Körfez’de beklenen fırtına koptu. Bölgenin öteki gerici rejimleri tarafından Katar’a karşı görülmemiş bir huruç harekatı başlatıldı. Suudi gericiliğinin öncülüğünde BAE, Mısır, Bahreyn, Yemen ve parçalanmış Libya Katar’la diplomatik ilişkileri kesti. Katar’a hava ve deniz sahaları kapatıldı, tüm uçuşlar durduruldu. BAE ayrıca Katar vatandaşlarına ülkeyi terk etmeleri için 14 gün süre verdi.
Bu aynı zaman dilimi içinde, ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyona bağlı uçaklar, Suriye’nin Tanf kenti yakınlarında Suriye ordusuyla hareket eden güçlere bir hava saldırısı düzenledi. Ancak, en manidar olanı, İran’da gerçekleştirilen eşzamanlı saldırılardı. İran’ın başkenti Tahran’da meclis binası ve İmam Humeyni türbesine 2 grup tarafından silahlı saldırı düzenlendi. Bu saldırılarda toplam 12 kişi hayatını kaybetti, 39 kişi yaralandı.
Hemen belirtelim ki, Katar gericiliğine dönük diz çöktürme amaçlı saldırı da dahil, eşzamanlı bu saldırıların hiçbiri tesadüfü değil. Zira saldırıların startı, hem de çok açık biçimde Riyad Zirvesi’nde verilmişti.
Saldırıların ve kuşatmanın asli sahibi ve asıl hedefi
Saldırılar Körfez gericiliği tarafından hayata geçiriliyor. İran’a dönük olanını da zaten IŞİD üslendi. Ancak, saldırıların yönetim merkezi elbette ki ABD’dir. Saldırılar için Körfez’deki gericilere arka çıkan, cesaret veren odur.
Bilindiği gibi ABD Başkanı Trump iki hafta önce Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a toplam iki gün süren bir ziyaret gerçekleştirdi. Burada, Suudi gericiliği ile gerçekleştirilen zirvede, 350 milyar doları aşan silah satışları başta olmak üzere çok sayıda anlaşma imzalandı. Suudi gericiliği ziyaret vesilesiyle hep beraber “kılıç dansı“ yaptıkları Trump’a “Kral Abdülaziz Devlet Nişanı“ verdi.
Ortadoğu’nun yeni saldırı merkezi niteliği kazanan Riyad’da Suudilerle yapılan zirvenin yanı ısıra, biri Körfez ülkelerinin katılımıyla, diğeri de daha geniş bir şekilde Arap-İslam ülkelerini kapsayacak şekilde toplam üç zirve yapıldı. Trump bu zirvelerde çok sayıda ikili temas gerçekleştirdi. Haliyle bölgenin geleceğine dair çok şey konuşuldu. Kural değişmedi, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin “terörle mücadele“, “terörün finansmanının önlenmesi“ şeklindeki ikiyüzlü söylemleri bu zirvelere de damgasını vurdu. Bu çerçevede açık mesajlar verdiler, somut hedefler gösterdiler.
Başlıca hedefin İran olduğu, açık açık dile getirildi. Kral Selman zirvenin açılışında yaptığı konuşmada “İran Humeyni’den beri küresel terörizmin bayraktarlığını yapıyor” diye konuştu. Efendisi Trump da “İran bölgede yıkım ve kaosu yayıyor” diyerek onu tamamladı. Bunlar hiç şaşırtıcı değil elbette. İran, bölgenin belki de tek istikrarlı ülkesi ve yükselen gücüdür. Etkisi gitgide artıyor, etkinlik alanı genişliyor. Öte yandan son dönemlerde Rusya ile kurduğu ilişkiler var. ABD’nin Batılı diğer emperyalist güçler ve bölgedeki işbirlikçilerle oluşturduğu saldırgan ittifaka karşı İran, Rusya-Suriye ve Lübnan Hizbullahı ile aynı cephede duruyor.
En önemlisi, Trump’ın bölge politikası esas olarak İran’ı kuşatmaya, yalıtmaya ve mümkünse ona diz çöktürmeye odaklıdır. Bu politikanın dayanacağı temel ise İran kaynaklı Şii eksenine karşı Sünni eksenidir. Suudiler başta gelmek üzere Riyad’da bir araya gelenler de bu politikanın bölgesel dayanakları sayılmaktadır. Tümü de bir başka gericilik odağı olan İran’ı kendi ABD uşağı çağdışı rejimleri için büyük bir tehdit ve tehlike olarak görüyorlar. İran’ın çok yönlü ve boğucu bir kuşatma altına alınması, ABD ve tüm işbirlikçilerinin ortak amacı ve hedefidir.
ABD uzun denebilecek bir süredir irtifa kaybetmiştir. Rusya’nın Suriye ve dolayısıyla da Ortadoğu’ya girişi ile birlikte güçler dengesi ABD’nin aleyhine olarak değişmiş, inisiyatif önemli ölçüde Rusya’nın eline geçmiştir. Hegemonya kavgasının şimdiki düğüm noktası olan Suriye’de Rusya-Suriye-İran ve Hizbullah cephesi olayların seyrinde asıl rolü oynuyor. ABD Trump’la birlikte bu durumu değiştirmek için hareket geçmiştir. Bölge politikası İran merkezli olarak giderek belirginleşmiştir. Giderek bölgedeki işbirlikçilerini toparlamakta, durumu yeniden lehine çevirmek için harekete geçmiş bulunmaktadır. ABD’nin bölgede Arap NATO’suna önayak olma girişimi, Riyad’ı yeni saldırı merkezi haline getirmesi, hızlı bir çözülme ve dağılma süreci içindeki kimi cihatçı çetelere yeniden el atması, bunların tümü birden bunun göstergeleridir. Bugün tüm Körfez ve bölge gericiliği öncelikli hedef haline getirilmiş olan İran’a yöneltilmiştir. Tam da bu nedenledir ki, Riyad zirvesine İran’a dönük bir savaş cephesi arayışının damga vurduğu bir zirve demek yanlış olmaz. İran’daki eşzamanlı saldırılar sadece bunun ilk habercisidir. İran’a, ABD’nin arkasında durduğu Riyad odaklı bir savaş ilan edilmiştir ve bu, önümüzdeki dönemde daha da kızışacaktır.
“Katar krizi” geçici bir bahanedir
Kuşatmanın sadece İran ile sınırlı kalmasını beklemek akıl dışı olur. En başta Suriye ve özellikle de Lübnan Hizbullahı olmak üzere şu ya da bu düzeyde İran’la yakınlaşanları da kapsıyor. Katar gericiliği işte tam da burada saldırının hedefi haline geldi. Katar aslında ABD’nin bölgedeki sadık müttefiklerinden biriydi. ABD’nin önemli askeri üslerinden biri de Katar’dadır. Ve bu Katar, Suriye iç savaşında ABD, Türk sermaye devleti ve Suudiler kadar suçlu bir devlettir. Suriye’yi kan gölüne çeviren IŞİD, El Nusra ve Ahrar’u Şam gibi cihatçı çeteleri finanse edenlerin başını çekiyordu. Üstüne üstlük Katar emiri Şeyh Temim Riyad zirvesinde Trump’la özel sohbetlere nail olmuş, Trump ona “kardeşim“ diye hitap etmişti. Bu aşamaya kadar bir sorun bulunmamaktaydı.
Ne var ki, hala Trump’ın, özellikle de Suudilerin ve BAE’nin rahatsız olduğu hususlar vardı. Özetle, Katar’ın İran’a petrol ve doğal gaz hattı bağımlılığı, bu çerçevede aralarında giderek gelişen ticari ilişkiler, ama Katar’ın özellikle Hizbullah’ı terörist bir örgüt görmeyip, tersine meşru bir güç olarak görmesi onlar için kabul edilmez bulunuyordu. Dolayısıyla, Katar’a bir ayar vermek, onu İran’dan uzaklaştırmak şarttı. “Katar krizi“ bunun için yaratıldı.
Belirtilmelidir ki, “Katar krizi“ geçicidir. Katar gericiliği fazla direnemez. Zaten halihazırda Türk sermaye devleti dışında derdini dinleyen yok. Daha da önemlisi Mısır’daki Müslüman Kardeşler deneyimi orta yerde duruyor. Bunu şeyh Temim de biliyor. Bu nedenledir ki sürekli krizin çözümüne açık olduğunu beyan edip, arabulucular arıyor. Kaldı ki, gelinen yerde buna da gerek kalmamıştır. Şeyh Temim çok çabuk pes etmiş bulunuyor. Nitekim kuşatmanın emrini veren Trump tarafından Amerika’ya davet edilmesi de bunun sonucudur. Kriz, ABD ve yeni şer cephesinin istediği yönde ve bir biçimde çözülecektir.
İran odaklı bölge politikası aslında İsrail’in politikasıdır
Bölge devletlerini küçük parçalara bölmek ve zayıflatmak, sadece ABD’nin değil, öteden beri siyonist İsrail’in de başat politikasıdır. İsrail kendisini kuşatan Arap coğrafyasında, güvenliğini ancak ve ancak sözünü ettiğimiz koşullarda sağlayabileceğini düşünmektedir. Bugüne dek Suriye’ye, Hizbullah’a, Saddam dönemi Irak’ına ve İran’a her saldırısı bu amaçlıydı. Gelinen yerde koşulların, varmak istediği hedefe daha elverişli olduğunu düşünmektedir. Nihayetinde Irak’ın üçe bölünmesi tamamlanmıştır. Suriye’de başarılması da muhtemeldir. Sorun bir kez daha İran’dadır.
Aslında İran da mezhepler temelinde bir kavganın tarafıdır. Sünni eksenine o da Şii ekseni ile cevap vermektedir. Irak’ta, Yemen’de, Bahreyn’de ve hatta Katar’da bunun kavgası içindedir. Demek oluyor ki, İran bir bölge gücü olarak, bölgenin kendi çıkarları temelinde şekillenmesinden yanadır. Bu politikası ise, en başta ABD ve İsrail’e karşıt bir nitelik taşımaktadır. İran’ın, Rusya-Suriye ve Hizbullah eksenindeki duruşu da bu amaca uygundur. Yeniden dizayn edilmeyi bekleyen bölge haritasının ABD ve İsrail, devamında da bölgedeki ABD işbirlikçisi Suudlar ve BAE gibi işbirlikçilerin lehine çizilmemesi için savaşmaktadır.
Yeri gelmişken belirtelim ki, Trump ve demek oluyor ki ABD’nin İran odaklı politikası etrafında sımsıkı birleşmenin aracı olan Riyad Zirvesi’nde, gizlilikten çıkartılıp, artık açık açık savunulur hale gelen bir diğer husus da, İsrail’in normalleştirilmesi ve hatta meşrulaştırılması olmuştur. İşte bu nedenledir ki İsrail, İran’a ve yakın tarihlerde kendisine kabuslar yaşatan Lübnan Hizbullahı’na karşı başlatılan kuşatma ve diz çöktürme saldırısının en militan savunucusu olacaktır. Bunun için adeta can atmaktadır.
Tüm gelişmeler Ortadoğu haritasını kendi çıkarları temelinde şekillendirme manevralarında ifadesini bulan hegemonya kavgasının giderek şiddetlendiğini gösteriyor. Taraflar hegemonya kavgasında üstün gelmek amacıyla her defasında yeni hamleler yapıyorlar. Bu sorun çözülene kadar bu böyle sürecektir. “Katar krizi“ sadece geçici bir duraktır, bir bahanedir. Bu kavganın bugünkü öncelikli hedefi İran olsa da esas hedef, İran’ın da içinde yer aldığı Rusya-Çin-Suriye-İran ve Hizbullah cephesidir. Tüm saldırılar bu cepheyi yıpratma, taciz etme, hataya zorlama ve zayıflatma amaçlıdır.
Bölge işçi sınıfı ve emekçi halkları devrimci bir inisiyatif geliştiremedikçe Suriye’de, Türkiye’de, Irak’ta ve İran’da ve tüm bölgede olayların seyrini ve sonuçlarını ABD ve Rusya’nın öncüsü olduğu bloklar arasındaki kavga belirleyecektir.