Türkiye’nin toplumsal-siyasal atmosferi 31 Mayıs’ta patlak veren büyük halk hareketinin yarattığı taze rüzgarlarla temizleniyor. Pek de beklenmedik bir anda gündeme gelen sosyal patlama, kitlesel bir hareket halini alarak ülkeyi kent kent dolaşmaya, uluslararası sularda dahi dalgalanmalar yaratmaya devam ediyor. Günlerdir tüm dünyada temel gündem olan halk hareketi, toplumun tüm kesimlerinde uzun yıllardır unutulmuş sarsıntılara yol açıyor. Elbette ki bu sarsıntılar sınıfsal düzlemlere göre değişen türden sonuçlar ortaya çıkarıyor. Ezilen ve sömürülenler dünyasında kiri pası silkeleyen, korkuları, yılgınlıkları, umutsuzlukları yere çalan, ruhları arındırıp temizleyen, mücadele azmini ve gelecek inancını büyüten etkiler yaratırken, egemenler cephesinde yıkıcı-yok edici darbelere dönüşüyor.
Beklenmeyen bir anda beklenen bir patlama
Her ne kadar zamanlaması itibariyle beklenmedik olsa da 31 Mayıs patlaması, çok da şaşırtıcı değildir. AKP iktidarının uzun yılları bulan zorbalığının, işçilere, emekçilere, gençliğe, kadınlara yönelik ekonomik-sosyal ve siyasal saldırılarının, dahası aydın orta katmanları da nefessiz bırakacak denli despotik toplum mühendisliğinin, toplumsal düzeyde büyük gerilimler biriktirdiği sık sık dile getirilen bir değerlendirmeydi. AKP iktidarının kendinden olmayanı horlayıp aşağılayan, yok sayan tutumu ise yıllardır bu gerilime tuz-biber ekmekteydi. Bu birikimin klişeleşmiş deyimle, toplumsal fay hatlarında er geç büyük enerji boşalımlarına, bir başka deyişle depremlere yol açması zaten bekleniyordu.
Başlangıç itibariyle bir çevre duyarlılığı eylemi ve buna yönelik polis vahşetinin tetiklediği 31 Mayıs halk hareketi, bu beklentinin belki olmadık sayılabilecek bir zamanda, fakat tam olarak gerçekleşmesidir. Öte yandan bunu yalnızca nesnel birikimlerin ürünü saymak da mümkün değildir. Unutmamalı ki Türkiye’de 2007’den beridir yeni ve yoğun bir polis terörü ve dinci-gerici iktidarın baskı dönemi başlamış, 1 Mayıslar’da Taksim’i kazanma mücadelesi de bu teröre karşı direnişin en ileri cephesi olmuştur. 2013 1 Mayısı ile başlayıp gelen son bir aylık süreç ise Tayyip Erdoğan’ın şahsında, üslubunda, zıvanadan çıkmışlığında tecessümünü bulan dinci-gerici despotizme, faşist baskı ve devlet terörüne karşı direnişin yoğunlaşmasıyla geride kalmış, Taksim de bunun başlıca sahnesine dönüşmüştür.
Bu açıdan 31 Mayıs, bulutsuz gökte çakan bir şimşek değil, uzun dönemli bir birikimin ve toplumun bağrında ilerici-devrimci dinamiklerin mücadelesinin yarattığı mayalanmanın dolaysız bir ürünüdür.
Sosyal mücadelenin birikimleri
Bu olgu hareketin en temel şiarlarında da kendini dışa vurmaktadır. “Her yer Taksim, her yer direniş!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Direne direne kazanacağız!” gibi en temel şiarlar, uzun bir dönemdir sol ve emek eksenli kitle eylemlerinin billurlaşmış ortak sesidir. 31 Mayıs halk hareketi, orta sınıfların belirgin yer tuttuğu bir başlangıca sahip olmasına ve heterojen yapısına rağmen hızla emekçilerin yaşam alanlarına yayılması ve tüm ülke sathında hareketin ortak ekseni haline gelen bu şiarlar ile siyasi olarak tartışmasız bir emekçi karakter taşımaktadır. Devrimci-ilerici güçler için muazzam bir imkana işaret eden bu olgu, egemenler içinse gerçek bir karabasanı ifade etmektedir.
Devrimci ilerici güçler payına en değerli olgulardan biri de gençliğin ve kadınların eylemlerde ağırlıklı bir yer tutmasıdır. Gençliğin ağırlığı bugünün sosyal uyanışının, direniş içinde pişmenin, sokak mücadelesi içinde kazanılan deneyimlerin en dinamik kesime mal edilip yarına taşınmasının güvenceye alınması demektir. Bunun devrimci mücadelenin gelişimi için nasıl büyük bir kazanım olduğu asıl yarının kavgalarında görülecektir. Emekçi kadınların kitlesel katılımı ise toplumdaki en güçlü enerji kaynağının devrimci mücadeleye akışı anlamına gelmekte ve her türden baskı ve gericiliğe karşı ölümüne bir direnç kaynağı işlevi taşımaktadır. Sadece bunlar üzerinden bakılsa bile devrim cephesi, daha dar anlamıyla ilerici-devrimci özneler şimdiden eşsiz bir kazanımla karşı karşıyadır.
Turnusol kâğıdı ve ayna
Öteki bir önemli kazanım ve belki de en can alıcısı ise hareketin milyonların bilincinde yarattığı uyanıştır. Hiçbir siyasi parti ya da bir dizi parti ve örgütün çabası, kendiliğindenliğin sınırlarında seyreden bu hareketin toplumsal düzene, siyasal iktidara, devlete, kolluk güçlerine, yasalara, ideolojik propaganda aygıtlarına vb.ne dair gerçekler konusunda geniş yığınları, milyonlarca kadını ve erkeği, işçiyi, emekçiyi ve genci bu denli aydınlatamazdı. Kelimenin gerçek anlamıyla sözün bittiği yerdeyiz. Halk kitlelerinin eylemli toplumsal pratiği, hem turnusol kağıdı olup herkesin rengini gözler önüne sermiş, hem de ayna olup bunu tüm topluma, hatta dünya işçi sınıfı ve emekçilerine devasa bir ölçekte yansıtmıştır.
Özellikle burjuva medyanın düştüğü durum içler acısıdır. Sıradan insan için bilginin, doğrunun tartışmasız kaynağı sayılabilen burjuva medya çok uzun zamandan bu yana hiç bu kadar ağır bir teşhirle karşılaşmadı. Sayısız yazının, döne döne yapılan ajitasyon ve propagandaların yıllardır yapamadığını kitle hareketi birkaç günde başardı. Kuşkusuz bunda teknoloji çağının imkânlarının, yaygın ifadeyle sosyal medya kanallarının tartışmasız bir rolü oldu. Eyleme geçen kitlelerin bu kanalları kullanarak yarattığı basınç burjuva propaganda aygıtları içinde önlenemez bir bunalım yaratmış durumda. Bunun yarattığı yıpranma öyle kolay kolay giderilebilecek gibi de değildir.
İktidar blokunda şiddetli sarsıntı
Hareketin yarattığı sarsıntıların en şiddetlisini şüphesiz ki dinci-gerici iktidar bloku yaşıyor. 11 yıllık zorbalar saltanatı hiç bu kadar sersemletici bir şamar yememişti. Ve 1 Mayıs’tan bu yana Taksim’e çıkan sokaklardaki olayların, irili-ufaklı kitle eylemlerinin tanıklık ettiği üzere yemeyi de beklemiyordu. Dahası ilk günlerde, eylemlerin hızla sönümleneceği hesabıyla süngüyü alabildiğine dik tutmayı sürdürüyorlardı. Ama umdukları gibi olmadı. Kitle hareketi liseli ve üniversiteli gençliğin militan katılımıyla, kadınların büyük sahiplenişiyle, ardından kamu emekçilerinin ve işçilerin parça parça sınıfsal kimlikli katılımıyla yola devam etti.
İlk günlerden sonra gerek dinci-gerici iktidar koalisyonunda, gerekse tekelci burjuvazinin öteki kesimlerinde hareketi yatıştırıp kontrol altına alma telaşı baş gösterdi. Toplumsal iktidarın sahibi burjuvazinin hemen her kesimi, hareket karşısında yeniden konumlanmak zorunda hissetti kendini. CHP ve MHP’nin temsil ettiği güçler, ilk anlardan sonra hızla mesafeli olduklarını ilan etmek ihtiyacı duydular. Siyasi iktidarı tutan dinci-gerici koalisyonda da iç iktidar hesapları çerçevesinde bir saflaşma ortaya çıktı. Son yurtdışı gezisi aşamasına kadar iyice zıvanadan çıkmış Tayyip’i şirazesi kaymış haliyle de olsa “yedirmemeye” yeminli olanlar, bu tutumu sürdürmeye devam ettiler. Uzun zamandır Tayyip Erdoğan’ın “aşırı güç kirlenmesi-zehirlenmesi” yaşadığını düşünen ve Tayyip’i yarattıklarını varsayanlar (cemaat ve batılı emperyalist efendileri) ise halk hareketini yatıştırıp kontrol altına almayı Tayyip’e “ayar verme”yle iç içe yürütmeye çalışıyorlar. Bu sürtüşmenin nasıl bir seyir izleyeceğini halk hareketinin bundan sonraki seyri belirleyecektir.
Hareketin sınamadan geçirdiği bir başka odak ise kendini AKP’yle demokratikleşme ve çözüm oyununa kaptırmış olan Kürt hareketidir. “AKP’den bir şey beklemiyoruz, mücadeleyle kazanacağız” diyen bir anlayışın, AKP iktidarını demokratikleşme yolunda sıkıştıran bir kitle hareketiyle zorlama mesafeler koyacağına, daha güçlü bağlar kurmaya çalışması gerekirdi. Kürt ve Türk halklarının ortak çıkarına olan budur. 31 Mayıs patlamasını zorlama yorumlara tabi tutarak Kürt işçi ve emekçilerini bu hareketten alıkoymanın sinyallerini verenler, bizzat Kürt halkı tarafından aşılacaklarından kuşku duymamalıdırlar.
Halk hareketinin akıbeti
Büyük halk hareketi diğer bir dizi açıdan olduğu gibi soluğu bakımından da kalıpları parçalamış bulunuyor. Halihazırda nasıl ilerleyeceği veya nereye kadar gideceği konusunda kimse kesin belirlemelerde bulunamıyor. Hareketin şu ya da bu düzeyde sürüyor olması, ilerici ve devrimci akımlar için büyük olanaklar ve avantajlar yaratıyorken, bilcümle düzen cephesi ve egemenler için kaygıları iyiden iyiye büyütüyor.
Egemenlerin hesabı ne yapıp edip hareketi kontrol altına almak ve yatıştırmaktır. Gelinen yerde bu burjuvazinin tüm kesimleri için ortak payda haline gelmiş hayati bir sorun olarak ele alınıyor. Hareketin heterojen yapısı, kendiliğindenliği, politik önderlikten yoksun olmasını yüceltmeyi iş edinen kendiliğindencilerin gayretleri ve hareket içindeki orta-sınıf öğelerin örgütsüzlük teorileri de en önemli imkan olarak görülüyor. Günler ilerledikçe egemenler ısrarla bunlara daha fazla oynamakta ve ilerici-devrimci özneleri etkisizleştirecek bir propaganda yürütmekteler.
Şüphesiz 31 Mayıs halk hareketi şimdiden gelecek günler için önemli birikimler yaratmış bulunuyor. Ama bunların devrimci mücadeleye kanalize edilip edilemeyeceğini hareketin güncel akıbeti belirleyecektir. Hareketin büyütülmesinin, özellikle de moral gücünü yitireceği bir yenilgi almaktan korunmasının sorumluluğunu ise en başta ayrımsız olarak ilerici, sol ve devrimci güçler taşıyor. Bunun başlıca gereği ise hareket dar grupçu hesaplarla, dükkancı zihniyetle yaklaşmaktan kaçınmaktır. İlerici, devrimci, sol siyasal özneler hala da yaşamsal bir politik önderlik ihtiyacı taşıyan kendiliğinden harekete ortak ve kapsayıcı bir müdahale iradesi geliştirebilirlerse, sınıf ve emekçi kitlelerin sendikal ve kurumsal mevziler üzerinden ve elbette üretim birimlerinden sürece güçlü bir şekilde dahil edilmesi de mümkün olacaktır. Sınıfın üretim birimleri üzerinden sürece dahil edilmesi, hareketin ortak sınıf eksenini güçlendirmenin, deyim uygunsa sınıfın manyetik birleştiriciliğini harekete enjekte etmenin en önemli adımıdır. Keza direne direne kazanma bilincinin geniş işçi ve emekçi yığınlara mal edilmesinin de, 31 Mayıs kitle hareketinin kazanımlarını güvenceleyerek ilerlemesinin yolu da buradan geçmektedir.
(Kızıl Bayrak, 7 Haziran 2013, Sayı 23)