“Bırakın burjuvalar ve pasifistler, generaller ve küçük-burjuvalar, kapitalistler ve filistenler, tüm imanı tam Hristiyanlar ve II. ve İki buçukuncu Enternasyonal’in bütün şövalyeleri bu devrime kızgınlıklarını kussunlar…” 1
1921 yılında yayınlanan Lenin’in “Ekim Devrimi Üzerine” başlıklı makalesinde yer alan bu ifadeler, Ekim Devrimi karşıtı koalisyonun ne kadar geniş olduğunu gösteriyor. Farklı ülkelerden farklı sınıf ve katmanlar ile siyasal temsilcilerini birleştiren temel nokta, proletarya devriminden duydukları rahatsızlıktı.
Ekim Devrimi’ne yönelik saldırının uluslararası bir boyut taşıması, hem burjuva hem de küçük-burjuva akımların proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden ne denli ürktüklerinin göstergesidir. Sosyalist, hatta marksist olma iddiası taşıyan çok sayıda akımın da bu kervana katılması ilk bakışta çelişkili görünebilir. Ancak bu akımların sınıfsal yapılarına bakıldığında tablo netleşir.
Bu mücadele Komünist Manifesto’nun yayınlanmasıyla birlikte marksist literatürde yerini almıştır. Bu mücadeleyi zorunlu kılan, kendini sol/sosyalist söylemle ifade eden, ancak toplumsal konumları gereği işçi sınıfını temsil etmeyen akımların hemen her ülkede mevcut olmasıdır.
Bu akımlar her ülkenin özgün koşullarına göre şekillenseler de, belli toplumsal katmanların siyasi eğilimlerini temsil ederler. Bundan dolayı da, hem sınıflar mücadelesiyle hem de bunun ileri düzeyi olan halk isyanları, ayaklanma ve devrim gibi tarihi önemde toplumsal olaylarla ilgili tutumları, temsil ettikleri sınıf ve katmanların çıkar ve eğilimlerine göre belirlenir.
Bu bağlamda küçük-burjuva akımların tarihsel gelişimin belli aşamalarında öne çıkmaları, kritik anlarda yalpalamaları, çatışmanın şiddetlenmesinden korkmaları, Ekim Devrimi olayında olduğu gibi, muzaffer proletarya ve onun partisine hücum etmeleri, 1918 Alman Devrimi’nde olduğu gibi, burjuvaziyle bir olup devrimi boğmaları, sınıfsal konumlarıyla dolaysız bağlantılıdır.
Rusya’da 20. yüzyılın başından Ekim Devrimi’ne uzanan sürece baktığımızda, Bolşevikler tarafından temsil edilen işçi sınıfının yanı sıra, farklı renkleriyle küçük-burjuva demokratlar ile liberal burjuvazinin siyasal arenada aktif olduğunu görüyoruz. Etkileri sınırlı olmakla birlikte, daha çok aydınlar ile gençlik kesimlerinin bir kısmı tarafından desteklenen anarşist eğilimler de vardı.
Yine de hem 1905 Devrimi, hem 1917 Şubat Devrimi’nin ertesinde oluşan ikili iktidar dönemi, hem de Ekim Devrimi’nde, işçi sınıfını temsil eden Bolşevikler dışında, siyasal arenada etkin olan Menşevik ve Sosyalist Devrimci kanatlarıyla küçük-burjuva demokratları ile Kadetler tarafından temsil edilen liberal burjuvazidir. Elbette karşı devrimi temsil eden çarlık despotizmi ile “Kara Yüzler” gibi çarlık artığı sömürücü sınıfların gerici-faşist temsilcileri de siyasal arenada mevcuttu. Nitekim emperyalist güçlerin desteği ile Sovyet iktidarını yıkmak için harekete geçenler bu güçlerdir. Başlarında ise çarlık ordusunun generalleri vardı.
Siyasi akımlar arasında ideolojik-politik çatışma
Bolşevikler ile diğer siyasi akımlar arasındaki ideolojik-politik çatışma, devrime giden sürecin başında kendini ortaya koyar. Çatışma, sadece diğer akımlarla değil, RSDİP’in (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) içinde de erken dönemde başlar. Lenin ile Martov tarafından 2. Kongre’ye sunulan parti üyeliğinin kıstasları üzerinden başlayan tartışma, sorunun bir tüzük maddesinden ibaret olmadığını, partide baştan beri çok geçmeden tüm temel konular üzerinden kendini gösterecek iki farklı çizginin var olduğunu gösterir.
Sınıf kitlelerinin eğilimi çoğu zaman “solun birliği”nden yana olsa da, nesnel-toplumsal koşullar çatışmaları kaçınılmaz hale getirir. Zira sınıflı bir toplumu değiştirip dönüştürmeyi hedefleyen devrimci süreçlerde çatışma, sadece eski düzenle değil, eski düzeni yıkma iddiasındaki akımlar arasında da cereyan eder. Aynı olan soruna farklı sınıf veya katmanların savunduğu çözümler de doğası gereği farklı olacaktır. Bu toplumsal güçler arasında dönemsel taktik ittifaklar kurulsa bile, mücadelenin kritik eşiklerinde aradaki farklar kendini belli eder, pratik siyasal tutumlarla ortaya konulur.
Başka yerde olduğu gibi Rusya’da da sosyalist devrime akan süreçte siyasal akımlar arası polemik ve çatışmalar bazı özgünlükler taşısa da, muhteva her koşulda sınıfsaldı. Çatışma çoğu zaman Bolşevikler ile diğerleri arasında yaşanmıştır. 1905 Devrimi ile ardından gelen koyu gericilik döneminde, emperyalist savaş ile 1917 Şubat Devrimi sonrasında ortaya çıkan ikili iktidar sürecinde, Ekim Devrimi dönemi ile iç savaşın sertleştiği dönemde Bolşeviklerle diğer akımlar arasında çatışmalar yaşanmıştır. Bunun bir istisnası, Ekim Devrimi’nin ilk aylarında Sol Sosyalist Devrimcilerin Bolşeviklerle kurdukları kısa ömürlü ittifaktır. Menşeviklerin Martov liderliğindeki sol kanadı iç savaş döneminde Sovyet iktidarına “şartlı destek” verme eğilimine girse de, bu kısa ömürlü eğilim Bolşevik karşıtlığını ortadan kaldırmamıştır.
Burjuvaziyi temsil eden Kadetler ise, haklı olarak Bolşevikleri sınıf düşmanları kabul ediyor ve buna göre tutum alıyorlardı. Tarihsel olarak aşılmakta olan çarlık despotizminin temsilcilerini bir yana bırakırsak, devrimci proletaryayı Bolşevikler, liberal burjuvaziyi Kadetler temsil ediyordu. Şubat Devrimi’ne kadar küçük-burjuva demokratlar adına öne çıkan eğilimin temsilcisi ise Sosyalist Devrimciler ile Menşeviklerdi. Bunlar iki ana sınıfı temsil eden çizgiler arasında salınsalar da kritik anlarda Kadetlere, yani burjuvaziye yakın durdular. Zira burjuva devrimi sürecinde özellikle Menşevikler esas olarak liberal burjuvazinin liderliğine umut bağlamışlardı.
Devrimci barutunu tüketen burjuvazi
Rusya’nın özgün koşullarında devrimin ilk aşaması olan Çarlık düzenini yıkma mücadelesinde liberal burjuvazi, söylemde devrimci saflarda yer alıyordu. Kuşkusuz bu sınıf da çarlık yerine bir burjuva cumhuriyeti istiyordu. Ancak bunun işçi sınıfı ve emekçilerin belirgin rol oynayacağı toplumsal bir devrimle gerçekleştirilmesinden korkuyordu. Bu korkusunu 1905 Devrimi sırasında somut olarak gösterdi.
Kadetler 1904 yılı sonlarında işçi sınıfının salt çarlık karşıtı eylemlerini heyecanla karşılıyorlardı. Zira proletarya sınıfsal taleplerini yükseltmediği sürece, bu eylemler liberal burjuvazinin işine yarıyordu. Sınıfsal taleplerin yükseltilmesiyle birlikte burjuvazinin tutumunda dramatik bir dönüşüm gözlendi.
Henüz sınıfsal taleplerin gündemde olmadığı dönemde burjuvazinin grevler karşısındaki tutumu dikkat çekicidir. “Ekim grevi sırasında işverenler fabrikalardaki işçi toplantılarına engel çıkarmamaya razı olmakla kalmayıp grev sırasında ücretlerin yüzde 50’sini ödediler; hatta bazı fabrikalarda ücretlerin tamamını ödediler. Grev yüzünden kimse işten atılmadı. Putilov işletmesinde ve başka yerlerde müdüriyet sovyet toplantılarına katıldıkları günler için delegelere tam ücret ödediler. Putilov işletmesi müdüriyeti o kadar anlayışlıydı ki, sovyet delegelerinin şehre gittikleri günlerde iş yeri vapurunu onların hizmetine verdi.”2
Kitlesel eylemlere girişen sınıf hızla politikleşerek talepler çıtasını yükseltti. “1905’te çarlığa karşı genel greve katılan işçiler kendi güçlerine öylesine güven kazandılar ki, bundan bir ay sonra içlerinden en ileri kesim olan St. Petersburg işçileri sekiz-saatlik iş günü talebiyle greve çıktı.”3
Sınıfsal taleplerin yükseltilmesi, “devrimci” Kadet şeflerinin uykularını kaçırıyordu. Hemen saldırıya geçen kapitalistler, işçileri kitlesel bir şekilde işten attılar. “Bundan böyle tüm burjuva politikacıları işçilere karşı kinlerini ve grevlere karşı korkularını gösterir oldular. Önceden övülen grev eylemi için Kadet önderi Milyukov, ‘suç, devrime karşı suç’ diyordu.”4
Artık liberal burjuvazi için tehlike gerici Çarlık rejimi değil, sınıfsal taleplerini yükselten proletarya ile onun siyasi alandaki devrimci temsilcisi Bolşeviklerdir. Nitekim Kadetler Bolşevik karşıtlığında tutarlı davranmış, sonuna kadar sınıf bilinçli bir politika izlemişlerdir. Gericilik yıllarında Çarlığa yaklaşmış, ikili iktidar döneminde devrimin kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalışmış, Ekim Devrimi’ne cepheden saldırmış, iç savaş sürecinde emperyalist saldırganların iç dayanaklarından biri olmuştur. Tüm bu süreçte küçük-burjuva demokratların sağ kanadının daha da sağa kayması ve iç savaş sürecinde emperyalistlerin payandası olmasında da Kadetlerin önemli bir rolü olmuştur.
İki iskemle arasında sıkışan küçük-burjuvazi
Küçük-burjuva demokratlarının iki güçlü kanadı olan Menşevikler ile Sosyalist Devrimciler, saflarında biri ‘sol’, biri ‘merkez’, biri ‘sağ’ olan üç eğilimi barındırdılar. Sol eğilimi temsil edenler kimi zaman Bolşeviklere yaklaşırken, sağ eğilimin temsilcileri ise hemen her dönem liberal burjuvazinin partisi olan Kadetlere yakın oldular. Bu yakınlık iç savaş döneminde karşı-devrimci cepheye katılma noktasına varabildi.
Kimi zaman sağa, kimi zaman sola yönelen bu iki partinin yaşadığı kararsızlıklar, savrulmalar, tutarsızlıklar ara katmanları temsil etmelerinden kaynaklanıyordu. Siyasal yaşamı boyunca bu ara katmanların siyasal temsilcileriyle mücadele eden Lenin, yılların zengin deneyimlerine dayanarak, küçük-burjuvazinin bu sallantılı tutumunu şu veciz ifadelerle tanımlıyordu: “Bunlar nereye oturacaklarını bilmiyorlar; iki iskemlenin arasına sıkışmaya çalışıyorlar, birinden diğerine, bazen sağdaki, bazen de soldaki iskemleye kayıyorlar…”5
1905 Devrimi Bolşevikler ile Menşevikleri birbirlerine yaklaştırsa da, birleşme umudu kısa ömürlü oldu. Menşevikler hızla “sağ iskemleye” kaydılar. Devrim sürecinde gericiliğini ispatlayan Kadetlere yaklaşıp Bolşeviklerden uzaklaştılar.“Mutlakiyetçi Rusya’da, proletarya ile burjuvazi arasında, nesnel tarihsel ‘politik işbirliği’ gereksinimini gözardı edemeyiz…”6 diyen Menşevik liderlerden Akselrod, Bolşevikleri aşırıya kaçıp liberal burjuvaziyi ürküttükleri için eleştiriyordu.
Burjuva kuyrukçuluğunu, o dönem Menşeviklerin gazetesi olan Iskra şu çarpıcı ifadelerle dile getiriyordu: “Rusya’daki mücadele sahnesine baktığımızda ne görüyoruz? Sadece iki güç görüyoruz: Çarlık otokrasisi ve liberal burjuvazi. Bunlardan ikincisi örgütlü ve muazzam bir özgün ağırlığı var. Emekçi kitleler bölünmüş ve yapabilecekleri hiçbir şey yok; bağımsız bir güç olarak biz yokuz; öyleyse görevimiz bu ikinci güce -liberal burjuvaziye- destek olmaktır; ona cesaret vermeliyiz ve hiçbir şekilde proletaryanın bağımsız taleplerini öne sürerek onu korkutmamalıyız.”7
Lenin’in liberal burjuvaziye dair değerlendirmesi ise bambaşkaydı: “Ve Rus devriminin ilk döneminin tüm tarihsel önemi şöyle özetlenebilir: liberalizm karşı-devrimci özünü, köylü devrimine önderlik etmekten aciz olduğunu daha şimdiden kesin olarak gösterdi…” 8
“Bize göre,” diyordu Lenin, “proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmazlık 1789’da, 1848’de, ya da 1871‘de olduğundan çok daha derin; bu yüzden, burjuvazi proletarya devriminden çok daha fazla korkuyor ve kendini karşı-devrimin kucağına çok daha kolay atacak.”9
Nitekim, Kadetlerin tüm pratikleri Lenin’in bu saptamalarını doğruladı.
Menşeviklerin emperyalist savaşa karşı aldıkları tutum da, diğer kritik anlarda olduğu gibi, sallantılı oldu. Plehanov’un temsil ettiği sosyal-şoven kanadın dışında kalanlar ne savaşa açık destek verdiler, ne de savaş karşıtı net bir tutum alabildiler. 1917 Şubat Devrimi’nde de aynı tutumu sürdüren Menşevikler, Kadetleri iktidarı almaya çağırdılar. Dahası çok geçmeden, Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler, Kadetlerle birlikte Geçici Hükümet’te yeraldılar.
“Beyler, merdivenden adım adım inin”
Şubat Devrimi’nden sonra iktidarı burjuvazi ile paylaşan Menşevikler ile Sosyalist Devrimciler, demokratik devrim programını hayata geçirmekten uzak durdular. Arkalarında Sovyetler gibi güçlü bir dayanak olmasına rağmen ne emperyalist savaştan çekildiler, ne toprak reformu gerçekleştirdiler, ne de diğer demokratik reformlar çerçevesinde herhangi bir adım atabildiler. Bu tutumları, Bolşeviklerin proletaryanın geniş kitlelerini ve giderek emekçi köylüleri kazanmalarında çok önemli bir rol oynadı.
Sosyalist Devrimciler geçici hükümetin ortağı olmalarına rağmen, temsil ettikleri köylülüğün temel taleplerini içeren programlarını hayata geçirmediler. Bu program ancak Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikler tarafından uygulanabildi. Lenin’in burjuva devrimlerinin 125 yılda yapamadıklarını Sovyet iktidarının birkaç ayda gerçekleştirdiğini dile getirerek, proletarya devriminin farkına dikkat çekmesi boşuna değildi.
İktidar ortağı olan küçük-burjuva demokratlar, burjuva devrimini ilerletmek bir yana, burjuvazinin kuyrukçuluğunu yaptılar. Bu ise sürekli sağa kayışı koşulladı. Kadetlerle ortak cephede yer alan Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler, Temmuz olaylarından sonra Bolşeviklere karşı başlatılan saldırının payandası oldular. Lenin’i Alman ajanı ilan eden burjuvazinin değirmenine su taşıyan bu küçük-burjuvalar, basın üzerinden yürütülen linç kampanyasına dolaylı da olsa ortak oldular.
“Liberallerin tersine, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler, Temmuz günlerini izleyen gerici dalganın devrim için oluşturacağı tehlikeden gerçekten tedirgin olmuştu. Ama karşı-devrim tehlikesine verdikleri tepki (daha önce de aşırı soldan gelen saldırılara verdikleri tepkideki gibi) hükümetin arkasında daha yakın biçimde toplanmak ve liberal partilerle koalisyonda ısrar etmek oldu.”10
Liberal burjuvaziye sarıldıkça sağa kayan küçük-burjuva demokratların savruluşunu Lenin, şu çarpıcı ifadelerle tanımlıyordu: “28 Şubat’ta Petrograd Sovyeti’nde burjuva hükümete koşullu destek vaat ettiler. 6 Mayıs’ta hükümeti çökmekten kurtardılar ve saldırı konusunda hemfikir olmak suretiyle onun hizmetkarları ve savunucuları durumuna düşmeyi kabullendiler. 9 Haziran’da, devrimci proletaryaya karşı girişilen şiddetli bir kin, yalan ve iftira kampanyasında karşı-devrimci burjuvaziyle ortaklık kurdular. 19 Haziran’da yağma ve talan savaşının sürdürülmesini onayladılar. 3 Temmuz’da, iktidarı bütünüyle Bonapartistlerin eline teslim etmelerinin başlangıcı anlamına gelmek üzere, gerici askerlerin göreve çağrılmasına rıza gösterdiler. Beyler, merdivenden adım adım inin.”11
Bu sağa kayış Ekim Devrimi’nin zaferiyle pekişecek, iç savaş döneminde bu iki akımın sağcı kesimlerinin karşı devrimcilerle aynı cephede Sovyet iktidarına karşı savaşması noktasına varacaktı. Elbette süreç her iki akımı da parçalanmaya zorladı. Bir kısmı Bolşeviklere katıldı. Bir kısmı partisiz şekilde Sovyet iktidarı için çalıştı.
İç savaş döneminde Bolşeviklere yaklaşma eğilimi gelişmiş ancak, Kızıl Ordu’nun bazı yenilgilere uğramasıyla bu eğilim hemen tersine dönebilmiş, bazı bölgelerde iş “ortak örgütler” oluşturma, hatta emperyalistler ve karşı devrimcilerle birlikte “hükümet kurma” noktasına vardırılabilmiştir. Bu tutumlarından dolayı Lenin onları sert bir dille uyarmak zorunda kalmıştır: “Onlara şunu söylüyoruz: siz ciddi bir düşman değilsiniz. Bizim düşmanımız burjuvazi. Ama onlarla güçbirliği içine girerseniz, bu durumda proletarya diktatörlüğü tedbirlerini size karşı da uygulamak zorunda kalacağız.”12
Farklı bir tutum geliştirerek Bolşeviklerle ittifak kuran Sol Sosyalist Devrimcilere yedi komiserlik (bakanlık) verildi. Bolşevikler ise onbir komiserlik aldılar. Kısa süren bu işbirliği, Sosyalist Devrimcilerin Almanya ile imzalanan Brest-Litovsk Anlaşması’nı protesto ederek Sovyetler’den çekilmeleriyle son buldu. Bu arada “Yoksul Köylü Komiteleri”nin kurulmasına ve tahıl zoralımları için işçilerden kurulu müfrezelerin kırsal alana gönderilmesine de karşı çıktılar.
Bu hareketin liderleri Sovyet yönetiminden çekilmekle yetinmediler, savaşı kışkırtmak için Almanya’nın Moskova büyükelçisini Çeka’daki adamlarına öldürttüler. Sovyet iktidarına başkaldırı Lenin’e suikast yapma noktasına vardı. Sovyet iktidarını kendileriyle hesaplaşmaya mecbur eden Sol Sosyalist Devrimciler, dramatik bir sonla sahneden çekildiler.
Sovyet işçi sınıfı ve emekçilerinden aldıkları desteğin erimesinden sonra Avrupa’ya giden Menşevik liderler ise, Ekim Devrimi ve Bolşeviklere saldırmaya devam ettiler. Avrupa’daki sosyalist ve komünist partilerin Bolşeviklere karşı tutum almasını sağlamaya çalışan bu liderleri pek ciddiye alan olmadı. Bolşeviklere karşı silahlı bir ayaklanma başlatabileceklerini varsayan Menşevikler, kısa sürede hüsrana uğradılar. Bu akımın önde gelen liderlerinden Akselrod’un Martov’a yazdığı bir mektupta kullandığı ifadeler, bu küçük-burjuva demokratların hem Bolşeviklerden duydukları korkuyu, hem de besledikleri düşmanlığı özetliyor: “On yıl önce Leninistler’i, Sosyal Demokrat Parti içindeki ‘ikiyüzlü Kara Yüz canileri çetesi’ olarak betimlerken, yalnızca polemiksel bir öfke patlaması içinde değildim, buna derinden inanıyordum.”13
Ekim Devrimi’nin dünyada yarattığı muhteşem devrimci dalgalar Menşevizmin kalıntılarını kuru bir yaprak gibi silip süpürdü.
Bolşevik parti’nin muazzam gücü
Bu kadar geniş bir koalisyonu karşısına alan Bolşevikler, ideolojik, politik, örgütsel, askeri ve diğer alanlarda yürüttükleri çetin mücadeleler sayesinde zafere ulaşabildiler. Devrimci teoriyle donanan, devrimci sınıfla etle-tırnak misali bütünleşen ve tarihin tanık olduğu en sağlam devrimci örgütü inşa eden Bolşevikler, bu sağlam temellere dayanarak karşılarına dikilen geniş koalisyonun üstesinden gelebildiler.
“Rusya proletaryasıyla et ve tırnak gibi kaynaşmış Bolşevik partisinin başarılı önderliği olmasaydı, Ekim Devrimi’nin zaferi de mümkün olamazdı. Bu bir öznel iddia değil, matematiksel kesinlikte bir tarihsel gerçekliktir. Muzaffer Ekim Devrimi’ni hazırlayan tüm sürecin olayları apaçık bir biçimde gösteriyor ki, devrimin hazırlanmasında, zaferinde ve kazanımlarının korunmasında parti, öncü ve yönetici bir güç olarak, belirleyici bir role ve konuma sahiptir.”14
***
1. Ekimler 2. Sayı, Şubat ’94
2. Tony Cliff, Lenin I, s.157, Z Yayınları
3. age, s.158
4. age, s.158
5. Tony Cliff, Lenin III, s.203, Z Yayınları
6. Abraham Ascher, Rus Devriminde Menşevikler, s. 73, Metis Yayınları
7. Tony Cliff, Lenin I, s.153
8. age, s.157
9. age, s.154
10. Alexander Rabinowitch, Bolşevikler İktidara Geliyor, s.49, Yordam Kitap
11. Tony Cliff, Lenin II, s.335, Z Yayınları
12. Cliff, Lenin III, s.204
13. Abraham Ascher, Rus Devriminde Menşevikler, s.149
14. Ekim, Sayı: 180, Kasım 1997