Kamuda TİS süreci ve icazetçi-bürokratik çizginin ruhsuzluğu

Kamu emekçileri hareketinde yaşanan tıkanmanın aşılmasının, TİS döneminde yeni mevziler ve kazanımlar elde etmenin taban iradesini açığa çıkarmaktan başka da bir yolu yoktur. Bugünün en acil ihtiyacı işyerleri temelinde kamu emekçilerini TİS sürecine ve mücadeleye hazırlayacak taban örgütlerinin açığa çıkartılmasıdır.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 06 Temmuz 2015
  • 06:59

Yaklaşık 3 milyon kamu emekçisini ve sayıları 2 milyona yaklaşan memur emeklilerini kapsayan toplu sözleşme dönemi yaklaşıyor. Toplu sözleşme görüşmeleri Ağustos ayı başında başlayacak ve 2016-2017 yıllarını kapsayacak.

Ağustos ayı, kamu emekçileri açısından en durgun aylardan biri. Eğitimin tatil olduğu bu dönemde, eğitim dışındaki işkollarında ise yaygın olarak yıllık izinlerin kullanılması nedeniyle kamu işyerlerinde çalışan sayısı önemli oranda düşüyor. Bu durum kamu emekçilerinin elini zayıflatan olgulardan biri. Ne var ki bu olgu, olduğundan fazla abartılarak sendikaların bahanesi haline getirilmiş durumda. Ağustos ayının bu yönü, hemen her toplantıda en fazla dile getirilen olguların başında yer alıyor. “Erkenden hazırlık yapılması” yönündeki çağrılara “henüz erken” diye yanıt verenler, toplu sözleşme dönemi yaklaştığında ise “tatil dönemine denk düşüyor” söylemlerine sarılıyorlar.

Şubat ayı içerisinde toplanan ve gündemlerinden biri ‘toplu sözleşme dönemi dahil mücadele programı taslağının tartışılması’ olan KESK Genel Meclisi toplantısından -Şubat ayı “erken” görülmüş olacak ki- herhangi bir mücadele programı taslağı çıkmadığı gibi, sonuç bildirgesi dahi aylar sonra açıklanmıştır. Bu toplantının sonuç bildirgesi Haziran ortalarında ortaya çıkmış, fakat kamuoyuna ilan edilmemiş ve sendikaların merkez yöneticileri dışında kimselere ulaşmamıştır. Yalnızca bu tablo bile kamu emekçilerinin, Ağustos ayının yaz dönemine denk gelmesinin yarattığı zorluklardan çok, bürokratik-icazetçi sendikal çizginin yarattığı sıkıntılarla başının belada olduğunu göstermeye yetmektedir.

Memur-Sen, Kamu-Sen gibi gerici kontra örgütlenmeler ise kamu emekçileri hareketinin parçalanmasında rol oynayan başat belaların başında gelmektedirler. Bu gerici örgütlenmelerin hareket içerisindeki yaygınlığına KESK’in (ve bağlı sendikaların) icazetçi-bürokratik çizgisi ve ruhsuzluğu eklenince, taban örgütlenmelerinden de yoksun oldukları koşullarda, kamu emekçilerinin tutunabilecekleri bir dal da kalmıyor.

 

TİS dönemine hazırlıksızlığın bahaneleri

TİS döneminin yaz dönemine gelmesi ile hükümetin kurulup kurulamayacağına dair belirsizliklerin üst üste gelmesi, sendika bürokratlarına, kamu emekçilerini TİS sürecine hazırlama sorumluluğundan kaçınabilmeleri için yeni bir manevra alanı yaratmış görünüyor. Sendikaların merkezi toplantılarında “TİS’in ertelenmesi” yönünde bir talebin açığa çıkması ve dahası bu beklentinin “öncelikler” arasında yer bulması bunu anlatıyor. Dahası bu talep, kamu emekçileri içerisinde yaygınlaştırılmak ve bir mücadele konusuna çevrilme niyetiyle dile getirilmemekte, “beklentici” bir tutumun meşrulaştırılmasının aracı olarak kullanılmaktadır.

Oysa sorun TİS görüşmelerinin ne zaman başlayacağı değil, kamu emekçilerinin bu sürece nasıl hazırlanacağı ve nasıl bir çizgi izleneceğidir. Bu yönüyle bir tutum ve irade ortaya koyamayanların, örneğin Ekim ayında gerçekleştirilecek bir TİS döneminde “daha iyisini” yapabileceklerini düşünmek akla aykırıdır. Mesele TİS’in ne zaman başladığı değil, kamu emekçilerinin talepleri doğrultusunda fiili meşru mücadele çizgisine dayalı bir bakış ve tutumun olup olmadığıdır.

Bugün TİS görüşmelerinin ertelenmesini talep edenler, yaz dönemi dışında yapılacak TİS’lerde nasıl bir tutum aldıklarını da 2012 yılında göstermişlerdir. Anayasada yapılan değişiklikle kamu emekçilerine “TİS hakkı” tanınmış ve 4688 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerin ardından 2012 yılında Mayıs ayı içerisinde toplu sözleşme görüşmeleri başlamıştı. Hükümetin sefalet zammı dayatması kamu emekçilerinde yoğun bir tepkiye yol açmış, bu tepkinin ürünü olarak, kamu emekçileri hareketi tarihinin en kitlesel eylemlerinden biri olarak tarihe geçen 23 Mayıs grevi gündeme gelmişti. KESK “tatil dönemlerine denk gelmemesine rağmen” sürece programsız ve hazırlıksız girmiş, kamu emekçilerinde yoğunlaşan tepki ve öfkenin ardından 23 Mayıs grevinin etkisine yaslanarak yeni bir mücadele hattı örmek yerine, greve sırt dönüp Hakem Kurulu’na katılmıştı.

O günden bugüne KESK’te değişen bir şey olmadığına göre, toplu sözleşme görüşmelerinin Ağustos ayında değil de diyelim ki Ekim ayında yapılması neyi değiştirir? Bu olsa olsa kamu emekçilerinde biriken tepkinin açığa çıkmasını kolaylaştıran bir etken olabilir. Fakat doğru bir önderlik ve mücadele çizgisi tutturmadıkça, emekçilerin tepkisinin en yoğunlaştığı dönemlerde bile KESK’in hareketi ilerletici bir rol oynayabilmesi olanaklı değildir. Ağustos ayını önceleyen aylarda “çıtı çıkmayan”, mücadele süreci örme yönünde bir tutumu olmayanların, toplu sözleşmeler söz konusu olduğunda görüşmelerin ertelenmesi isteminin ötesinde bir bakıştan yoksun olmaları zaten bunu anlatmıyor mu?

 

Sendikalarda merkezi toplantılar

Bugüne kadar TİS sürecine ilişkin derli toplu bir tutum açığa çıkartılabilmiş değil. Dahası KESK’in ve bağlı sendikaların TİS’i önceleyen süreçlerdeki tablosu bunun böyle kalma ihtimalinin de yüksek olduğunu gösteriyor.

Bu dönemde KESK’in mücadele tutumundan -sık sık yapılan ve giderek tek mücadele biçimi haline gelen merkezi basın açıklamalarını mücadeleden saymazsak- bir ölçüde farklılaşan ise BES’in dönem içerisindeki eylem programları ve birinci basamak sağlık hizmetlerinde greve çıkan sağlık emekçileri olmuştur denebilir. BES’in 13 Mayıs grevini KESK bütünlüğünde yapmaya dönük çabaları ise KESK tarafından karşılıksız bırakılmıştır. Tüm bunlara rağmen Soma Katliamı’nın yıldönümünde BES grev çağrısı yapmış ve sokaklara çıkmıştır. Her ne kadar grevi alan eylemine dönüştürme algısı tartışmalı bir algı olsa da döneme özgü anlamlı bir tutum sergilenmiştir.

Eğitim boykotunu bir yana bırakırsak KESK’in en büyük sendikası Eğitim Sen süreci büyük oranda programsız geçirmiş, okullar kapanmadan önce toplu sözleşme dönemine ilişkin ise hiçbir hazırlık yapmamıştır. Demek oluyor ki Eğitim Sen bürokratları eğitim emekçilerini ve kendisini toplu sözleşme sürecinin -yaz dönemine denk geldiğinden olacak!- bir tarafı olarak görmemektedir. Okulların eğitim emekçileri içerisinde hiçbir toplu sözleşme hazırlığı yapılmadan kapanması ve Eğitim Sen Genel Meclisi’nin okulların kapandığı günlerde toplanması başka bir izah da gerektirmiyor.

Haziran ayı içerisinde BES Merkez Temsilciler Kurulu ve Eğitim Sen Genel Meclisi toplandı. KESK Genel Meclisi toplantısı ise 27-28 Haziran tarihlerinde yapıldı. Toplantılardan yansıyan tablo ruhsuz ve zayıf katılımla gerçekleştiklerini gösteriyor. Öyle ki KESK Genel Meclisi toplantısı haber konusu dahi olmamıştır. Toplantıların sonuçları ise henüz kamuoyuna ilan edilmiş değil.

BES MTK toplantısından yansıyanlar anlamlı bir takım kararların alındığını gösteriyor. Her ne kadar karar önergeleri tartışılmadan ve içselleştirilmeden parmak demokrasisi işletiliyor olsa da, hiç değilse karar önergelerine dayalı bir işleyişin bulunması yine de bir anlam ifade ediyor. MTK’nın işleyişinin karar süreçlerini daha işlevli hale getirecek biçimde dönüştürülmesine ilişkin alınan karar ise bu biçimselliğin aşılmasına dönük bir özlemin ifadesi. BES MTK’sında çok sayıda önerge karara bağlandı.

Burada konumuzla ilgili olmasa da sınıf mücadelesine bakıştaki darlığı yansıtan bir durumu ifade etmek gerekiyor. Tüm anlamlı kararlarına ve dahası metal işçileri direnişi, konuşmalarda önemli bir yer tutmasına rağmen BES MTK, metal işçileriyle dayanışma çağrısını içeren bir karar önergesini reddetmiştir! Önergeyi reddedenler “biz şubelerimizde zaten dayanışma yapıyoruz” gibi söylemlerle “böyle bir karara gerek yok” diyebilmişlerdir. Bu söylemler eşliğinde ve önerge üzerine yeterli tartışma yapılmadan, özünde metal işçileriyle dayanışma çağrısı yapan önerge reddedilmiştir. “Biz zaten şubelerimizde dayanışma yapıyoruz” diyenler MTK’nın bir organ, dahası sendikanın genel kurul sonrası en üst organı olması gerçeğinin üzerinden atlamaktadırlar. Şube adına konuşmak başka, MTK adına yani örgütün bütünü adına konuşmak başka! Garip olan bir başka şey ise uygulanmayan bir dizi biçimsel kararlar alınırken, metal işçileriyle dayanışma çağrısı yapan bir önergenin “gereksiz” bulunmasıdır!

BES MTK konumuzla ilgili olarak ise gerek KESK Genel Meclisi’ne sunulmak üzere ve gerekse de BES tarafından uygulanmak üzere bir dizi karar almıştır. TİS görüşmelerinin ilk günü KESK bütünlüğünde grev yapılması, TİS dönemi boyunca Ankara merkezli TİS çadırlarının kurulması ve merkezi eylemler yapılması, işyeri temeline dayalı olarak TİS ve grev komitelerinin kurulması gibi kararlar alınmıştır. Fakat karar almak başka, hayata geçirmek başka bir şeydir. Bu kararların hayata geçirilmesi yönünde bir çabanın ortaya konulup konulmayacağını ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.

 

Taban örgütlenmeleri bugünün en acil ihtiyacıdır

Erken bir tarihte, daha Ocak ayında Kamu Emekçileri Bülteni’nin 48’inci sayısında “Mücadele ve kazanımlarla anılacak bir yıl için görev başına!” başlıklı yazıda şunlar söyleniyordu:

Düzenin her cepheden açmazlarının derinleştiği bir dönemde, kamu emekçilerinin programlı ve hedefli bir mücadele içerisine çekilmesi bugünün ertelenemez görevi olarak durmaktadır. 2015 yılı kamu emekçileri açısından toplu sözleşme yılı olması nedeniyle de hayati bir önem taşımaktadır. KESK’in ve bağlı sendikaların, bu yılı programlı bir mücadele ile karşılamaları büyük önem taşımaktadır. Ne var ki, grev eksenli ve kazanıma odaklanmış bir mücadele programının oluşturulması sendika bürokratlarından beklenemez. Dahası üstten oluşturulan ve bir irade birliğine dayanmayan bir programın bırakın kamu emekçilerini harekete geçirmesini, kadroları dahi harekete geçirme gücü olamaz. Böyle bir program ancak taban basıncı ve iradesini açığa çıkartacak, aşağıdan örgütlenen süreçler işletilerek mümkün olabilir. Bu aynı zamanda bürokratik-icazetçi hakim çizginin, gelişen taban dinamiklerini günübirlik-yasak savma türünden eylemler içerisinde tüketmesinin önüne geçmenin de tek yoludur.”

O günden bugüne yaşanan gelişmeler bu değerlendirmenin sendika bürokratlarına ilişkin yanlarını doğruladı. Sendika bürokratları ve sendikaların tepe noktalarını tutan reformist sol bu yönüyle bizi yanıltmadı.

Aynı bültenin 49. sayısında ise “Yasaklanan metal grevi ve yükselen toplumsal mücadele” başlıklı yazının sonunda şunlar ifade ediliyordu: “Bir önceki sayımızda ‘Mücadele ve kazanımlarla anılacak bir yıl için görev başına!’ başlıklı yazımızda döneme ilişkin ortaya koyduğumuz hedefler, BES MTK kararlarına yansımakla birlikte, bu hattın KESK bütünlüğüne yaygınlaştırılması ve pratik bir tutuma dönüştürülmesi, karar almaktan daha fazlasını gerektirmektedir. Ne var ki, genel seçimlere ve sandığa odaklanan hakim siyasal yaklaşım, bunu alabildiğine zorlaştırmakta, hakim reformist çizgi gözünü sandığa çevirdikçe fiili mücadele olanakları darbelenmektedir. Bunun önüne geçmek ve kamu emekçileri hareketinin baharını yaratmak ise hareketin öncü kadrolarına düşmektedir.”

BES MTK’nın işyeri TİS ve grev komitelerinin kurulması yönünde almış olduğu karar BES raporunda KESK Genel Meclisi’ne de taşınmış bulunuyor. KESK Genel Meclisi’nin bir mücadele programının yanı sıra işyerlerine dönük bu yönde bir çalışmaya yönelip yönelmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat meselenin zor yanı karar almak değil, onu uygulayacak bir iradeyi açığa çıkarmaktır.

Karar almak ne tek başına sendika yöneticilerinin işidir, ne de onu uygulamak sendika bürokratlarından beklenebilir. Burada esas olan alınan kararların öncü kadrolarda bir irade birliğine dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğidir.

Peki ama kararları uygulayacak irade nasıl açığa çıkartılacak? Bunun bir yanı sendika organlarının işletilmesi ise öteki yanı siyasal grupların “parmak” kaldırdıkları kararların hayata geçirilmesinde kendi bileşenlerini harekete geçirmesidir.

Burada anlatmak istediğimizi bir örnekle açıklayabiliriz. Örneğin BES MTK’sında işyerlerinde TİS ve grev komitelerinin oluşturulması oybirliği ile karar altına alınmıştır. Bu kararı alanlar yalnızca MTK üyeleri değil, büyük oranda sendikal grupların da parçasıdırlar. Yani karara Demokratik Emek Platformu (DEMEP), Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD), Emek Hareketi (EH) ve diğer gruplar destek vermişlerdir. Normal koşullarda bu, bu grupların grev ve TİS komitelerinin oluşturulmasını bir politika olarak benimsedikleri anlamına gelmektedir. Ne var ki MTK sonrasında bu grupların hiçbiri grev ve TİS komitelerinin oluşturulmasını gündelik çalışma konusu haline getirmemektedir. Ne kamu emekçilerine böyle bir çağrı yapılmakta, ne de sendika organlarının harekete geçirilmesi yönünde grup üyelerini harekete geçirecek bir tutum geliştirilmektedir. Denebilir ki genel kurullarda veya toplantılarda bolca “doğru” sözler söyleyenler, gündelik pratik içerisinde kendisini dahi örgütleme iradesini gösterememektedirler.

Fakat kamu emekçileri hareketinde yaşanan tıkanmanın aşılmasının, TİS döneminde yeni mevziler ve kazanımlar elde etmenin taban iradesini açığa çıkarmaktan başka da bir yolu yoktur. Bugünün en acil ihtiyacı işyerleri temelinde kamu emekçilerini TİS sürecine ve mücadeleye hazırlayacak taban örgütlerinin açığa çıkartılmasıdır. Bu yönde önergeler veren veya kararlara el kaldıranların, bunu örgütleme yönünde çaba harcamamaları, ya samimiyetsizliğin ya da tükenmişliğin göstergesidir. Sürecin hangi yönde evrileceği öncü kamu emekçilerinin bu ataleti aşma iradesi gösterip göstermeyeceklerine bağlıdır.

Sosyalist Kamu Emekçileri