Geçtiğimiz günlerde garantörlük sıfatı taşıyan İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin katılımı ile İsviçre’nin Crans-Montana kentinde bitmek bilmeyen bir Kıbrıs Zirvesi daha gerçekleştirildi. Yeni olan, zirveye bu kez AB’nin de katılmış olmasıydı. BM’nin ev sahipliğini yaptığı bu zirve de yine sudan bahanelerle yarım kaldı. Söz konusu zirve şu sıralar yeniden toplanmış bulunuyor.
Zirveye, Kıbrıs Rum ve Türk temsilcilerinin yanı sıra, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans ile Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini katıldı. Zirvenin iki hafta süreceği belirtiliyor.
Taraflar “çözüm çok yakın” mealinde açıklamalar yapıyor. Bazıları zirveyi çözüm için “tarihi bir fırsat” olarak niteliyor. BM Genel Sekreteri ise aceleci davranılmaması gerektiği yönünde telkinlerde bulunuyor.
Zirvenin gündemi ve tarafların hesapları
Zirvenin gündemini Türk ve Rum kurucu devletlerin haritalarının yeniden belirlenmesi, toprak paylaşımı, dönüşümlü başkanlık ile güvenlik ve garantörlük sorunları oluşturuyor. Demek oluyor ki, kimi ayrıntılardan arındırıldığında, görünürde tartışmaların özünü 2 devletin siyasi eşitliğine dayalı federal bir çözüm oluşturacaktır.
Bu çerçevede Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan için asıl sorun, Türk askerlerinin adadaki varlığı ve Türkiye’nin Kuzey’deki siyasi egemenliğidir. Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan, Türk sermaye devletini işgalci bir güç olarak görüyorlar. Haliyle Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığını da işgalci bir güç olarak niteliyorlar. Ve dahası, Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekatı adı altında 1974 yılında gerçekleştirdiği işgalden bu yana geçen süre zarfında Kuzey’de bir etnik arındırma yaptığını, Türkiye’den bir nüfusu buralara yerleştirdiğini belirtiyorlar. Bütün bunlardan hareketle, Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığına son verilmesini, bununla birlikte aradan geçen süre içinde sonradan getirilip Kuzey Kıbrıs’a yerleştirilenlerin de tahliye edilmesini, doğal olarak bu nüfusun yerleştirildiği söz konusu bu toprakların tekrardan kendilerine geri verilmesini istiyorlar. Ek olarak, garantörlük sisteminin kaldırılmasını, Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeniyle Kıbrıslı Türklerin de AB güvencesi ve garantörlüğü altında olacağını ve istenirse BM ve AB’nin oluşturacağı bir güvenlik gücü kurulabileceğini, adada Türk askerine ihtiyaç olmadığını belirtiyorlar.
Buna karşın, Türk sermaye devleti, gelinen noktada asker sayısını bir miktar düşürmeyi ve egemenliği altındaki toprağın %7 kadarını Rumlara vermeyi kabul ediyor. Ama garantör sıfatını, bu sıfata bağlı olarak adada asker bulundurma, 1974’ten sonra KKTC vatandaşı olanların adada kalması ve dönüşümlü başkanlık sistemine tabi bir federal sistemde ısrar ediyor. Adadaki askeri varlığının, demek oluyor ki işgalciliğinin kalıcı olmasını istiyor.
Sonradan Kuzey Kıbrıs’a yerleştirilen Türk nüfusa gelince, onları geri götürmeyi kabul etmediği gibi, Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olmasından yararlanmak gibi utanmazca talepler ileri sürebiliyor. Eşitlik adına, söz konusu insanların vatandaş olarak kabul edilmesini ve AB üyesi olmaktan kaynaklı vizesiz giriş, seyahat özgürlüğü, yerleşim ve mülk edinmek gibi tüm haklardan yararlandırılmaları talebinde bulunuyor.
İngiltere ise adadaki hava ve deniz üsleri için garanti istiyor
Hangi tarafından bakılırsa bakılsın, sorun tam bir kördüğümdür. Tarafların diplomasi gereği ettikleri sözlerin hiçbir samimiyeti ve gerçek yaşamda hiçbir karşılığı yoktur. Tüm taraflar, sözde sorunun çözümü adına toplanan tüm zirvelerde ısrarla kendi çıkarlarını öne çıkarmakta, bunların garantisini istemekte, buna uygun bir duruş sergilemektedirler. Örneğin iki taraf da güvenlik ve garantörlük konusunda çok ısrarlıdırlar. Ancak biliyoruz ki onların güvenlik dedikleri, özellikle Türk sermaye devletinin ısrarlı olduğu şey, kirli çıkarlarıdır. Garantörlük ise onlar için karanlık hesaplara dayalı askeri müdahale ve işgal hakkına sahip olmak demektir. Nitekim, garantör Rum kesiminin ENOSIS hedefi ile 1963 yılında darbe yaptığı da, Türk sermaye devletinin 1974 yılında, hem de “barış harekatı” yalanı ile Kıbrıs’ı işgal ettiği de bilinmektedir. Keza, İngiltere’nin Kıbrıs’ta yılları bulan sömürgeci varlığı da...
Tüm bu nedenlerledir ki söz konusu zirvelerden bir çözüm çıkmamıştır. Bu zirveden de gerçek bir çözüm çıkmayacaktır.
Sorunun temeli, çözümün engelleri ve gerçek çözüm
Kıbrıs sorunu on yılların sorunudur. Bu süre zarfında sorunun çözümü adına sayısız zirveler düzenlenmiş, çok hükümet ve çok lider eskitilmiştir. Yoğun müzakerelere tanık olunmuştur. Ama, hiçbirinde kayda değer bir sonuç alınamamıştır. Bu kez de alınamayacağını tahmin etmek zor değil. Peki ama, üstelik de çözümün önünde engel olan, olduğu da defalarca kanıtlı, adı geçen gerici güç odaklarının birden bire, hem de “hızlı çözüm”cü kesilmelerinin nedeni nedir? Uzun denebilecek bir süredir kendisine ancak diplomasinin geri planında yer bulabilen Kıbrıs sorunu niçin birden bire yeniden ön plana gelmiştir?
İsrail işgali altında bulunan Filistin sahillerinden başlayarak Kıbrıs’a uzanan bölgede devasa miktarda doğalgaz kaynaklarının var olduğu tespit edildi. Bu doğalgaz rezervlerinin miktarı henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, tahminen 60 trilyon metreküp olduğu belirtilmektedir. En başta İngiltere, Türk sermaye devleti ve Kıbrıs Rum yönetimi olmak üzere, tüm gerici güçlerin Kıbrıs sorunu konusunda birden bire “hızlı çözüm” için harekete geçmelerinin gerçek nedeni, iki ulustan işçi ve emekçilerin gerçek bir özgürlüğe, eşitliğe ve barışa duydukları özlem olmayıp, işte bu zengin doğalgaz rezervlerinin keşfedilmiş olmasıdır. İki ulustan işçi ve emekçilerin çıkarları, özgürlüğe, eşitliğe ve barışa susamışlıkları ve nihayet adanın bir barış adası haline gelmesi, egemenlerin zerre kadar umurunda değildir. Onların tek derdi sözü edilen zengin doğalgaz kaynaklarına el koymak ve bunları yağmalamaktır. Tüm kavgaları bunun içindir.
Nitekim enerji tekelleri, bu serveti yağmalamaya başlamak için çoktan el ovuşturmaya başladılar bile. Örneğin, ABD Dışişleri Bakanı’nın yöneticisi olduğu petrol şirketi Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail ile birlikte şimdiden Kıbrıs’ın güneydoğusunda doğalgaz arama çalışmaları yürütüyor. Bir diğer yandan ise Fransız Total ve İtalyan Eni şirketleri sondaj çalışmaları için acele ediyorlar.
ABD’si, İngiltere’si, Fransa’sı, İtalya’sı ile emperyalist büyük devletler başta olmak üzere, Kıbrıs üzerinde hak iddiasında bulunan, Türk sermaye devleti ve Yunanistan yönetimi gibi tüm gerici güç odakları çözümün gücü değil, tam tersine çözümün önündeki engellerdir. Çok doğal olarak, çözümün önünde engel teşkil edenler çözüm gücü olamazlar.
Kıbrıs sorununun yegane çözümü birleşik sosyalist devrimdir. Emperyalist ve gerici her türlü ilhaktan ve işgalden arındırılmış, gerçek bir barış adası olan, özgür ve eşit sosyalist cumhuriyetlerden oluşan federatif Kıbrıs’tır. Hiçbir gerici güç odağı iki ulustan işçi ve emekçilere bunları sunamaz. Gerçek ve kalıcı bir özgürlük, eşitlik ve barışın mimarı, sadece ve sadece, sorunun çözümünün önünde engel olan emperyalist ve gerici güçleri sosyalist devrimin zaferiyle yenilgiye uğratacak olan iki ulustan işçi ve emekçilerdir.
Dolayısıyla Kıbrıs sorununun çözümü bitmek bilmeyen zirvelere değil, adadaki işçi ve emekçilerin birleşik devrimci bir inisiyatif sergileyip sergilemeyeceklerine bağlıdır.