Kadınlar başta olmak üzere ezilen, sömürülen, baskı ve zorbalığa uğrayan, özgürlüklerden yoksun bırakılan toplumsal kesimlerin İran’da başlattığı halk hareketi üçüncü ayını geride bıraktı. 2009 ve 2019 yılları arasındaki ayaklanmaların aksine kıvılcım, seçim hileleri veya yüksek petrol fiyatlarından dolayı değil, kadınlara baş örtüsü takma zorunluluğuna karşı biriken öfkenin patlamasıyla çakıldı. “İslami kıyafet kurallarını” ihlal ettiği gerekçesiyle genç Kürt kadın Mahsa Amini’nin “ahlak polisi” tarafından katledilmesinden sonra başlayan hareket, Molla rejime karşı büyük bir meydan okumaya dönüştü. Üç ayını dolduran ve başlangıçta Kürt kentlerinde ve kadınların öncülüğünde patlak veren hareket, ekonomik ve sosyal talepleri de kapsayarak ülkenin geneline yayıldı.
Protestolar, 2018 ve 2019’dakilerden katılım açısından daha küçük olsa da 1978-79’da Şah rejimini deviren hareketten bu yana gerçekleşen eylemlerin en uzun soluklusu oldu. Hak ve özgürlükler talep eden, Molla rejiminin yıkılmasını hedefleyen halk kitleleri, üç aya yayılan soluklu bir direnişi halen sürdürme kararlılığındadırlar. Farklı ulustan ve etnik kökenden İran halkı adeta tek yumruk olarak, “Diktatöre ölüm!”, “İslam Cumhuriyeti’ne ölüm!”, “Kadın, yaşam, özgürlük!”, “Devrim istiyoruz!” gibi şiarları yükseltiyorlar. 20 bine yakın protestocunun tutuklanmasına, 500’e yakın kişinin katledilmesine, binlercesinin yaralanmasına, Evin gibi zindanlarda işkencelerin yoğunlaşmasına ve idamların başlamasına rağmen üç aydır sergilenen soluklu direnişin gerisinde bu ve benzeri talepler var. Gençliğin ağırlığını oluşturduğu ve militanlığını kattığı protestolarda Molla rejiminin yıkılması talepleri de yükseltiliyor.
İran halkı çürümüş bir zulüm aygıtı olan Molla rejimini devirmek istiyor. Bu kararlılık karşısında rejim vahşileşti. Bir taraftan zulmü katmerleştirirken diğer taraftan da hareketi lekelemek için kara propagandaya başvuruyor. Hareketin ABD ve İsrail tarafından örgütlendiğini, “haydutları” güvenlik güçlerine saldırmaları için finanse ve teşvik ettikleri propaganda edildi. CIA gibi Batılı istihbarat teşkilatlarının şiddeti kışkırttığı, etnik ve dini gerilimleri körüklediği ve sürgündeki Kürt gruplarıyla ve İran düşmanlarıyla işbirliği yaptığı iddia edildi. Bu iddiaların bir kısmı “doğru” olsa da bu, ortada haklı talepleri olan bir halk hareketi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Buna rağmen kimi milletvekilleri, İran yargısını protestoculara karşı “kararlı olmaya” çağırarak devlet şiddetini tırmandırmaya, idam cezalarını daha yaygınca infaz etmeye çağırdı. Bazı liderler ise protestocularla diyalog çağrısında bulundu. Büyük Ayetullahlardan Hüseyin Nuri Hamaduni, hükümeti halkın taleplerini dinlemeye çağırdı.
Şiddet, karalama kampanyası ve sözümona reform vaatleri iç içe yürütüldü. 4 Aralık’ta İrşad Devriyeleri’nin dağıtılacağı, başörtüsü zorunluluğunun kaldırılması için yasal düzenlemelere gidileceğinin açıklanması gibi öfkeyi yatıştırmaya dönük kimi tavizler verildi. Fakat bunlar bugüne kadar hareketi sönümlendirmeye yetmediği gibi, onun üzerinde beklenen etkiyi yaratmış da görünmüyor. Aksine işçiler, kamu emekçileri, öğretmenler, sağlık ve ulaşım emekçileri greve çıkarak harekete yeni bir dinamizm kattılar.
Gösterilerin nispeten ivme kaybettiği bir dönemde 5-7 Aralık’taki genel grev çağrısıyla sokaklar yeniden hareketlendi. Birçok işkolunda işçilerin greve gittiği, esnafların kepenk kapatarak eylemlere katıldığı bildirildi. İran’da stratejik işkollarından biri olan petrol işkolunda çalışan işçiler ise grevi başlatanlar oldu. Ekonomik taleplerin yanı sıra idamların durdurulması, tutukluların serbest bırakılması gibi siyasi taleplerle birleşen bu grevler, halk hareketine yeni bir ivme kazandırdı. Buna karşın hareketin henüz işçi sınıfı karakteri taşıyan bir nitelikte olmadığı da belirtiliyor. Yansıyan haberlere göre hareket hız kesmediği gibi hem radikalleşmekte hem sanatçıların, oyuncuların, sporcuların, akademisyen ve aydınların verdiği destek artmaktadır.
***
43 yıldır kadınlar başta olmak üzere toplumun ezilen ve sömürülen tüm kesimlerine dayatılan kölece yaşam, İran halkı tarafından reddediliyor. Bu durumun baş sorumlusunun kapitalist sınıfın temsilcisi olan İslam Cumhuriyeti rejimi olduğuna, dolayısıyla da bu rejimin devrilmesi gerektiğine inanılıyor. Bunun içindir ki harekete geçen geniş kitlelerin, kadınların, gençlerin ve işçilerin talebi, İslam Cumhuriyeti’nin yıkılmasıdır. Bu da rejimin kabusudur. Ancak mevcut hareket İslam Cumhuriyeti’ni yıkmaya yetmezken tersinden ise rejim de halk hareketi karşısında acze düşmüş görünüyor.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan ayaklanma, halk direnişi ve isyanlar gibi İran’daki halk hareketi de kendiliğinden patladı, gelişti ve üçüncü ayını geride bıraktı. Gelinen aşamada kapitalist Molla rejimi, ya kısmi reformların kapılarını aralayarak öfkeyi yatıştırıp hareketin sönümlenmesini hedefleyecek ya da şiddetin dozajını artırıp krizi derinleştirecektir. Hareketin akıbeti olduğu gibi rejimin tutumu da bir dizi faktöre bağlı görünüyor. Toplumsal mücadelede birleştirici ve sürükleyici bir rol oynayan işçi sınıfının örgütlü şekilde harekete ağırlığını koyması durumunda ise farklı sonuçlar elde edilmesi mümkün olacaktır.