Sosyal medyadan yapılan çağrıyla 1 Ekim’de başkent Bağdat’ta başlayan gösteriler, Irak’ın farklı kentlerine de sıçradı. Kolluk kuvvetlerinin uyguladığı kaba şiddet ters tepti, gösterilerin yayılmasını körükledi. Aynı anda hem göstericilere hem polise ateş eden kişiler olduğuna dair iddialar da var. Öldürülenler arasında polislerin olması buna kanıt gösteriliyor. Gösterileri farklı amaçlar için istismar etmeye çalışan güçler olduğundan kuşku duyulmuyor. Ancak bu olgu, onlarca kişinin katledilmesinden hükümetin sorumlu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Nitekim polisin göstericilere karşı aşırı şiddet kullanmaması için çağrıda bulunan Başbakan Adil Abdülmehdi, dolaylı da olsa hükümetin sorumluluğunu kabul etmiş oldu.
İnsanca yaşam talebi
Gösterilere dair farklı spekülasyonlar yapılsa da kitlelerin sokaklara dökülmesinin esas nedeni yolsuzluk-rüşvet batağına saplanmış iktidarın işsizlik, yoksulluk, sefalet gibi toplumsal sorunlara çözüm üretmekte aciz kalmasıdır. Petrol-doğalgaz zengini bir ülke olmasına rağmen Irak’ta işsizlik ve sefalet had safhada. Toplumun neredeyse yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Elektrik, su gibi temel ihtiyaçlar bile yarım yamalak karşılanırken, sağlık, eğitim, konut gibi temel hizmetlerde de ciddi aksaklıklar yaşanıyor.
Kitlelerin kabaran öfkesinin sokaklara taşmasının esas nedeni bu sosyal yıkım tablosudur. Diğer bir önemli neden ise hükümetin yolsuzluk-rüşvet çarkına dokunmaması ya da dokunamamasıdır. Halkın önemli bir kesimi sefalete mahkum edilirken, yozlaşmış bir azınlığın çalıp çırpmaya devam etmesi, kitlelerin öfkesinin sokaklara taşmasında önemli bir rol oynuyor.
Hükümet dahil tüm siyasi güçler kitlelerin taleplerinin haklı-meşru olduğunu kabul ediyorlar. Nitekim kolluk kuvvetlerinin uyguladığı kaba şiddete rağmen göstericilerin temsilcilerini meclise davet eden hükümet, taleplerin yerine getirilmesi için çaba harcayacağı vaadinde bulunmak zorunda kaldı.
ABD ile işbirlikçileri
Taleplerin meşruluğunu kabul eden hükümet, öte yandan gösterilerin ABD’nin finanse ettiği sosyal medya hesapları tarafından yapılan çağrılarla başlatıldığını iddia ediyor. Bu iddiaya göre Trump yönetimiyle bölgedeki işbirlikçileri, Adil Abdülmehdi hükümetinin bazı icraatlarından rahatsız oldukları için gösterileri kışkırttılar.
ABD ile işbirlikçilerinin kirli ellerini Irak’tan çekmedikleri doğrudur. Nitekim hem Körfez şeyhlerinin finanse ettiği uydu kanaları hem emperyalist merkezlerden Arapça yayın yapan kanalların birinci gündemi Irak’taki gösteriler oldu. Ancak bu kanalların önceliği halkın talepleriyle ilgilenmek değil, “İran’a karşı ayaklanma” olduğu propagandası yapmaktır. Bu kanallar Libya’yı, Suriye’yi, Yemen’i tahrip eden savaşların da bir numaralı kışkırtıcılarıydı. Aynı uğursuz rollerini bir kez daha oynuyorlar. Tüm bunlar, kitlelerin haklı-meşru taleplerle sokaklara döküldüğü gerçeğini değiştirmiyor.
Nüfuz mücadelesinin arenası
Irak’ın handikaplarından biri, ABD ile İran arasında yaşanan nüfuz mücadelesinin arenası haline getirilmiş olmasıdır. İşbaşına gelen hükümetler her iki tarafı idare etmenin sancılarını yaşıyorlar. ABD, Körfez şeyhleri ve İsrail cephesine yakın olanlar İran’a karşı konumlanırken, İran’la iş birliği yapan güçler ise ABD’ye karşı net bir tutum almaktan aciz görünüyor. Buna rağmen Adil Abdülmehdi hükümetinin son dönemde attığı bazı adımlar ABD ile işbirlikçilerini rahatsız etti.
Hükümet, Irak-Suriye arasındaki El bu Kemal sınır kapısını resmen açtı. Kapıdan sınırlı da olsa geçişler yapılıyordu ancak resmen kapalıydı. ABD’ye rağmen Çin’i ziyaret eden Abdülmehdi milyarlarca dolarlık anlaşmalara imza attı. Trump’la işbirlikçilerini rahatsız eden bir diğer önemli gelişme, Abdülmehdi’nin, IŞİD’i yenilgiye uğratan Haşd el Şabi güçlerinin silahsızlandırılması için Trump’ın yaptığı baskılara da boyun eğmemesi.
Bu adımların peş peşe atılması nüfuz mücadelesinde İran’ın giderek baskın hale geldiğine işaret ediyor. Nitekim 2003’te başlattığı işgal saldırısından bu yana ABD’nin Irak’taki en zayıf dönemine girdiği belirtiliyor. İran-Suriye cephesiyle ilişkilerin geliştirilmesi, Çin’le imzalanan anlaşmalar, Haşd el Şabi güçlerinin dağıtılmaması gibi gelişmeler, Trump yönetiminin Irak üzerindeki etkisinin zayıfladığına işaret ediyor. Bu durumda gösterilerde Abdülmehdi hükümetinin istifasına dair taleplerin ABD ile işbirlikçileri tarafından desteklenmesi şaşırtıcı değil.
Hükümetten talepleri kabul etme vaadi
Yansıdığı kadarıyla siyasal güçler kitle hareketine doğrudan destek vermiyor ancak taleplerin haklı-meşru olduğunu kabul ediyorlar. Irak Komünist Partisi’yle ittifak kuran Sadr hareketi ise hükümete istifa çağrısında bulundu. Erken seçime gidilmesi gerektiğini savunan Sadr hareketi, halkın taleplerinin dikkate alınmasını da istedi. Dini lider Ali Sistani de halkın taleplerinin yerine getirilmesi için hükümete somut adımlar atma çağrısında bulundu.
Etkili isimlerden gelen bu çağrıların yanı sıra kolluk kuvvetlerinin şiddetine, sokağa çıkma yasaklarına rağmen eylemlerin devam etmesi, hükümeti geri adım atmak zorunda bıraktı. Göstericilerin temsilcilerini meclise davet eden Abdülmehdi hükümeti, bir reform paketi ilan etti. İşsizlik yardımı, konut yardımı, meslek kursları, küçük üreticilere faizsiz krediler, tarımsal üretimi destekleme, yeni iş alanları yaratma vb. vaatler içeren reform paketi uygulanabilirse eğer, bir süre için hareketi yatıştırabilir. Buna rağmen kökleşen sorunların bir reform paketiyle çözüme kavuşturulması mümkün görünmüyor.
İşsizliğe, yoksulluğa, sefalete, yolsuzluğa, rüşvete karşı isyan eden kitle hareketinin siyasal önderlikten yoksun olmasına rağmen hükümete geri adım attırması sınırlı da olsa bir başarıdır. Ancak yatıştırıcı tavizler sorunlara çözüm olmayacak. İsyan bu tavizlerle şimdilik durdurulsa bile süreç yeni isyanlara akacaktır. Gençlerin, işsizlerin, emekçilerin handikabı ise, etnik-dinsel-mezhepsel ayrımları ortadan kaldırabilecek birleştirici-devrimci bir önderlikten yoksun olmalarıdır. Bu sorun asgari düzeyde çözüldüğünde, kitlelerin biriken öfkesi ve enerjisi çok daha etkili sonuçlar yaratabilecektir.