Uzun yıllardır Türkiye’de işçi sınıfı, tüm gövdesiyle sahneye çıkabilmiş değildi. Daha çok lokal ve bölgesel düzeylerde süren direnişler ve grevlerle sermayenin saldırıları karşısında direnmeye çalışan güçsüz, dağınık bir sınıf tablosuyla karşı karşıyaydık.
2015 Metal fırtınasına gelene kadar yaşanan SEKA, Telekom, Havayolları, TEKEL ve Geif gibi direnişlerle, işçi sınıfı biriktirerek güçlenmeye başladı. Bu direnişlerle beraber işçi sınıfı, mücadele yol ve yöntemlerini geliştirdi, direnme kapasitesini güçlendirdi ve mevcut sendikaların mücadele düzeyini test etti.
İşçi sınıfının içinden geçtiği bu arayış döneminde yoğunlaşan sosyal ve ekonomik adaletsizlik ve dünyada yaşanan sert sınıf savaşımlarının etkisi gelişecek mücadelelerin düzeyini doğrudan etkiledi. Nitekim Gezi gibi bir toplumsal hareketin ortaya çıkmasının önemli bir dinamiği de bu oldu.
Servet sefalet kutuplaşmasının derinleşmesi, kapitalizmin içinde bulunduğu depresif krizler, Türkiye’deki sendikaların, mücadele örgütlerinin mevcut tablosu ve daha birçok neden, en nihayetinde Bursa metal fırtınasının ateşini harladı.
İşçi sınıfının fay hattı açığa çıktı!
Yaşanan tüm bu deneyimler ve metal fırtınasıyla işçi sınıfının fay hattı ortaya çıkmış oldu. Metal fırtınasıyla beraber işçi sınıfı, deneyimlerini olgunlaştırırken bu deneyimleri işçi sınıfının tüm bölüklerine yaymayı da başardı.
Metal fırtınasıyla beraber neredeyse her direnişte, daha güçlü fabrika komitelerine, işçilerin üretimi durdurma eğilimine, "arkadaşım yoksa üretim de yok" dediğine, dayanışma eylemlerine ve sınıf içindeki ayrımların daha da silikleşmesine tanıklık ediyoruz. Kuşkusuz bundan sonraki mücadele deneyimlerinde de, bu beş olgu daha da belirgin bir biçimde hissedilecek.
Kocaer ve Gürmak direnişlerinin ortaya çıkarttığı sonuçları anlayabilmek, ancak sınıf hareketinin bu fay hattını ve hareket kapasitesini anlayabilmekten geçiyor. Bu sadece Kocaer ve Gürmak direnişleri özgülünde ortaya çıkmış bir bütünlük olmadığı için aslında büyüyen bir sınıf hareketinin farklı cephelerdeki, aynı yansımalarının bir somutlaması olarak algılanması gerekiyor. Kuşkusuz her örgütlenmenin ve direnişin kendine özgün dinamikleri ve özgün süreçleri var. Kocaer’de de, Gürmak’ta da ayrı ayrı süreçler yaşandı. Ama metal fırtınasıyla beraber başlayan tüm fabrika direnişlerinde yukarıda saydığımız beş maddenin yansımalarını görmek mümkündür.
Güçlenen fabrika komiteleri
Üç yüz yıllık sınıf hareketinin belki de her evresinde aynı örgütlenmenin değişik versiyonlarını görebiliriz. Açık, kapalı, geniş, dar ama nasıl olursa olsun işçi sınıfı, tüm ekonomik mücadelesinde bilerek ya da bilmeyerek komiteler esasına dayanarak örgütleniyor. Yaşanan bu süreç gösterdi ki aslında bu komiteler kendiliğinden olgunlaşıyor ve içindeki işçileri süreçle beraber özneleştiriyor.
Daha tanımlı ya da anladığımız manada düzenli toplanan, fabrikanın tüm süreci hakkında kararlar veren ve tartışan komitelerden önce aslında kendiliğinden oluşmuş “gizli” komiteler, fabrikalardaki mücadele arayışını derinleştirmiş oluyor. Bir takım öncü işçiler bir araya gelerek, düne nazaran bugün çalışma koşullarını düzeltmek için daha çok tartışıyor ve bilmeden kararlar alıyor. Ortaya çıkan bu kendiliğinden komiteler öncü bir müdahaleyle karşı karşıya kalınca ise gerçek birer fabrika komitelerine dönüşebiliyor ve artık eylemi örgütleme görevini üstleniyorlar.
Gürmak ve Kocaer fabrikalarının ön süreci de neredeyse aynı paralellikte yaşanan birikime dayanıyordu. İki fabrikada da, ciddi maddi sorunlar mevcuttu. Düşük ücretler, hak gaspları, küfür, hakaret, yönetim baskısı, kötü yemekler, çay, kazanılmış hakların gaspı vb. liste uzayıp gidiyor. Uzun ve yorucu çalışma koşullarına rağmen ekonomik anlamda işçilerin neredeyse her birinin ciddi borçlarla karşı karşıya kalması ise ayrı bir sosyal soruna sebebiyet veriyordu. Maddi ve manevi olarak yaşanan bu çöküntü, öfkeyi daha da pekiştirirken, kendiliğinden oluşan bu gizli komitelerin sosyal dokusunu da benzerlikler içinde olgunlaştırıyordu.
Yaşanan bu birikim, iki fabrikada da çay hakkının gaspına karşı bir reaksiyon olarak açığa çıktı. Fakat meselenin sadece kazanılmış bir hakkın gaspı karşısında tutum almaktan öte, toplam bir birikimin yansıması olarak anlaşılması gerekiyor. Ortaya çıkan öfkeyi mayalayan her şeyden önce devrimci özne faktörü, ama yaygınlaştıran ise bu gizli komiteler oldu. İki fabrikada da direniş süreçleri öncesinde mevcut sorunları konuşan, bir şey yapmalıyı tartışan gizli komiteler vardı. Ve bu kendiliğinden komiteler hızla öznel bir müdahalenin de etkisiyle fabrikanın eylemini yönetecek düzeye çıkabildi.
Öncü “devrimci” bir işçi çıkıp somut bir tepki ortaya koyduğu zaman, durgun suya atılan bir taş misali peş peşe dalgaların oluşmasını sağlamış oldu. Ama burada önemli olan yaşanan dalgalanmanın taşın kuvvetinden ortaya çıkması değil, suyun o birikime sahip olması durumudur. Bu birikim öznel, somut bir müdahaleyle buluştuğu anda, düne kadar kendiliğinden olan gruplaşmalar birden gerçek bir fabrika komitesine dönüştü. İki fabrikada da ilk komiteler ya da mevcut komitelerin güçlenmesi bu somutluğa dayanmıştır.
Kendiliğinden komitelerin gerçek fabrika komitelerine dönüşmesinin akabinde, bu komitelerde yer alan işçilerin kendilerini ve içerisinde bulundukları mücadeleyi yönetebilme kapasitesi ve bu kapasitenin sınıf hareketinin toplam birikimlerinden etkilenme süreci somut olarak yine öznenin müdahalesiyle olgunlaştı.
Üretimi durdur, hakkını al
İşçi sınıfının üç yüz yıllık deneyimi ve üretim ilişkilerinin kendi realitesi, işçi sınıfının bilincinde üretimi durdurmanın belirleyici bir eylem olduğunu defalarca göstermiştir. İşçi sınıfının hakkını alması için gereken mücadelede üretimden gelen gücünü kullanması gerekliliği, onun ilk ilkel bilinci ve davranışı olarak yüz yıllardır giyotinlere, işkencelere, yargılamalara ve işten atma saldırılarına rağmen ve hatta kapitalizmin ideolojik tahakkümüne rağmen sürmektedir.
Doğal olarak bu iki fabrikada da yaşanan çay hakkının gaspı ya da resmi tatilde işçilerin çalışmaya zorlanması karşısında gelişen ilk tutum, daha çok kendiliğinden de olsa üretimin durdurulmasıyla sonuçlanmıştır. İki fabrikada da aynı benzerlikle yaşanan bu eylem, kazanımla sonuçlanmış ve işçi sınıfı ancak üretimden gelen gücünü kullanarak kazanabileceğini bir kez daha tecrübe etmiştir.
Nitekim patronların sınıf bilinci ve sınıf kini, işçi sınıfının mevcut sınıf bilincinden bugün için daha yüksek bir düzeydedir. Doğal olarak sermaye, İki fabrikada da yaşanan üretimin durdurulması eylemini hazım etmeyecekti ki nitekim öyle de oldu. Patronlar iki fabrikada da ilk sesi çıkartan öncü işçileri cezalandırarak, bu eyleme katılan tüm işçilerin gözünü korkutmak istedi. Fakat işçi sınıfının mevcut birikimi ve içerisinden geçtiğimiz sürecin, yani metal fırtınasının kazanımları, argümanları ve davranış özellikleri bu saldırı karşısında işçileri daha büyük bir mücadele kararlılığına sürüklerken, politik özneler de bu olgunlaşmayı derinleştirmeyi başarabildi.
Arkadaşım yoksa üretim de yok!
İşçi sınıfı mücadelesinin değişik evrelerinde her daim karşılaştığımız bu bilinç, Türkiye’de uzun yıllardır kaybolmuş bir sınıf kimliği özelliğiydi. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesine öncülük eden sendikaların da uzlaşmacı, icazetçi zihniyetleri, bu bilincin ortadan kalkmasında tabi ki birçok dinamikle beraber, önemli bir rol oynadı.
Ama özellikle Reno direnişiyle beraber hafızalara kazınan bu argümanla, işçi sınıfı yeni bir bilinç düzeyine sıçradı. Çünkü bu bilinç ve bu talep, kişisel bir faydacılığı ya da çıkarı değil bir bütün olarak işçi sınıfının topyekûn çıkarlarını gözeten bir taleptir. Bu talep etrafında birleşen işçiler, kendi maddi çıkarlarını bir kenara koymuş hatta kendi maddi çıkarlarını riske etmişlerdir. Ve aynı işçiler, burjuvaziyle taban tabana zıt ve uzlaşmasız bir zemini tarif etmişlerdir. Ve yine üretimden gelen gücüne yaslanarak, burjuvazinin can damarlarını tıkamayı kendilerine borç bilmişlerdir. Tam da bu yüzden bu talep devrimci ve sonuna kadar arkasında durulması gereken bir talep olarak Türkiye işçi sınıfı hareketinin bugünkü en ileri mücadele argümanı haline gelmiştir.
İki direnişte de öncüler işten atıldıktan sonra işçilerin ortak iradesinin somut kararı “arkadaşım yoksa üretim de yok” olmuştur. Bu karar somut bir güce, imkâna, olasılığa bakılmaksızın toplantılara katılan işçilerin her birinin hesapsızca ortaya koyduğu, irade gösterdiği bir tutum olmuştur. O yüzden mevcut iki direnişte de “onur” kavramı birçok slogana dönüşmüş ve işçilerin direnişi tarif ederken kullandığı temel bir kavram olmuştur.
Sınıf dayanışması bilinci
Dayanışma grevlerinin ve sınıf dayanışmasının tüm örneklerinin yasaklandığı ve yıllardır sınıf dayanışmasının sadece ekonomik örneklerinin yaşanabildiği bir süreçte metal fırtınası, işçi sınıfı için dayanışma bilincini de güçlendirmiştir. Yine Reno direnişi ve bu direnişle kader birliği yapan öteki fabrikaların işçileri, Reno önünde toplanarak gösterdiği dayanışma ruhuyla sınıf dayanışması bilincine yeni bir boyut kazandırmışlardır.
Kocaer ve Gürmak işçileri de kendi süreçleri içerisinde benzer bir dayanışma bilincini yine siyasal öznenin müdahalesiyle geliştirmiş, hatta kader birliği inşa etmişlerdir. Kocaer’de ilk direnişten ikinci direnişe kadar geçen sürede ve sonrasında Gürmak işçileri Kocaer işçilerinin yanında olmuş hatta süreci beraber örmeye çalışmışlardır. İkinci direnişin planlandığı geniş toplantıya Gürmak işçileri de komite düzeyinde katılarak, Kocaer işçilerinin kararlı bir duruş sergilemesinde önemli bir dinamik olmuştur. Kocaer direnişinin başından sonuna kadar Gürmak işçileri, düzenli olarak fabrika önüne gelmiş, kendi kasalarında topladıkları aidatlarını Kocaer işçileriyle paylaşmış ve tüm eylemlerine aktif olarak katılmışlardır.
Kocaer direnişinin hemen akabinde yine benzer bir biçimde başlayan Gürmak direnişi de aynı oranda Kocaer işçilerinin aktif destek ve dayanışma pratiği ile somutlanmıştır. Hatta bu direnişler ortak eylem örgütlemiş, ortak taleplerle tüm havzaya seslerini duyurarak aynı argümanların ve mücadele kararlılığının iki ayrı organize bölgesindeki sacayaklarını inşa etmişlerdir.
Sınıf içindeki ayrımların silikleşmesi
Mevcut iki direnişte de direnişin somut işçi tabanı bir birinden ayrı siyasi partilere gönül veren, farklı mezheplerden ve farklı etnik kökenlerden gelen işçilerden oluşmakta. İşçi sınıfının örgütlenmesi önündeki en önemli engeller olarak ortaya koyduğumuz bu ayrımlar, bu iki direnişte de yerle yeksan edilebilmiş, silikleştirilerek direnişler sınıfsal bir bütünlükle sürdürülmüştür. Direniş içerisindeki her işçi kendi partisini ya da grubunu tüm bu direniş süreci içinde somut olarak sınama imkânı bulmuş, lakin bu parti ya da örgütlerin hiç birinin işçi sınıfına ve işçi sınıfının çıkarlarına hizmet etmedikleri pratikle tecrübe edilmiştir.
Direnişçi işçiler arasında daha önceden kesin çizgilerle ayrılan bazı ideolojik ayrımlar yerini emek eksenli bir mücadelenin kapsayıcı bütünlüğü içerisine bırakırken, sermaye ve tüm zor aygıtları karşısında da düne göre daha somut bir bakış oluşmuştur. Jandarma, polis ve tüm devlet aygıtlarının işçilerin çıkarlarını korumadıkları, hatta sermayenin çıkarlarına aktif olarak hizmet ettikleri pratikle kavranabilmiştir.
Kocaer ve Gürmak direnişleri-dersleri ve öznenin rolü
İşçi sınıfının kendiliğinden bilinci ve kendiliğinden eylemi, elbette ki işçi sınıfının hareket ve eylem kapasitesinin gelişmesinde büyük bir etkiye sahip. Fakat bu bilincin ve hareket kapasitesinin gelişim diyalektiğinde “itici” bir güç olarak öznenin misyonu açığa çıkan direnme kuvvetinin somutlanması açısından, bu direnişlerde de belirleyici bir yerde durmaktadır.
Verili tabloda ve bu iki örnekte işçi sınıfının tamamen kendiliğinden eylemini örgütleyebilmesi için yeterli bir bilinç olgunlaşabilmiş değildir. Nitekim işçi sınıfı, ekonomik mücadelesi içerisinde bu mücadeleyi somut kazanımlara taşıyacak bir düzeyi kendiliğinden ortaya çıkartabilir. Ama bu düzey her şeyden önce işçi sınıfının verili bilinciyle ve öz deneyimleriyle ilişkili bir olgunlaşma sürecidir. Türkiye’nin mevcut maddi sınıf mücadelesi ve bu mücadelenin birden çok faktörle maniple ediliyor olması gerçeği karşımızda dururken Gürmak ve Kocaer direnişlerinin açığa çıkarttığı direnme kuvveti ve kararlılığı öznenin siyasal müdahalesinden bağımsız olamazdı, nitekim olmadı da.
Bu iki direnişin de ortaya çıkarttığı enerji ve direnme kararlılığı öznel müdahalelerle daha da güçlü bir hale gelmiş, işçi sınıfının tüm tarihsel deneyimleri ve metal fırtınasının dersleri direnişçi işçilere aktarılmış ama direnebilmenin birden çok maddi zorlukları karşısında bu iki direniş de bir aşamadan sonra komite kararlarıyla bitirilmiştir.
Mevcut iki direnişte de maddi imkânsızlıklar bir süre sonra öteki diğer sorunların önüne geçmiştir. Direnişçilerin günü birlik eğitimi, toplantıları ve fabrikaların içerisine dönük faaliyetleri aksamaya başlamış, ama bu aksamanın en büyük nedeni işçiler cephesinden maddi imkânsızlıklar olarak tarif edilmiştir. Lakin gerçek bir hazırlığa dayanmadan, imkânlar ve koşullar olgunlaşmadan kendiliğinden dinamiklerle ortaya çıkmak zorunda olan bu direnişlerin asıl bitiş nedeni fabrika içerisindeki işçilerden beklentilerin ortadan kalkmasıyla olgunlaşmıştır.
Nitekim farklı fabrikalarda çalışmak zorunda kalan onlarca işçi bu direnişlerin ve açığa çıkarttığı bilincin etkisiyle mücadelenin yeni mevzilerini yaratma iddiasındadır. Politik birliği olan MİB’le ilişkilerini daha güçlü kuran, mücadelenin yeni neferleri haline gelme iddiası taşıyan işçilerle iki havzadaki mücadelemiz kaldığı yerden devam edecektir.
Doğan Can