Türkiye ile başlayıp Brezilya ve Mısır’la (hatta Endonezya ve Bulgaristan’la) devam eden halk hareketleri, dünya çapında gündemi belirlemeyi sürdürüyor. Halihazırdaki isyanları, direnişleri, kitle mücadelelerini yeni dönem halk hareketlerinin ikinci büyük dalgası sayabiliriz.
Tunus-Mısır patlamalarının ardından
İlki Tunus-Mısır’la başlamış, bölgenin birçok ülkesine sıçramıştı. Yankıları ise şüphesiz ülkeden ülkeye özgün biçimler kazanarak İspanya’dan ABD’ye (Visconsin, Wall Street vs.) bir dizi batı ülkesinde bile kendisini göstermişti. Arap ülkelerindeki isyanlar çok geçmeden emperyalistler tarafından kontrol altına alınmış göründü. Dünya kapitalizminin efendileri Tunus ve Mısır’da o güne kadarki günahlarını o zamanki uşaklarına havale ederek, kendi çapında bir restorasyon bile geliştirdiler. Halk hareketinin kontrol altına alınıp yozlaştırılmasının en vahşi örneği Libya’da sergilendi. O dönem Mısır ve Tunus’u aşıp Bahreyn, Katar, Umman, Suriye gibi Arap ülkelerine yayılmış halk isyanları dalgası, Libya’da emperyalist bir saldırı savaşının dayanağına dönüştürüldü. Böylece aslında Libya’da petrol başta olmak üzere tam olarak denetimlerinde olmayan kaynaklar üzerinde savaş makinası NATO eliyle sınırsız hakimiyet kurulmuş oldu.
İlk dalganın son halkalarından olan Suriye’de ne yapıldığına ise ikibuçuk yıldır çok yakından tanık oluyoruz. Zira Türkiye’nin dinci-gerici egemenleri Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlığın, savaş kışkırtıcılığının ve bizzat çetelerle yürütülen kirli savaşın koçbaşı olageldiler. Sorun ülkemizde sınıf ve emekçi kitlelerin tepkilerine yol açacak şekilde gündemde ön sıralarda oldu. Örneğin radar üssünün kurulması, patriotların konuşlandırılması, Akçakale, Cilvegözü, özellikle de Reyhanlı’daki bombalamalar vb. olaylar AKP iktidarına karşı büyük tepkiler doğuracak biçimde Suriye’yi öne çıkardı.
Halk hareketlerinin yeni dalgası
Gerek Suriye olayı, gerek emperyalist metropollerde bu yıla kadar kendisini hala da hissettiren işgal ve sokak gösterileri, halk hareketlerinin ilk dalgasının etkilerinin bugünlere dek sürmesini simgeliyor. 31 Mayıs Taksim patlamasıyla bayrağı ikinci büyük dalga devralmış oldu. Türkiye’de Haziran ayına damgasını vuran büyük direnişin ilk yankısı Brezilya’da kendini gösterdi. Brezilya’da otobüs bilet fiyatlarına yapılan zammın tetiklediği olaylar, tıpkı Gezi Parkı’nın Türkiye’de oynadığı rolü oynadı. Ve aradaki bağ ya da etkileşim, Brezilya sokaklarında kendisini “Aşk bitti, burası Türkiye!” şiarıyla dışa vurdu. Yaşanan bu hareketlenmelerden etkilenmiş olduğundan zerre kuşku duyulmaması gereken Mısır’daki yeni isyanın ise zaten kendine özgü yanları var ve aslında üç yıl önceki hareketin devamı niteliğinde.
Dünyayı yeniden militan sokak çatışmalarının, polis terörüne karşı başeğmez direnişlerin, yüzbinlerin-milyonların katıldığı devasa mitinglerin arenasına çeviren sözkonusu halk hareketleri durup dururken ortaya çıkmıyor şüphesiz. Şu an hareketin hedefinde olan bizdeki gerici güruha ve örneğin Mısır’daki ve mutlaka dünyanın herhangi bir yerindeki kardeşlerine göre, bunlar emperyalist güç odaklarının düğmeye basmasıyla gündeme gelen olaylardır. Sebebi ise sözkonusu ülkelerin büyümesinden, güçlenmesinden, pastadan daha fazla pay istemesinden duyulan korkularmış. Şayet aklı evvel gericiler korosu, iliklerine kadar emperyalizme, özellikle de ABD’ye kul-köle olmasalardı, yine bu ülkelerin güya büyüyen ekonomileri ve kriz koşullarında dahi korunabilen “istikrarları” emperyalist efendilerden sıcak para akışına bağlı olmasaydı buna belki inanılabilirdi. Emperyalizmin kadim ve daimi uşakları halk hareketlerini emperyalist efendilerin oyunları olarak karalamaya çalışırken ortaya sadece trajikomedi çıkıyor, başka bir şey değil.
“Bunalımlar, savaşlar, devrimler dönemi”
Zira gerçekler tüm açıklığıyla orta yerde duruyor. Emperyalist kapitalizmin uzun yıllara yayılan kriz birikimi en çok halk hareketlerinin patlak vermiş olduğu ülkelerde gerçekleşti. Keza buna paralel olarak bu aynı ülkeler son 30 yılın neoliberal saldırı dalgasının en ağır yaşandığı ülkeler arasında yer alıyorlar. 2008’de ABD ekonomisindeki mali-finansal çöküşle geri dönülmez bir sürece giren küresel kapitalist bunalımın faturasının sınıf ve emekçi kitlelere yine en ağır şekilde ödetildiği ülkelerdi bunlar.
Öte yandan bu geçtiğimiz on yılın dünya çapında bir siyasal gericilik yoğunlaşmasına, polis devleti uygulamalarının tırmanışına, faşist baskı ve devlet terörünün yaygınlaşmasına sahne olduğu da biliniyor. 11 Eylül saldırısıyla başlayan bu süreç aynı zamanda Afganistan ve Irak’a yönelik yıkıcı savaş ve işgallerle başlayan yeni bir saldırganlık dönemi olarak da şekillendi. Kapitalist bunalımın birikimleri emperyalist güç dengelerini yerinden oynatmış, emperyalist nüfuz mücadelelerini kızıştırmış, bu da kendini yeni bölgesel savaşlar serisiyle ortaya koymuştu. Bu arada görüldü ki kapitalizmin ekonomik-sosyal bunalımına bir kez daha emperyalist saldırganlık ve emperyalist hegemonya bunalımı eşlik ediyor. ABD’nin Afganistan-Irak bataklığındaki hüsranları, emperyalist hegemonya krizini ayrıca gün yüzüne çıkarmış oldu.
Tunus-Mısır’la başlayan yeni halk isyanları dönemi böylesi gelişmelerin ve birikimlerin üzerine doğdu. Ve esasen bilimsel sosyalizmin tarihsel perspektifini olduğu gibi doğrulayan bir gelişmeydi. Kapitalizmin 19. yüzyılın sonlarında başlayan büyük bunalımı, emperyalist hegemonya kriziyle birlikte yol almış, giderek ilk büyük paylaşım savaşına varacak bir savaşlar serisine yol açmış, bunlara paralel olarak kitle mücadeleleri büyümüş, insanlık birinci emperyalist savaşın sonlarına doğru bir dizi devrimci çalkantıya ve en nihayetinde Büyük Ekim Devrimi’ne tanık olmuştu. Emperyalist kapitalizmin 20. yüzyılın ilk yarısındaki ikinci büyük bunalımında da benzer bir manzara oluştu. Günümüzde özellikle son on yıldır yaşanan gelişmeler yeni bir “bunalımlar, savaşlar, devrimler dönemi” üzerine söylenenleri döne döne doğrulamaktadır. Yeni dönem halk isyanları, sosyal patlamalar, büyük halk hareketleri yeni bir kapitalist bunalımın, emperyalist saldırganlık ve savaş siyasetinin emperyalist-kapitalist dünyanın tüm ilişkilerini, dengelerini, gidişatını belirlediği koşullarda ortaya çıkıyor.
Ortak sorunların beslediği güçlü etkileşim
Hareketlerin bu denli güçlü etkileşim içinde olması ve bir nevi dinamo etkisi yaratmasının arkasında sadece teknolojik gelişmeler, sosyal medyanın gücü, iletişim olanakları, bu açıdan dünyanın küresel köye dönüşmüş olması olgusu yok. Bunun önemi şüphesiz yadsınamaz. Fakat bu etkileşimin temel dinamiklerinden birinin dünyanın hemen her yerinde işçilerin, emekçilerin, gençliğin ve emekçi kadınların benzer sorunlar yaşaması olduğu da yadsınamaz. Özetle kapitalist bunalımın keskinleştirdiği sınıf çelişkileri sosyal patlamalara, büyük halk hareketlerine, giderek isyanlara yol açıyor. İletişim olanakları ise hızlı etkileşim sağlıyor. Gerek Tunus-Mısır olaylarında, gerek bu ikinci büyük dalgada açık bir şekilde görüldü ki dünyada bu hızlı etkileşimden muaf olan bir yer neredeyse yok gibidir.
Yeni dönem sosyal patlamaların kader ortaklığı bunlardan da ibaret değil. Her şeyden önce neredeyse hepsinde yaşamsal bir devrimci önderlik, dolayısıyla devrimci bir program boşluğu var. Keza hemen hepsinde bu boşluğu kısa vadede doldurabilecek kapasitede devrimci siyasi özneler görünmüyor. Genel planda halk hareketlerinin kendi tarzında örgütlülüklerini yaratmış olduğu henüz söylenemez; ancak belli ilk adımlar söz konudur. Dolayısıyla ciddi bir örgütlülük ihtiyacı göze çarpmaktadır. Bugüne kadarki örneklerde heterojen yapı dikkat çekmekte, işçi sınıfının belirgin örgütlü katılımı henüz öne çıkmamaktadır.
Bu yaşamsal zayıflıklar, düzen güçlerinin, halk hareketlerini kontrol altına alabilmelerinin en önemli dayanaklarıdır. Egemenlerin müdahalesi artık çok bariz bir şekilde emperyalist efendilerin onayı ve yönlendirmesi altında gerçekleşiyor. Kendi sahasında direnişe geçen kitlelerle başa çıkamayan iktidarlar, bizzat emperyalistler tarafından başkalarıyla değiştirilerek denetim sağlanabiliyor. Özellikle anti-emperyalist perspektifin zayıf olduğu durumlarda bunlar yaşanması işten bile olmadı.
Yığınsal politizasyon ve devrimci sosyalist propaganda
Bununla birlikte yaşanan kitlesel patlamaların ve haftalara, hatta aylara yayılan direnişlerin büyük bir politizasyon ve deneyim yarattığına şüphe yoktur. Üstelik bu salt olayın yaşandığı ülke sınırlarında da kalmamaktadır. Bir yerde yaşanan sözkonusu türden kitlesel, yaygın, sarsıcı hareketler tüm dünyada ister istemez bir politik ilgi yaratmakta, genel olarak sisteme, egemenlere, bu arada emperyalist müdahalelere dair önemli bir bilinç oluşturmaktadır.
Burada en genel çerçevede işaret ettiğimiz bu olgulardan yola çıkarak, halk hareketlerinin en yakıcı ihtiyacının devrimci müdahaleler olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en asli boyutu ise alabildiğine yaygın, güçlü ve etkili bir devrimci sosyalist propaganda yürütmektir. Harekete geçen kitlelerin düzen karşıtı bir yön kazanıp, egemenlerin müdahalelerini boşa çıkarması için ilerici ve devrimci güçlerin bu işe büyük bir enerjiyle girişmeleri ertelenemez bir sorumluluktur. Halk hareketlerinin kendi yönlerini bulması, mücadelenin kendi örgütsel biçim ve araçlarını yaratarak gelişmesi, kitle hareketinin düzen güçlerinin oyunlarını alt etmesi, bu arada devrimci ve ilerici akımların zeminlerini genişletip devrimci önderlik ihtiyacına yanıt üretebilecek sıçramalar yaşaması biraz da kitlelerin devrim ve sosyalizm fikrine kazanılmasında alınacak mesafeye bağlıdır.
(Kızıl Bayrak, sayı 28, 12 Temmuz 2013)