Dinci-gericiliğe karşı halk hareketleri

Rejimler hem ekonomik, sosyal, siyasal, demokratik sorunların kaynağı hem toplumsal ilerlemenin önündeki temel engellerden birini temsil ediyorlar. Dolayısıyla toplumsal sorunların çözümü veya ekonomik-demokratik, sosyal-siyasal kazanımlara ulaşılabilmesi için, -anti-kapitalist mücadeleyi ihmal etmeden- öncelikle İhvancı rejimlere karşı mücadelenin yükseltilmesi zorunludur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 30 Haziran 2013
  • 08:01

Emperyalist güçlerin desteği ile iktidara tırmanan dinci-gerici akımlar, halen esas olarak üç ülkede hakimler: Türkiye’de AKP, Mısır’da Müslüman Kardeşler (İhvan), Tunus’ta -İhvan’ın bir kolu olan- Nahda…

Kuruluş ve gelişim süreçleri farklı, her birinin kendine özgü yönleri olsa da, üç akımı da genel bir ifade ile “İhvancı” olarak tanımlamak mümkündür. Zira hem ekonomik, siyasal, diplomatik alanlarda benzer bir çizgi izliyor hem bölgesel ve uluslararası politikada aynı safta yer alıyorlar.

Gelinen yerde üç ülkede de İhvancı rejimlere karşı ciddi bir toplumsal muhalefet var. AKP’nin diğer ikisinden daha uzun ömürlü olması, farklı bir pratiğin temsilcisi olmasında değil, ülkedeki özgünlüklerden kaynaklanıyor. Türkiye’nin İhvancıları, derin bir ekonomik kriz ve burjuva siyaset arenasındaki partilerin iflas ettiği bir kesitte iktidara adım attılar. Öyle ki, sermaye iktidarının ekonomik/siyasi krizi işçi sınıfı ve emekçilerin isyanıyla karşılanamadığı için, 2002’den sonra alan, dinci-Amerikancı İhvancılara kaldı.

Yüksek oy oranının yanısıra kokuşmuş medyanın, büyük sermayenin ve emperyalist/siyonist güçlerin tam desteğini alan AKP, arkasındaki güçlere “alternatifsiz” olduğunu hatırlatarak konumunu güçlendirdi. Abdullah Öcalan’ı ve Kürt hareketini defalarca aldatan, avanak liberalleri tepe tepe kullanan, bir takım umutsuz solcuları ise kuyruğuna takan AKP, seçim üstüne seçim kazanarak 31 Mayıs 2013’e geldi.

Halk hareketinin şamarlarıyla sersemleyen Ankara’daki İhvancı-Amerikancılar, zorbalık, yalan, uydurma ve çarpıtmalara sarıldılar. Fakat bu çırpınışlar, dinci-gericiliğin alamet-i farikası olan “ılımlı islam modeli”nin tarihin çöplüğüne doğru hızla yol almasını engellemeye yetmeyecek.

Tunus ve Mısır’ın İhvancıları, Ankara’dakiler kadar şanslı değiller. Zira onlar, bir halk isyanını istismar ederek iktidara tırmandılar. İlk günlerde bu kolay zaferin sarhoşluğunu yaşasalar da, isyan ederek diktatörü alaşağı etmiş bir halkı aldatmanın kolay olmadığını görmek için birkaç ay onlara yetti. Nitekim Ankara’daki İhvancılar, iktidarın sefasını on yıl sürdükten sonra halk hareketiyle sarsılırken, Kahire ve Tunus’takiler ise, bu sefahati bir yıl bile sürmeye muvaffak olamadılar.

Emperyalistler ve bu ülkelerdeki burjuvazi, “ılımlı islam” modeli ile en azından bir çeyrek asır işi götürebileceklerini var sayıyorlardı. AKP şeflerinin 2053’e uzanan planlardan söz etmeleri, bu ham hayallere iyice kapıldıklarını gösteriyor. Bu tür hayallere kapılmak ise, ancak halkları “güdülen sürü” görenlerin bir işi olabilir.

Her üç ülkede gelişen toplumsal hareket, ne iyi ki, bu uğursuz hayalleri yerle bir etti. Mısır-Tunus İhvancıları iktidara adım attıkları andan başlayarak pek gün yüzü göremediler. Umutları, Ankara’daki abilerinde idi. Ancak 31 Mayıs-1 Haziran Taksim Gezi Direnişi’nin ülke sathına yayılması, beklenmedik bir darbe oldu. İhvancı-Amerikancı rejimler artık üç ülke de toplumsal hareketin hedefindeler.

Kendilerini “diktatörlüğe/askeri vesayete karşı mücadele eden”, “yeniliğin/demokratikleşmenin” temsilcisi “mazlumlar” olarak pazarlamaya çalışan İhvancılar, artık halk hareketlerinin hedefindeler. Bu duruma düşmeleri kaçınılmazdı. Çünkü temel politikalarının tümü işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin aleyhinedir. Onlar, asalak burjuvazinin ilkel zihniyetleri temsilcilerinden başka bir şey değiller.

 

Ekonomide neo liberal…

Halk hareketlerini ve isyanları kaçınılmaz kılan temel nedenlerden biri, kapitalizmin yapısal sorunlarıdır. Sömürü ve köleliğe dayalı bu sistem işsizlik, geleceksizlik, yoksulluk, sefillik, gelir dağılımı bozukluğu, eşitsizlik gibi temel musibetleri her gün yeniden üretir. Özelleştirme, taşeronlaştırma, sosyal hakların gaspı, eğitim, sağlık, ulaşım gibi toplumsal hizmet alanlarının özelleştirilmesi ise, var olan sorunları daha da derinleştiriyor.

İhvancıların ekonomi alanındaki amentüsü, neo liberalizmdir. Yani isyanlara yol açan ekonomik politikaları aynen devam ettiriyorlar. Bu politikayı icra eden her rejim, doğası gereği emperyalizme ve sermayeye dost, işçi ve emekçilere düşmandır. Böyle bir rejimi ne din, ne iman, ne şovenizm maskeleri, toplumsal hareketlerin hedefi olmaktan kurtarabilir.

 

Siyasette zorba…

Bağımlı ülkelerde neoliberal politikalar, ancak zorba rejimler eliyle uygulanabilir; tıpkı Türkiye, Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi. AKP iktidarı, “askeri vesayeti ortadan kaldırdık, ileri demokrasiye ulaştık” safsatasını yutturmaya çalışırken, Mısır ve Tunus’un İhvancıları ise, “devrimin savunucusu ve sürdürücüsü” diye caka satmaya çalışıyorlar.

Ardına gizlendikleri maskelere değil de, icraatlara bakıldığında, İhvancı zihniyetin kaba zorbalığa dayalı, faşizan niteliği tüm çirkinliği ile görülür. Ankara’daki İhvancı-Amerikancıların -öncesi bir yana- sadece 1 Mayıs’tan bu yana estirdikleri devlet terörüne bakılırsa, İhvancı zihniyetin nemenem bir şey olduğu kolayca anlaşılır.

Vurgulamak gerekiyor ki, Tunus ve Mısır’dakilerin de Ankara’dakilerden geri kalır bir yanı yok. Hatta daha da ilkeller. Grevlere, gösterilere, demokratik hakların emekçiler ve muhalifler tarafından kullanılmasına düşmanlık yapmaları, dinciliği/mezhepçiliği kışkırtmaları, bu zorba zihniyetin sadece ilk göze çarpan icraatlarıdır. Eğer Türkiye’dekiler kadar pervasız olamıyorlarsa, daha demokrat olmalarından değil, buna güçleri yetmediğindendir.

İsyan eden halkların polis zorbalığına, devlet terörüne baş kaldırdıkları, ekonomik, demokratik, siyasal özgürlükler alanının genişletilmesini talep ettikleri dikkate alındığında, halk hareketlerinin İhvancı rejimlere karşı olmasının ikinci temel nedeni kolaylıkla anlaşılır.

 

Toplumsal politikada ilkel/gerici

İhvancı ideoloji, kapitalist üretim ilişkilerine dokunmadan, siyasal ve toplumsal yapıları ortaçağa döndürmek istemektedir. Bu zihniyet hem devletin hem toplumsal kurumların hem bireylerin bilimsel/akılcı yoldan uzaklaştırılmasını ve ilkel dogmalara tabi hale getirilmesini hedefler. Bunun için kaba şiddet dahil, her yolu mubah sayarlar.

Dolayısıyla iktidara gelir gelmez “devleti İhvanlaştırma” hamlesini başlatırlar. İlkel zihniyetlerini ve yaşam tarzlarını topluma dayatmak için ise, hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Her üç ülkede de bu dayatmaların yüzlerce örneği mevcut. AKP şefinin “biz, ‘dindar’ bir gençlik yaratmak istiyoruz” açıklaması ve son dönemde bariz hale gelen ilkel yaşam biçimini dayatma girişimleri, İhvancı zihniyetin, toplumları nasıl bir karanlık içinde boğmak istedikleri hakkında fikir veriyor.

Ortaçağ yaşam biçimini 21. yüzyılın toplumlarına dayatmak, kaba/ilkel bir zorbalığın ürünü olduğu kadar, beyhude bir çabadır da. Zira toplumların belli bir kesimi bu zehri yutsa da, kimileri ise, sefil çıkarları için yutmuş görünse de, bu ilkelliği kabul etmeyecek ilerici bilinç ve değerleri özümsemiş toplum kesimlerinin bu gericiliğe boyun eğmesi mümkün değil.

Demokratik hak ve özgürlüklerin reddi, insan onurunun ise ayaklar altına alınması anlamına gelen bu dayatmalara başvuran İhvancı iktidarların, sadece devrimcileri değil, insanlığın ilerici/evrensel birikiminden nasiplenmiş herkesi bir gün karşılarında görmeleri kaçınılmazdır.

 

Dış politikada emperyalizme bağımlı

İhvancı iktidarların bir diğer ortak özelliği, alçaltıcı derecede emperyalizme bağımlı olmalarıdır. “Ilımlı İslam Modeli”nin emperyalist/siyonist güçler tarafından tasarlanmış olması, bu gerici odağın bölgesel ve uluslararası politikadaki rezil duruşunun nedenlerini anlamaya yeter. Nitekim İhvancı rejimler, emperyalistler kime dostsa ona dost, kime düşmansa ona düşman, kime destek verirse ona destek verirler.

Emperyalist güçlerin Suriye’ye karşı iki yıldan beri sürdürdükleri savaşta, her üç devletin de aldıkları tutum, İhvancılar’ın safını net bir şekilde gözler önüne seriyor. Ortaçağ kalıntısı Suudi Arabistan ve Katar rejimleriyle birlikte AKP iktidarı, yıkıcı savaşın dolaysız bir şekilde suç ortaklığını yapıyor. Tunus’un İhvancısı Nahda, kraldan daha kralcı davranarak, ABD’den önce Şam’daki büyükelçiliğini kapattı ve kökten dinci çetelerin Tunuslu gençleri, cihat zırvalarıyla kandırıp Suriye’deki savaşın içine atılmalarına zemin hazırladı. Bire süre ikilem içinde kıvranan Kahire’deki İhvancıların gerici rejimi ise, şeyh kılıklıların, mezhep ayrımcılığı ve savaş kışkırtıcılığı yapan fetvalar vermesine izin vererek, Suriye’de savaşan emperyalistler güdümündeki tetikçilere destek verdi. Arap Birliği zirvelerinde Katar kuyrukçuluğu yapan İhvancı Mursi yönetimi, Suriye’nin Kahire büyükelçiliğini kapatarak, cihatçı çetelerin ardında saf tutanlar kervanına katıldı.

Siyonist rejimin Filistin halkına uyguladığı katliam ve zulümlere sessiz kalan ve İsrail’le işbirliği yapan bu rejimlerin, Suriye’deki yıkıcı savaşta, cihatçı çeteler safında yer almaları, halklar nezdindeki itibarlarını yerlere düşürdü. Emperyalizme, özellikle de ABD’ye uşaklık yapmaları, bu durumu daha da pekiştirdi. Zira Ortadoğu’da, tanımı yapılmış olsa da olmasa da, halk hareketlerinin, güçlü bir anti-emperyalist/anti-siyonist damarı var. Demek ki, İhvancı rejimler, izledikleri dış politikadan dolayı da, kaçınılmaz olarak toplumsal hareketlerin hedefinde oldular, olmaya da devam edecekler.

 

Kazanımlar İhvancı-gericiliğe karşı mücadele içinde sağlanacaktır

31 Mayıs’ta başlayan halk hareketi, farklı mücadele biçim ve araçlarıyla devam ediyor. Ankara’daki İhvancı-Amerikancılar, ilerici-devrimci güçleri sürek avları gerçekleştirerek sindirmeye çalışsa da, toplumsal hareketin gelişimini önleme gücünden yoksunlar. Çünkü ellerinde devlet teröründen başka etkili bir silah kalmadı. Son halk hareketinin gösterdiği gibi, korku duvarlarının yıkıldığı yerde ise, bu silah pek de etkili olamıyor.

Mısır’da 30 Haziran’da, İhvancı Mursi’nin iktidarının birinci yıldönümünde milyonlar sokaklara çıkmaya hazırlanıyor. Mursi’nin istifası için 15 milyon imza toplayan İhvan karşıtı güçler, 30 Haziran’da İhvancı şefin istifasını talep edecekler. Bu hareket, Mısır’da İhvan rejimi karşıtı dinamiklerin ne kadar güçlü olduğunu ve dinci-gericiliğin kendini bu halka dayatmasının mümkün olmayacağını gösterdi.

Tunus’taki Nahda ve onun şefi Raşit Gannuşi’de, toplumsal hareketin hedefinde. Milyonların desteklediği yeni bir direniş hareketini başlatmaya hazırlanan gençlik birlikleri, sendikalar, sol/sosyalist partiler ve diğer örgütlenmeler, bir kez daha “halk rejimin yıkılmasını istiyor!” şiarını yükseltme hazırlığının son aşamasına gelmiş bulunuyor.

Her üç ülkede de İhvancı rejimler, toplumsal hareketlerin dinamiklerini oluşturan işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler nezdinde teşhir olmuştur. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu rejimler hem ekonomik, sosyal, siyasal, demokratik sorunların kaynağı hem toplumsal ilerlemenin önündeki temel engellerden birini temsil ediyorlar. Dolayısıyla toplumsal sorunların çözümü veya ekonomik-demokratik, sosyal-siyasal kazanımlara ulaşılabilmesi için, -anti-kapitalist mücadeleyi ihmal etmeden- öncelikle İhvancı rejimlere karşı mücadelenin yükseltilmesi zorunludur.