Ankara Bahçelievler'de, 8 Ekim 1978 tarihinde 7 Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi gencin katledilmesinin üzerinden tam 45 yıl geçti. Katilleri AKP tarafından çıkarılan özel yasalarla korundu ve dışarı salındı. 7 gencin vahşi bir şekilde öldürülmesi, sonrasında yaşanan gelişmeler ve katillerin aklanma süreci, sermaye devletinin kabarık suç siciline ayna tutan önemli olaylardan biridir.
***
Sermaye devleti o dönem yükselen toplumsal mücadeleyi engellemek için mücadelenin ön saflarındaki devrimci gençliği hedef aldı. Bizzat yetiştirip beslediği katiller Ankara’nın Bahçelievler ilçesindeki bir evde TİP üyesi Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence’yi alçakça katletti.
Saldırıda ağır yaralanan ve 9 gün sonra yaşamını yitiren Serdar Alten’in ifadeleri üzerine katil Duran Demirkan yakalandı ve dava süreci başladı. Faşistlerin elebaşı Abdullah Çatlı dava sürecinde “yakalanamadı.” Susurluk kazasında ise öldü. Türkiye’deki kontrgerilla örgütlenmesinde sayısız cinayette rol oynayan Haluk Kırcı, 1988'de idama mahkûm edildi. 1991’de Bursa Cezaevi'nden “yanlışlıkla” tahliye edildi. 1996'da İstanbul'da yeniden yakalandı ve aynı gün “firar” etti. 1999'da yakalandı, “Susurluk çetesine üye olmak” suçundan 4 yıl hapse mahkûm edildi. Katil Kırcı bu süreçte de 2 kez “yanlışlıkla” tahliye edildikten sonra en son 2005 yılında Kartal Cezaevi’ne konuldu, 28 Mayıs 2010’da ise salıverildi. Katliamın failleri Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu’na 7'şer kez idam cezası verildi ancak idamın kaldırılmasıyla birlikte bu ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürüldü. Lakin bu iki katilin aldığı cezalar AKP’nin 2012 yılında çıkardığı 3. Yargı Paketi’yle kaldırıldı ve onlar da sokağa salındı. Katillerden İbrahim Çiftçi serbest kaldığı süreçte savcı Doğan Öz’ü öldürdü, ceza almadan tekrar bırakıldı, MHP Genel Başkanlığı'na da aday oldu. Katliamın organizasyonunda rol oynadığına dair ciddi şüpheler bulunmasına, katillerin onun arabasını kullandıkları bilinmesine rağmen, Devlet Bahçeli onlarca yıldan beri MHP’nin şefi ve 2015’ten beri dinci-faşist rejimin ikinci adamı konumunu koruyor.
Sermaye devletinin sicili katliamlar konusunda hayli kabarıktır. Yakın tarihimizde yaşanan 1977 Taksim, 1978 Maraş, 1980 Çorum, 1993 Sivas, 1995 Gazi, 1999 Ulucanlar, 2011 Roboski, 2015 Suruç ve Ankara Gar katliamları; bu vahşi kıyıcılık sermaye devletinde “sürekliliğin” esas olduğuna işaret ediyor.
Mecburi haller dışında devlet tetikçilerini her zaman korumuştur. Zira devletten destek ya da onay almadan kimse toplu katliam yapamaz. Nitekim ortaya çıkan deliller, devletin “doğrudan fail olmadığı” ve tetikçi kullandığı katliamlarda da kolluk kuvvetlerinin rolünü ortaya koymaktadır. Böyle olunca canilerin korunması devletin “temel politikası” olarak kalıyor. Zira her an yeni tetikçilere ihtiyaç duyabileceğini var sayan iktidarın efendileri, kendileri için “kurşun sıkanı da yiyeni de” sistematik olarak ödüllendiriyor. Ancak ciddi bir toplumsal basınç uygulandığında, katillerin bir kısmı mahkum ediliyor. Onlar da koşullar değişince tekrar sokaklara salınıyor. AKP-MHP rejimi katilleri, “yerli/milli” mafya babalarını ya da çete reislerini salmak için özel yasalar çıkartıyor. Salınan azılı katiller ise doğrudan MHP şefi Devlet Bahçeli’nin ofisine gidip şükranlarını sunuyorlar.
Kokuşmuş düzenin yargısı sokaklara salsa da tarih insanlığa karşı işlenen suçların kaydını tutmaktadır. Tüm bu suçların hesabını işçi sınıfı ve emekçiler devrimci sınıf mücadelesini yükselterek soracaktır.
K. Düşgör