Birleşmiş Milletler, 30 Temmuz’u “Dünya İnsan Ticaretiyle Mücadele Günü” olarak kutluyor. 2013 yılında BM tarafından ilan edilen söz konusu gün, mağdurların durumuna dikkat çekmek ve hakları için kampanya yürütmek amacıyla ilk kez 2014 yılında kutlandı. Bu günün kutlanmasının temel amacı, insan ticareti mağdurlarının sorunlarını ön plana çıkarmak ve haklarını oluşturmaktır. BM Genel Sekreteri António Guterres, bu yılki Dünya İnsan Ticaretiyle Mücadele Günü’nde, insan ticaretinin “sona erdirilmesine yardımcı olan” ilk müdahalecileri, yani polis memurlarını, sosyal hizmet ve tıp uzmanlarını, STK çalışanlarını onurlandırdıktan sonra hükümetleri ve STK’ları İnsan Ticareti Mağdurları için Gönüllü Güven Fonu da dahil olmak üzere kendi “davalarına” katılmaya çağırdı.
“COVID-19 salgını birçok küresel eşitsizliği ortaya çıkardı ve şiddetlendirdi, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşmanın önünde yeni engeller yarattı ve milyonlarca insanı cinsel sömürü, zorla çalıştırma, zorla evlendirme veya diğer suçlar nedeniyle kaçırılma riskiyle karşı karşıya bıraktı.” diyen Guterres, bilinen insan ticareti mağdurlarının yüzde 70’inden fazlasının kadın ve kız çocukları olduğunu belirtti. Ayrıca kadın ve kız çocuklarının pandemiden de en ciddi şekilde etkilenenler arasında olduğuna dikkat çekti. Eğer dünya, pandemi müdahalesinin ve Covid-19 sonrası toparlanmanın merkezine insan onurunu ve haklarını koyacaksa, insan ticareti mağdurlarını korumak ve suçluların savunmasız insanları sömürmesini önlemek için daha fazlasının yapılması gerektiği gibi temelsiz sözler sarf eden Guterres, “Bu Dünya İnsan Ticaretiyle Mücadele Günü’nde, bunun sözünü verelim” dedi.
Bu çağrıyla, sözüm ona bu küresel soruna ilişkin farkındalığı artırmak ve insanların, özellikle de çocukların ve gençlerin sömürülmesine karşı önlem alınması hedeflenmektedir. Zira insan ticareti yaygın bir küresel sorundur. Avrupa’da da 1995 yılında Schengen bölgesinin açılması, korona pandemisinin yoğunlaşması ve başka bazı faktörler ulus ötesi insan kaçakçılığında bir artışa yol açtı. Dolayısıyla insan kaçakçılığı sadece ekonomik olarak daha az gelişmiş bölgelere ilişkin ciddi bir sorun değildir. Sahra Altı Afrika, Orta Amerika ve Karayipler’deki durum özellikle dramatik olsa bile, insan kaçakçılığı, Almanya merkezli Avrupa’nın da önemli bir sorunudur. İnsan ticareti olarak adlandırılan bu “sistem”, dünya çapında gittikçe yaygınlaşmakta ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından en hızlı büyüyen suç alanı olarak tanımlanmaktadır.
Kapitalizm, modern kölelik ve insan ticareti
İnsanların köleleştirilmesi son derece güncel bir olgudur ve hiçbir şekilde geçmişe ait değildir. Yasal köleliğin zorlu mücadelelerle yasaklanması bunu engelleyemedi. Bugün küresel çapta modern köleliğin çok farklı biçimleri söz konusu. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) modern kölelik terimini, zorla çalıştırma, zorla cinsel sömürü ve zorla çocuk işçiliği biçimlerini içerecek şekilde kullanıyor. Bunların hepsi de fiziksel ve çok değerli bir sermaye olarak insan vücuduna odaklıdır. İnsanlar, özellikle ev, bakım ve konaklama sektörü, inşaat ve tarım olmak üzere kayıt dışı ekonominin çeşitli alanlarında da modern köle olarak çalıştırılıyorlar.
Her yıl 2,4 milyondan fazla insan mal gibi alınıp satılmakta, ekonomik sömürünün en kötü biçimlerini yaşamakta ve insan haklarının en acımasız ihlallerinin pençesine itilmektedir. İnsan kaçakçılığından elde edilen kârın dünya çapında yıllık 100 milyar doların üstünde olduğu tahmin ediliyor. Küresel insan kaçakçılığı 1990’ların ortasından bu yana dört kattan fazla arttı ve Europol tarafından yapılan bir araştırmaya göre en yüksek büyüme oranına sahip suç olarak kabul edildi. “Mal” olarak insan ticareti, uyuşturucu ve silah ticaretinden sonra üçüncü en önemli suç gelir kaynağıdır.
İnsan ticareti, ulusal sınırlar içinde ve aynı zamanda sınırlar ötesinde gerçekleşmektedir. Genellikle insanlar daha az gelişmiş bölgelerden daha gelişmiş bölgelere taşınır. Örneğin, Moldova’dan insanlar çoğunlukla Türkiye, Rusya veya Birleşik Arap Emirlikleri’ne emekleri ve bedenleri kölece sömürülmek için taşınmaktadır. Araştırmalara göre, sanayileşmiş ülkeler, Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, kurbanların aynı zamanda transit veya varış ülkesidir. Çoğu Doğu Avrupa’dan gelen kurbanlar, zorla fuhuşa maruz kalıyor ya da şantiyelerde veya otel ve restoran endüstrisinde işçi olarak sömürülüyorlar. Aslında cinsel sömürü, Almanya’da ve öteki AB ülkelerinde köleleştirme ve aşırı emek sömürüsünden elde edilen kârlardaki en büyük ekonomik payı temsil ediyor.
ILO, bugün 12,3 milyondan fazla insanın tarlalarda, fabrikalarda, madenlerde köle olarak veya en kötü koşullarda ev yardımcısı olarak çalışmak zorunda olduğunu varsayıyor. İnsan ticareti mağdurlarının varış yerlerinde bekledikleri en yaygın sömürü biçimleri, cinsel sömürü ve genellikle kölece koşullarda zorla çalıştırmadır. İnsan ticareti mağdurlarının %43’ü seks endüstrisine, yani zorla fuhuşa satılmaktadır. İnsanların büyük bir bölümü de tarımda, özel evlerde veya diğer sömürücü işyerlerinde insanlık dışı koşullarda sömürülmektedir. Bugün 20 ila 40 milyon arasında insanın hala modern köle emeğiyle uğraştığı tahmin ediliyor.
İnsan ticaretine karşı mücadele mi?
İnsan kaçakçılığına ve kurbanların acımasızca sömürülmesine karşı mücadelenin her zamankinden daha acil olduğu doğrudur. Fakat bu, kapitalist kurumların başarabileceği bir şey değil. Zira söz konusu utanç tablosu bizzat kapitalizmin ürünüdür. Nitekim Covid-19 salgını, küresel krizlerin, en yoksul ve dezavantajlı grupların kırılganlığını büyük ölçüde artırdığını gösterdi. İnsan tacirleri ve kaçakçıları, “insan metası” ile yaptıkları işin ne kadar kârlı olduğunu biliyorlar ve deyim uygunsa sırtlarını kapitalizme dayamış bulunuyorlar. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki insan tacirlerinin yılda on milyarlarca dolar kâr elde ettikleri tahmin ediliyor.
İnsan ticaretinden elde edilen kârın, yasadışı uyuşturucu ve silah ticaretinden daha yüksek olduğu iddia edilmektedir. Bu kirli ve kanlı işin kurbanları her zaman yeniden sömürülebilir, çünkü kaçamayacakları zoraki ilişkilere sokulurlar. Çocuklar özellikle insan ticareti riski altındadır. BM Genel Sekreteri António Gutteres’e göre, insan ticaretinde çocukların oranı son 15 yılda üç katına çıktı. Demek oluyor ki çocuklar dünyadaki kurbanların üçte birini ve hatta düşük gelirli ülkelerde yarısını oluşturuyorlar. Bu insan hakları ihlalinin, daha doğrusu kapitalizmin en iğrenç biçimlerinden biridir.
UNHCR şu anda yaklaşık 82,4 milyon mülteciyi kayıt altına alıyor. Dünya çapında yüksek ve sürekli artan mülteci sayısı nedeniyle, uluslararası toplumun insan ticaretiyle mücadele çabalarını yoğunlaştırılması gerektiği belirtiliyor. İnsan tacirleri ve kaçakçıların kirli işlerini sınırlar ve kıtalar arasında yürüttüğü, dolayısıyla da tam da bu yüzden ulus ötesi çabalara ve suça karşı etkin bir mücadeleye ihtiyaç olduğu vazediliyor. Ama bu vaazı verenlerin kendileri, insan tacirlerine ve organize suça son vermek, artan krizler nedeniyle daha da acil bir şekilde aşılması gereken daha büyük bir zorluk haline geldiğini belirtiyor.
Geçmişte milyonlarca insan esir alınıp köleleştirilerek bir mal gibi satıldı. Bugün de durum temelde pek de farklı değil. Bugün de kadınlar, erkekler ve çocuklar kaçırılarak zorla çalıştırılıyorlar, fuhuşa sürükleniyorlar. Buradaki nedenler, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin artması, sınıflar arası sosyal uçurumun derinleşmesi ve birçok ülkedeki kötü ekonomik ve politik koşullardır. Son birkaç yılda yaşanan dramatik gelişmeler, yoksulluğun tek neden olmadığını gösteriyor. Ayrımcılıktan siyasi zulme kadar uzanan faktörler de insan ticaretinde rol oynuyor.
Burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilerin önüne diktikleri yasalar, insan ticaretine karşı işlemiyor. İnsan ticaretine karşı mücadele palavraları savrulurken, bu ticaretin nerelerde, nasıl ve hangi uluslararası şirketler aracılığıyla yapıldığı, insanların nerelerde alınıp pazarlandığı iyi biliniyor. Ama mücadele lafazanlığı ötesinde burjuvazi üç maymunu oynuyor. Zira dünyanın en kârlı üçüncü pazarını oluşturan bu sektör, kapitalizmin doğal parçası, kirli ve kanlı yüzlerinden biridir.