15 Temmuz darbe girişimi sonrasında on binlerce kamu emekçisi sorgusuz sualsiz ihraç edildi. AKP iktidarı “Allah’ın lütfu” olarak gördüğü darbe girişimini, bir yandan devlet üzerindeki denetimini güçlendirmenin öte yandan da toplumsal muhalefeti ezmenin aracına dönüştürdü. OHAL koşulları altında, muhalif her türlü ses susturulurken fiili durumun hukuki altyapısı da oluşturularak tek adam diktatörlüğüne dayalı bir Başkanlık sistemine, ardından ise OHAL koşullarını aratan bir “Olağan Hal” dönemine geçildi.
AKP iktidarı, darbeyle ilişkisi olsun veya olmasın, -kolluk güçleri bir yana- on binlerce kamu emekçisini sorgusuz sualsiz işten attı, seyahat ve çalışma haklarını da ellerinden aldı. Çoğunluğu gericiliğin etkisi altında ve örgütlü mücadele geleneğinden yoksun olan emekçiler, bu kitlesel ve hukuksuz kıyım karşısında bir mücadele ortaya koyamadılar. Dahası kendilerine yol gösterecek bir önderliği ve fiili duruşu da göremediler. Yaklaşık 5 bin üyesi ihraç edilen KESK, bu tarihsel saldırı karşısında tutarlı bir mücadele hattı ortaya koymuş olsaydı, bu on binlerce emekçiyi de mücadelenin içine çekebilirdi. Ne var ki, KESK ve bağlı sendikalar, daha en başından itibaren, ihraç edilen üyeleri ile kesintisiz bir mücadeleyi örgütleme çabasına girişmek yerine, birkaç protestocu eylem gerçekleştirmekle yetindi. 15 Ekim 2016 tarihinde yapılacak eylemin Ankara Valiliği tarafından yasaklanmasına boyun eğerek daha ilk hamlede geriye düştü. Denilebilir ki KESK, aynı yılın Aralık ayında yapılan Ankara yürüyüşü ile ihraçlara karşı fiili mücadele başlığını esası itibariyle kapatmış oldu. Sonrası illere her Cumartesi günü basın açıklamaları yapılması yönünde bir kararın iletilmesi ve böylece sorumluluğun yerellere atılması oldu.
Aynı dönemde KESK ve bağlı sendikaların bürokratları, ihraç edilen üyelerini harekete geçirecek bir yaklaşım sergilemek yerine, Yüksel’de başlayan direnişi “örgüt disiplinine aykırı” damgalayarak karalama çabasına girişmişti. Örgüte ve üyelerine sundukları ise “örgüt disiplini altında” teslimiyetten başka bir şey değildi. İhraç edilen üyelerini bir Kurultay’da toplamak, onları hakları için mücadeleye sevk etmek, örgütün tüm dinamiklerini harekete geçirerek direniş çadırları kurmak vb. gündemlerinde yer almadı. “Yargı, diplomasi ve maddi yardım” sarmalında üyelerini oyaladı, ihraç edilen emekçilerden gelen eylem önerilerini değerlendirmekten uzak durdu ve nihayetinde zaman içerisinde çoğunluğu yıllarını mücadeleye adamış ihraç üyelerinin inancını ve iradesini kırdı. Uzun zaman sonra yapılan Kurultay’da gelen öneriler de dikkate alınmadı. Üstelik tüm bunlar İstanbul’da onlarca ihraç üyesinin alan direnişlerine başlamış olmasına rağmen böyle oldu.
Bağlı sendikaların da tutumu aynıydı. Onlar “bütünlük içinde olmalı” diyerek KESK’e, KESK ise yerellere topu atmıştı. “Örgüt disiplini dışında” diyerek çeşitli yerellerde sürdürülen direnişlere destek vermeyen KESK, İstanbul’da onlarca ihraç üyesinin başlattığı ve 70 hafta süren direnişe de açık bir destek vermedi. Tek tek yöneticilerin nadiren gelip göründüğü İstanbul direnişi, KESK örgütlülüğü altında, ihraç edilen onlarca üyesi, az sayıda şube yöneticisi ve eyleme yüreklilikle destek veren onlarca emekçinin çabası ile sürdürüldü. KESK ve bağlı sendikaların merkezleri, bu direnişe dönük hiçbir çağrı yapmadı, hiçbir bildirisinde yer vermedi ve “örgüt disiplini” altında yürütülen dönemin en kitlesel direnişini suskunlukla karşıladı. Son haftalarda polisin azgın saldırılarına, üyelerinin günlerce gözaltında tutulmasına ise yazılı “kınama” açıklamaları dışında hiçbir tutum ve sahiplenme geliştirmedi. KESK’in ve bağlı sendikaların tarihsel bir saldırı karşısında militan bir mücadele hattı geliştirmemelerinin sonucu, emekçilerde yaratılan korku atmosferinin kırılamaması, itibar ve güven kaybı ve nihayetinde yarı yarıya üye kaybı yaşanması oldu.
Fakat aynı KESK, yaklaşık 1 yıldır KESK binasında “KESK eylem programı açıklasın” talebi ile oturma eylemi yapan üyelerini kapı önüne koymaktan, KESK’e koca bir saldırı varmış gibi göstererek illere “KESK onurumuzdur!” açıklamaları yapmaları yönünde çağrılar yapmaktan geri durmadı. Sonrası eylemci üyelerine barikat kurulması ve şiddet uygulanması oldu. Kadın-erkek demeden eylemcilere tekme-tokat atıldı, yerlerde sürüklendi.
KESK’te yaşanan bu tablo, bürokratikleşmenin ve çürümenin ulaştığı boyutları gözler önüne sermiştir. Eylemcilerin eşyalarını onlardan habersiz “itina” ile toplayıp kapıya koyan KESK yöneticileri, aynı günlerde illere de “KESK’e sahip çıkma(!)” çağrısı yaptı. İhraç edilen yöneticileri bile direnmeyen bir KESK ve bağlı sendikalar gerçeği orta yerde duruyorken, binlerce üyesi ihraç edilirken KESK’in onuruna sahip çıkma derdine düşmeyenler, birkaç üyesini binadan atarak güya KESK’in onuruna sahip çıkmış olacaklardı. KESK bürokratları, yaşananları körükleyerek ve kadrolarına “KESK onurumuzdur” dedirterek, tüm bir döneme dönük eleştirilerin basıncını kırmak, kaybettiği dinamizmini “bu vesile” üzerinden sağlamak derdine düşmüşlerdir. Sonraki günlerde ise KESK binasına girmek isteyen direnişçilere şiddet uygulanmıştır. KESK, 2010 1 Mayıs’ı sonrasında TEKEL işçilerine karşı Türk-İş bürokratlarını savunan imza metnine imza atma gibi büyük bir utancın yanına, üyelerine şiddet uygulama utancını eklemiştir.
Geçmeden belirtelim ki, biz KÇB olarak, kamu emekçilerine dönük kitlesel saldırıların, bireylerin veya sendikal grupların iradi tutumları üzerinden göğüslenemeyeceğini, tek tek bireylerin iradesi üzerinden sürdürülen direnişlerin, büyüyen süreçlere yol açmaması durumunda, belli bir dönem sonrasında etkisini yitireceğini biliyoruz. Mücadeleye yaklaşımında gösterilen tutarsızlıklar ve hatalar ise bu etkinin daha da sınırlanması sonucunu doğuracaktır. Bunlar sınıflar mücadelesinin katı gerçeklikleridir. Burada ayrıntılarına girmesek ve ayrı bir değerlendirmeyi gerektirse de, Yüksel direnişini ve KESK’te oturma eylemini sürdüren sendikal iradenin, bir dizi çelişik tutumu bağrında taşıdığını, sınıf mücadelesine ve sendikal bürokrasiye karşı mücadeleye bakışta tutarsız bir yaklaşıma sahip olduğunu ve KÇB olarak eleştirel bir yaklaşıma sahip olduğumuzu söylemekle yetinelim. KESK’e dönük eleştirilerde tümüyle haklı olunsa da, sendika bürokratlarını fiziken rahatsız etme veya ikna etme üzerine şekillenmiş, kitle desteği bulamayan bir eylemin anlamlı sonuçlar üretmeyeceğini; KESK yönetimine karar aldırılsa bile bu kararların hayata geçirilmesi yönünde bir irade ortaya çıkmayacağını düşünüyoruz. Nihayetinde yıllardır KESK’in ve bağlı sendikaların aldığı kararlar, ya uygulanmamakta ya da göstermelik olarak hayata geçirilmektedir. Üzülerek belirtmeliyiz ki, KESK ve bağlı sendikalar, ihraç saldırısının daha ilk aylarında emekçilerin mücadeleye inancını törpülemiştir. Çeşitli yerellerde sürdürülen direnişler ve devrimci kamu emekçilerinin çabaları da bunun önüne geçmeye yetmemiş, ortaya konulan iradi tutumlar, ihraç edilen emekçiler başta olmak üzere KESK tabanını harekete geçirebilecek bir sürece evrilememiştir. KESK’teki bürokratikleşme ve çürüme ise sendika merkezleri ile sınırlı bir durum değildir. Dolayısıyla kitle tabanı bulamayan ve gelişme gösteremeyen bir mücadele süreci üzerinden fiziken KESK binasında bulunmaktan öte bir sonuç doğurmayan bir eylemi sürdürmenin de doğru bir yaklaşım olmadığı düşüncesindeyiz.
Fakat sürdürülen eylemin doğru olup olmaması, KESK yönetimine, eylemci üyelerini kapı önüne koyma ve şiddet uygulama hakkı tanımamaktadır. Bu nedenledir ki, yaşanan olayların esas sorumluluğu da KESK yönetimine aittir. KESK’in onuru da, itibarı da sokakta verilen mücadele ile korunabilir. İstanbul direnişçileri KESK önlüğü altında tam 70 hafta boyunca sürdürdükleri direniş ile bu itibarı korumuş, KESK tarihine onurlu bir mücadele sayfası eklemiştir. 70 hafta sürdürülen direnişe sahip çıkma ve katılma çağrısı yapmayan, bu yönde hiçbir çaba göstermeyen KESK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin üyelerini kapı önüne koyarak KESK’e sahip çıkma çağrısı yapması ise utanç sayfalarına yazılmıştır.
KESK bir an önce bu utanca son vermeli, üyelerine şiddet uygulayan yöneticileri hakkında disiplin süreçlerini işletmeli ve direnişçi üyeleri başta olmak üzere, tüm üyelerinden ve kamuoyundan özür dilemelidir.
Kamu Çalışanları Birliği
27 Ekim 2018