Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi gündemde. Binali Yıldırım, “Kararlıyız, şeker fabrikaları satılacak, kararımızdan geri adım atılmayacak!” diyerek, bu meselenin kendileri açısından önemini vurguluyor. Kaynakların sömürüsünü, emperyalist tekellere ve sermayeye peşkeş çekmekte geçmiş hükümetleri de geride bırakan AKP hükümeti, sadece sermayenin önünü açmakla kalmıyor, özelleştirilen fabrikalarda çalışan binlerce işçiyi de ya kapı önüne koyuyor ya da güvencesiz, daha ağır koşullarda çalışmayı dayatıyor, kazanılmış haklarına göz dikiyor.
Bunun örneklerini TEKEL’de gördük; kağıtta, madenlerde, camda gördük. Her birinde “kâr edemiyoruz”, “atıl kalmış yatırımlar”, -işçilerin kazanılmış haklarını hedef alarak- “bu fabrikalar yan gelip yatma yeri değildir” gibi söylemler ile toplumda özelleştirme saldırısına meşruluk kazandırmaya çalışmışlardı.
TEKEL’in alkollü içki bölümü (17 fabrika, hammadde, stok ve varlıklarıyla) 2004 yılında, 292 milyon dolara MEY’e satıldı. Onlar da 2006’da 810 milyon dolara bir ABD şirketine sattılar. 2011’de de Amerikalılar 2 milyar 100 milyon dolara, dünyaca ünlü, içkide dünya devi olarak tanınan İngiliz DİAGEO’ya devrettiler.
TEKEL’in kurulu sermayesine hiçbir ek yapmadan bu seviyede gerçekleşen artışın iki nedeni olabilir ancak. Birincisi, ilk satışlarda değerinin çok çok altına satılmış, peşkeş çekilmiş olması; ikincisi de işçilerin kazanılmış haklarının tırpanlanarak, 4/C statüsü aldatmacasıyla yoksulluğa ve işsizliğe itilen işçiler üzerinden gerçekleşen artı-değer sömürüsü...
Tek Gıda-İş’in verilerine göre 2003’te TEKEL’in alkollü içkiler bölümünde 3 bin 631 mavi yakalı işçi çalışırken, 2009’da bu sayı 323’e kadar düşüyor. Bu süreçte 3.000’den fazla işçinin iş akdi feshediliyor.
TEKEL’in sigara bölümü ise ilk defa 1990’da özelleştirilmeye çalışılmış, yükselen işçi sınıfı hareketinin de etkisi ile artan tepkiler sonucu geri adım atılmıştı. IMF talimatı ile 2001’de “Tütün Yasası” değiştirildi. Ardından da AKP’li Kemal Unakıtan’ın “Tekel’i babalar gibi satarım” dönemi başladı.
2008’de tütün fabrikaları, içindeki her şeyle beraber 1,7 milyar dolara British American Tobacco’ya (BAT) peşkeş çekildi. Bu fiyat TEKEL’in 2 sigara fabrikasının 3 yılda yapacağı kâra denk geliyordu. Fabrikaların içinde bulunduğu arsaların ve mülklerin değeri bile bu fiyatın 2-3 katı ederken, bu satış ile tütün piyasası tam olarak emperyalist tekellerin hakimiyetine bırakıldı.
Özelleştirme programına alındığı sırada, 110 yaprak tütün işyeri, 6 sigara fabrikası, 19 alkollü içki üretim tesisi, 84 pazarlama müdürlüğü, 10 tuz işletmesi, bir kibrit fabrikası, bir ambalaj fabrikası ve bir suni ipek, viskoz fabrikası olan TEKEL, 2009’a geldiğimizde 57 yaprak tütün işyeri, iki tuz işletmesi ve bir ambalaj fabrikası olan işletmeye dönüştü. Bugün hiçbiri bulunmuyor.
Satışın gerçekleşmesi ile birlikte BAT, yüksek maliyet olarak gördüğü, yıllar süren mücadelelerle kazanılmış haklara sahip olan TEKEL işçilerine gözünü dikti.
TEKEL’in kendi rakamlarına göre 2001 yılında 30 bin 124 işçi çalıştıran TEKEL’in, 2004 yılında alkollü içkiler, 2008 yılında da sigara biriminin özelleştirilmesi sonucunda çalışan işçi sayısı 12 bin civarına geriledi. TEKEL’in bu parçalı satışı ile gelen tepkileri azaltmak ve işçileri bölmek temel hedefleriydi esasında.
2008’de BAT, tütün piyasasını ele geçirmesinin ardından 8 binden fazla TEKEL işçisinin iş akdini feshedeceğini duyurdu. AKP hükümeti biriken öfkeden korktuğundan 4/C statüsü ile işçileri kandırmaya çalıştı. Bu oyunu gören TEKEL işçileri ayağa kalktı, eylemlere başladılar. İşçiler Ankara sokaklarını eylem alanına çevirdiler. Sendikal bürokrasinin uğursuz rolünü oynaması, hükümetin teklifi arttırması ve TEKEL işçilerinin örgütlülüğündeki ve bilincindeki zayıflık gibi etkenlerin yardımıyla hükümet saldırıyı hayata geçirmeyi başardı.
Adım adım örülen özelleştirme süreci bugün gerçekleştirilmesi öngörülen şeker fabrikalarının özelleştirilmesi süreci için önemli bir deneyim sunuyor. Sermayeye peşkeşin yanı sıra, işçi sınıfına yönelik büyük bir saldırıyı da barındıran özelleştirme saldırıları karşısında başta şeker fabrikası işçileri olmak üzere işçi sınıfı ve emekçiler net tutum almalı, hükümete de sendikal bürokrasiye de asla güvenilemeyeceği bilinciyle hareket etmelidirler.