Molla Abdulkerim Efendi tarafından “Müslüman halkı yoldan çıkaracağı” gerekçesiyle nefretle karşılanmıştır.
Abdulkerim Efendi'ye "maymunkeş" lakabını kazandıran katliamın gerekçesi şöyle anlatılmaktadır:
“Tüm hikaye bu dini bütün mollanın Fatih Camii’nde verdiği bir Cuma vaazıyla başlıyor, molla, ateşli bir konuşmayla 'kadınların bu maymunları fena işlerde kullandığını' anlatıyor. Cuma çıkışı kızgın kalabalık önde bizim molla, Azapkapı ve Galata’daki maymun satıcılarını basıyor. Tarihçiler o günü 'İstanbul’da dalında maymun sallanmayan tek bir ağaç kalmadı.' diye anlatır. Molla, yakalanan maymunları kendi elleriyle asıyor, iri maymunlar için ayrı idam sehpası hazırlıyor.” (*)
Bir başka örnekse köpeklerin topluca Sivriada'ya sürgün edilmesidir. 1865’te İstanbul Galata’da bir İngiliz vatandaşının köpeklerden kaçmak isterken yüksek bir duvardan düşüp ölmesi üzerine İngiltere hükümeti yetkililerinin istemiyle 2. Mahmut bir kararla kentteki bütün köpekleri Sivriada'ya sürgün ettirir. Halkın, uygulamanın uğursuzluk getireceği inanışının yarattığı etkiyle köpekler adadan geri getirilir. Kısa bir süre sonra sürgün için ikinci emir Sultan Abdülaziz’den gelir. Köpekler tekrar toplanıp Hayırsız Ada’ya bırakılır.
1910’da ise dönemin belediye başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla 80 binden fazla köpek toplanır ve Hayırsızada / Sivriada’ya götürülerek burada feci şeklide ölüme terk edilirler. Fransız Gazeteci Robert Gillon o zamanı, Hayırsız Ada önünden geçerken yaşadığı trajediyi şöyle anlatır:
“…Az sonra rüzgârla birlikte burnumuza dayanılması imkânsız pis bir koku geldi. Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu! Dediklerine göre adada bekçiler vardı ve bu köpeklerle bir arada yaşıyorlardı. Adamlar ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu…”(**)
Zaman değişse de sömürü düzeninin mantığı değişmiyor. Bu sefer 2019’da İstanbul’un Adalar ilçesinde atlara yapılan zulüm karşımıza çıkıyor. Büyükada’da 105 at hastalıkları gerekçe gösterilerek Adalar İlçe Tarım Müdürlüğü yetkililerince öldürüldü. Büyükada'da fayton çeken atlar kötü yaşama koşullarında, acımasızca çalıştırılıyordu. Resmi verilere göre 2012 yılından itibaren adada hastalıktan kayıtlı at sayısı 702 olup, resmi olmayan rakamlara göre ise her yıl adada çeşitli nedenlerle ölen at sayısının 700 olduğu belirtilmektedir. Öldüresiye çalıştırılan, sırtlarından yüksek karlar elde edilen atların tablosu da unutulmaması gereken bir başka gerçektir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin raporuna göre yalnızca 2020 yılında Türkiye’de; en az 1 milyar 211 milyon hayvanın yaşam hakkı gasp edilmiş, en az 22 milyon hayvan işkence görmüştür.
Gericiliğin arttığı bu dönemlerde yayılan ‘büyü’ gibi uygulamalarda kedilerin, köpeklerin uzuvları kullanılmakta bu nedenle de hayvanlar öldürülmektedir.
Özetle; köpekleri katledecek yasa tasarısı, AKP’nin faşist uygulamalarının yeni bir örneği olmakla kalmayıp, bu gerici faşist zihniyetin türediği kapitalist sistemin gerçeğini de gözler önüne seriyor. Bu sömürü düzeni yıkılana kadar insan ve diğer canlıların yaşam hakkı büyük bir tehdit altında kalmaya devam edecek. Bu nedenle rejimin faşizan dayatmalarını reddetmek, “Yaşamak ve yaşatmak için sosyalizm” şiarını yükseltmek dışında bir seçenek yoktur.
(*) Sunay Akın, Sabah Gazetesi (2007) -İnsanlar cehennemi adlı makale
(**)https://www.haytap.org/tr/surgun-kopekler-robert-gillon-1910