25 Ekim günü, Aydın'da bulunan Güzelhisar Kız Öğrenci Yurdu'nda asansörün düşmesi sonucu Adnan Menderes Üniversitesi öğrencisi Zeren Ertaş yaşamını yitirmişti. Olay anından itibaren “kaza” vurgusu yapan yetkililer yurt önüne polisi çağırarak öğrencilerin tepkisini bastırmak istemişti. Yaşanan bu olay, senelerdir süre gelen barınma sorununun ne denli derinleştiğinin, nitelik probleminin artık cana mal olacak düzeye eriştiğinin göstergesi oldu.
Zeren'in ardından onlarca kentte on binlerce öğrenci eylemler gerçekleştirdi. Bu haklı tepkinin gerisinde sıra arkadaşlarının cinayete kurban gitmesine duyulan öfkenin yanı sıra bu ülkede okuyan hemen her gencin de benzer sorunlarla boğuşuyor olmasının getirdiği bir isyan dalgası vardı.
Yaşanan cinayetin ardından, devlet yalnızca göstermelik bir soruşturma başlattı ve sorumluluğu üstünden atmaya uğraştı. Bu kapsamda asansör firmasından bir-iki kişinin tutuklanması ile yetindiler. Böylelikle sorumluluk sadece bu özel asansör firmasının çalışanlarına aitmiş gibi lanse edildi. Son yansıyan haberlere göre bilirkişi raporunda, bakım faaliyetlerini gerçekleştiren firmanın, emniyet düzeneğini (UCM) iptal ettiği için asli kusurlu olduğu belirtildi. Zeren'in ardından sorumluluğu üstünden atma yarışı devam ederken yurttaki sorunlar çözüldü mü diye bakacak olursanız hiçbir sorunun düzelmediğini net bir şekilde görebilirsiniz.
25 Ekim’den sonra sadece 12 günde 30 farklı yurtta asansör düşmesi/arızası olayı yaşandı. Edirne'den Kars'a, Rize'den Mardin'e kadar dört bir yanda asansör “kazalarına” tanıklık ettik, ediyoruz. Bir anda “Asansör kaza ve arızasına ilişkin haberler ne hikmetse çok arttı. Bu işin içinde bir iş var” diyerek “büyük oyunu” görenler de oldu elbet. Bu işin içindeki işi biz açıklayalım: Zeren'in alınmayan önlemler sonucu yaşamını yitirmesi bardağı taşıran son damla oldu. Aslında yurtlarda kronik olarak asansör problemi yaşayan öğrenciler artık seslerini çıkarmaya ve sosyal medya aracılığı ile yaşadıklarını duyurma, böylelikle kamuoyu yaratma çabasına giriştiler. Bir diğer sorun ise devlete bağlı tüm kurumların idari işler harici neredeyse tamamen özel taşeron şirketlere havale edilmiş olmasıdır. İsimlerinin içinde KYK ibaresinin yer almasından dolayı devlete bağlı olduğunu anlayabildiğimiz yurtların tamamında, inşaatından bakım/onarım işlerine, yemekhanesinden temizliğine kadar her şey özel şirketlerin insafına terk edilmiş durumdadır.
İşlerin gözünü kar hırsı bürümüş kapitalist şirketlere havale edilmesinin yarattığı sorunlar ise asansör kazası/arızası ile sınırlı değil. Son dönemde sosyal medyaya yansıyanlara bakıldığında yurtlarda geniş bir sorunlar alanı olduğunu görüyoruz. Örneğin Konya'da Mustafa Suna Öz Kız KYK yurdunda başına fayans düşmesi sonucu bir öğrenci yaralandı. Musluklardan çamur akması, sıcak suların olmaması, elektrik kesintileri, kalorifer arızaları, böcek istilası, fareler hatta yengeçler... Tüm bunlar yurtlarda görülen yaygın sorunların bazılarıdır. Bir diğer temel sorun ise elbette ki nitelikli beslenebilme sorunudur. Yemekhaneler de saç, böcek, solucan ve taş çıkması artık “olağan” hale gelmiş durumda. Neredeyse iki günde bir toplu zehirlenme haberleri okuyoruz. Diyarbakır İyaz Bin Ganem KYK yurdunda salatanın içinden sigara paketi ve izmaritin çıkması da son dönemde yemekhanelerdeki durumun vahametini gözler önüne seren çarpıcı olaylardan biridir.
1100 odalı saraylarda sefahat süren sermaye devletinin kodaman takımı emekçileri yoksulluk ve sefalete mahkum ederken, gençlik için yapılması gereken harcamaları da “gereksiz külfet” sayıyor. Eğitim ve barınmanın her kademesinin özel şirketlere teslim edilmesi devletin sorumluluk savması açısından da işlerine geliyor. Bundandır ki eğitimin her alanında bir ihale kapanırken bir başka ihale açılıyor. Özellikle saray rejimine yandaş şirketler ihya edilirken öğrenciler sefalet koşullarının içine itiliyor. Öyle ki hak arama meselesi insanca bir yaşam talebinin gerisine düşmüş, tehdit edilen yaşam hakkının savunulması noktasına gerilemiştir. Öğrenci gençlik kendisini hiçe sayan AKP-MHP rejimine karşı örgütlü-kitlesel mücadeleyi yükseltemezse eğer, bu insanlık dışı/onur kırıcı koşulların “olağan” sayılması kaçınılmaz hale gelecektir.
M. Nevra