Deyr ez-Zor savaşı, emperyalistler ve PYD

Ezilen bir halkın hakları, onuru ve özgürlüğü için mücadele etmesi haklı, meşru ve desteklenmeyi hak eder. Ancak bunu yapmak adına yayılmacı/emperyalist bir politikanın kara kuvveti olmaya soyunmak başka bir şeydir. Bu çizginin, meşruluğu ortadan kaldıracağı gibi, esaret zincirlerini kalınlaştırmaktan başka bir sonuç yaratması da olası değil.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 14 Eylül 2017
  • 19:40

Üç yıldır IŞİD’in vahşi kuşatmasına karşı direnen Deyr ez-Zor kenti, yıllardır medya tekelleri tarafından yok sayılıyordu. Zira bu kentte sergilenen direniş, Suriye halklarının emperyalistler tarafından kurtarılmayı beklediği iddiasını yerle bir ediyordu.

Müttefiklerinin desteği ile kent etrafındaki kuşatmayı kıran Suriye ordusu, bölgede bulunan IŞİD çetelerini temizleyip Irak sınırına ulaşmayı hedefliyor. Kentin etrafında çatışmalar devam etse de bölgenin kısa sürede cihatçı çetelerden temizleneceği belirtiliyor. Kent etrafındaki çetelerin temizlenmesi savaşın bitmesi anlamına gelmiyor elbet. Bununla birlikte savaşın önemli düğüm noktalarından birinin çözüldüğünü farklı çevreler de kabul ediyor. Örneğin Suriye’ye karşı savaşın fitilini ateşleyenlerden biri olan dönemin ABD Şam büyükelçisi Robert Ford da yenilgiyi kabul edenler kervanına katıldı.

Emperyalist/Siyonist planın çöküşü

Deyr ez-Zor artık yok sayılamaz. Çünkü bu kentin etrafındaki kuşatmanın kırılması, Suriye’ye saldıran güçlerin yenilgisinin kilometre taşlarından biri sayılıyor. Suriye’ye tam bir gözü dönmüşlükle saldıran emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki Türkiye, Suudi Arabistan, Katar “şer üçlüsü” hezimete uğramış durumda. Savaşın belli bölgelerde devam ediyor olması bu gerçeği değiştirmiyor. Suriye’yi yakıp yıktılar ama Şam’da İsrail işbirlikçisi, dinci-Amerikancı bir rejim kuramadılar. Dolayısıyla AKP şefi T. Erdoğan’la Körfez şeyhlerinin Emevi camisinde namaz kılma fantezileri de kursaklarında kaldı.

Deyr ez-Zor kuşatmasının kırılması, Suriye savaşında kritik bir eşik sayılıyor. Nitekim kazanılan bu zaferin ardından ilk defa Hizbullah’ın sahadaki askeri liderlerinden biri, Lübnan’dan yayın yapan Al Mayadeen kanalına açık kimliği ile mülakat vererek ABD, İsrail ve işbirlikçilerine Suriye’yi çetelerden arındırma konusunda kararlı oldukları mesajını verdi. Hizbullah, Suriye, İran, Rusya ittifakı adına konuşan askeri lider, bu güçler arasındaki işbirliğinin devam edeceğini de belirtti.

Deyr ez-Zor cephesindeki gelişmeler siyonist İsrail rejiminin tedirginliğini arttırdı. Cihatçı çetelere bel bağlayan İsrail’in, Filistin direnişine destek veren güçlerin zaferinden rahatsız olması şaşırtıcı değil elbet. ABD-İsrail ikilisinin Ortadoğu’yu parçalama planına karşı savaşan güçlerin kazanması, Filistin halkı ve direnişi için de önemli bir kazanımdır. Zira aksi olsaydı sıra Filistin halkına ve direnişine de gelecekti.

Deyr ez-Zor cephesindeki gelişmelerden emperyalist ABD rejimi de rahatsız. IŞİD’le savaşan Suriye ordusunu defalarca hedef alan ABD, çetelerin hezimetini önleyemedi. ABD’nin rahatsız olması kaçınılmaz, zira IŞİD’in varlığını Suriye’ye müdahalenin gerekçesi diye pazarlıyordu. Bu arada ABD’nin IŞİD’e karşı savaştığı iddiasının sahteliği, Deyr ez-Zor cephesindeki gelişmeler karşısında aldığı tutumla daha da belirginleşti.

PYD/YPG Deyr ez-Zor’da ne arıyor?

Deyr ez-Zor kuşatmasının kırılmasının hemen ardından yaşanan dikkat çekici gelişmelerden biri, Demokratik Suriye Güçleri’nin bu kente doğru harekat başlatmasıdır. Bu güçlerin omurgasını PYD’nin askeri kanadı YPG oluşturuyor, dolayısıyla “olağan koşullar”da Deyr ez-Zor bu güçlerin ilgi alanına dahil değildi. Bu durumda “Rojava ile ilgisi olmayan, Kürt nüfus barındırmayan Deyr ez-Zor’da PYD ne arıyor?” sorusu kendiliğinden gündeme geliyor.

“Rakka’yı kurtarma” iddiasıyla başlatılan harekat devam ederken, Türk ordusunun tehditlerinin/tacizlerinin ardı arkası gelmezken, PYD’nin yeni bir cephe açmasının mantıklı bir gerekçesi görünmüyor. Açılan bu cephenin Kürt halkının talepleriyle ya da bu halkın güvenliğiyle ilgili olduğunu iddia etmek de kolay değil. Tersine, bu girişim Suriye ordusu ile çatışma riskini arttırıyor. Yani hem Kürt hareketi açısından uygun bir tercih değil, hem Kürt halkının hakları ya da talepleriyle alakasızdır.

Bu koşullarda Demokratik Suriye Güçleri’nin Dery ez-Zor’a harekat başlatmasının tek açıklaması olabilir; o da bu akla ziyan işin ABD’nin emriyle gerçekleştirilmesidir. Vurgulamak gerekiyor ki bu temelde gerçekleştirilen bir askeri harekat ne haklıdır ne de meşru. Tersine, bu yönde ısrar edilirse eğer, harekat PYD’yi bölge halkları nezdinde şaibeli konuma düşürebilecek niteliktedir.

“Suriye’de kaybedenler” safında yer alan ABD, eğitip silahlandırdığı cihatçı tetikçileri ya IŞİD’e ya da El Kaide uzantısı çetelere kaptırdı. Bundan dolayı Kürt hareketine destek vermek durumunda kaldı. Tabir uygunsa, ABD’nin Suriye’de elinde kalan “tek koz” PYD’dir. Kürt hareketine destek veren ABD, bunun karşılığında Suriye’deki emperyalist politikasını da PYD ile müttefiklerini kullanarak hayata geçirmeye çalışıyor. ABD, bu güçlere dayanarak Suriye’nin en azından bir kısmını işgal etmeyi hedefliyor. Rakka operasyonu da Deyr ez-Zor kırsalında yeni bir cephenin açılması da bu yayılmacı politikanın üründür.

Koşulların zorlamasıyla da olsa PYD’nin bu çizgiye kayması, ezilen bir halkın meşru hakları için mücadele eden ilerici bir akım olma niteliğini aşındırıyor. Halen dünyanın en saldırgan emperyalist gücüyle işbirliği yapmanın diyetidir bu. İşbirliğinin aynı hatta devam etmesi durumunda bu diyetin çok daha ağır bir niteliğe bürüneceğinden de kuşku duymamak gerek.

Gerçek kurtuluş halkların emperyalizme karşı direnişiyle mümkündür

Ezilen bir halkın hakları ve onuru için mücadele etmekle yayılmacı bir emperyalist gücün kara kuvveti olmak arasında derin bir uçurum var. PYD’nin birinci konumdan ikincisine tam olarak evrildiğini söylemek için erken. Ancak ABD’ye angaje bir politik hatta ilerlemeye devam ederse başka bir yere varması da olası değil. Bu bağlamda, Demokratik Suriye Güçleri’nin Deyr ez-Zor’a harekat başlatmasının talihsiz bir hamle olduğunu belirtmek gerekiyor.

Bir kez daha vurgulayalım, ezilen bir halkın hakları, onuru ve özgürlüğü için mücadele etmesi haklı, meşru ve desteklenmeyi hak eder. Ancak bunu yapmak adına yayılmacı/emperyalist bir politikanın kara kuvveti olmaya soyunmak başka bir şeydir. Bu çizginin, meşruluğu ortadan kaldıracağı gibi, esaret zincirlerini kalınlaştırmaktan başka bir sonuç yaratması da olası değil. Bu çağda halkların gerçek kurtuluşa ulaşabilmesi için emperyalizme ve gericiliğe karşı birleşik-devrimci direnişin yükseltilmesinden başka bir yol bulunmuyor.

İLİŞKİLİ HABERLER