Geçtiğimiz haftalarda Sakarya Hendek’te bulunan ‘Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nda bir patlama gerçekleşti. Sermayenin daha fazla üretim daha fazla kâr hırsından, hayatlarımızın yok sayılmasından ve örgütsüz/suskun oluşumuzdan dolayı 9 işçi kardeşimizi kaybettik.
Göz göre göre işlenen bu toplu iş cinayetinde ilkin 7 işçi hayatını kaybetti. Sonrasında ise delillerin yok edilmesi için yapılan temizlik ve üretimin hemen başlatılmasından dolayı da 2 işçi hayatını kaybetti. Bu toplu kıyımın sorumluları sermaye ve devletti. Nasıl mı?
Kâr hırsı ile hiçbir güvenlik önlemi almayan, iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemlerini ‘gereksiz maliyet’ sayan zihniyet birinci sorumludur. Bu da kapitalist işleyiş yasalarıdır esasında. Diğer bir ifadeyle daha fazla kâr uğruna işçilerin hayatının hiçe sayılmasıdır. İş güvenliği ve işçi sağlığı önlemlerinin alınmasını sağlamakla yükümlü olması gereken devlet, somutta AKP-MHP rejimi ise, kapitalistlere hiçbir önlem almadan üretimi devam ettirme imkanı sağlayarak iş cinayetlerinin faillerinden biri oluyor.
11 yılda 6 patlama!
11 yılda 6 kez patlama yaşanan bir fabrika, isim değişikliği yaparak aynı koşullarda üretime devam ediyor. Patlamanın olacağını herkes biliyordu. Zamanlaması ise tahmin edilebilirdi. Bunu işçiler kadar, iş güvenliği uzmanları kadar, sermaye de biliyordu, sermaye devleti de...
Sık sık patlama yaşanan bir fabrikada gerçekleşen katliama hiç kimse “kader” diyemez. Hiç kimse “Önlem alındı, denetim yapıldı, esasında sorun yoktu” falan diyemez. Her şey ortadadır. Einstein, “Aynı şeyi iki kere yapıp farklı sonuçlar beklemek deliliktir” diyor. Aynı şey, aynı fabrikada 6. kez olmasına rağmen hiçbir şey değişmiyorsa, işte bunun adı kapitalizmin işleyiş yasalarıdır.
Devletin Yaşar Coşkun’u koruma ‘hassasiyeti’
Coşkunlar havai fişek fabrikası sahibi Yaşar Coşkun’un Erdoğan’ın dostu ve MÜSİAD Sakarya Başkanı olması da işin cabası. Buna rağmen, gelen tepkiler, yaralı işçilerin ve katledilen işçilerin ailelerinin açıklamalarının basıncı ile mahkeme onun hakkında da tutuklama kararı vermek zorunda kaldı.
Patlamanın olduğu gün Erdoğan ne demişti: “Patron şahsen tanıdığım biri, aradım, öğrendim.” Bu ne demektir? Patronu mümkün mertebe koruyup kollayacağız. Devletin bütün kurumları bunu böyle bilsin, ona göre davransın. Zaten adı geçen kapitalist, AKP döneminde palazlanan vahşi sömürücü takımından biridir.
İçişleri Bakanı S. Soylu da “En son Mart ayında denetimleri yaptık” diyor. Üzerinden 4 ay geçmiş. Demek ki, denetimleri bir işe yaramamış. Çalışma Bakanı da “Bu tür fabrikaların yıllık denetimlerini yapıyoruz” diyor. Yılda bir yapıldığı söylenen denetimin ne olduğunu işçiler açıkladı: “Denetim için gelenler, yemek yiyip gidiyordu.” Yani S. Soylu’nun denetim dediği şey, patronun fabrikaya gelenlere rüşvet babında yemek yedirmesidir. Bundan dolayı neredeyse 2 senede bir bu fabrikada ölümlere yol açan patlamalar oluyor. Ölüme yol açmayanları saymıyoruz bile. AKP-MHP rejimi, pervasız bir şekilde koruyup kollamaya çalışıyor fabrika sahibini. Bu canhıraşlık, sermaye-devlet işbirliğinden çok daha fazlasını ifade etmiyor mu? Bir patlama olduğunda, ülkenin cumhurbaşkanı neden patronu şahsen tanıdığını belirtir ki?
Tepkilerin azalması ile Soma’daki maden faciasında olduğu gibi Yaşar Coşkun da serbest bırakılacak. Olmadı, AKP şefi T. Erdoğan serbest bırakılana kadar soruşturma savcısını, mahkeme heyetini değiştirir. Olur biter. Zaten daha önceki katliamlarda da ceza almasına rağmen cezası ertelenen Yaşar Coşkun için, devleti bir kez daha seferber olmasın da kim olsun?
Torun Center’da, Ermenek, Soma madenci katliamlarında da gördük; sermayenin kâr hırsını, sermaye devletinin bütün kurumlarıyla onları koruyuşunu… Zamanı geldiğinde işçi ailelerini para ya da tehditle susturma çabalarına da şahit olacağımız kesin. Daha önce yaptıkları gibi…
İkisi ustabaşı, biri iş güvenliği uzmanı ve biri de fabrika müdürü olmak üzere tutuklanan 4 kişinin üzerine yıkacaklar sermayenin ve devletinin planlı-organize katliamını. Bu plana uymayanları ne müdür yaparlar ne de müfettiş. Zira bu plan ve organizasyon kapitalist işleyişin ta kendisidir. Buna ayak uydurmayan veya başkaldıranlar ise sermaye devletinin gözünde ‘asidir/teröristtir’.
Burjuva hukuku kapitalistlerin sınıf çıkarlarına göre şekillenen adaletlerini dağıtadursun, bizler onlardan adalet istemiyoruz. Onların bizlere verebileceği bir adalet yok. Burjuva yasaları, sermayeyi korumak için yazılmıştır. Sınıf mücadelesinin yasalarının hükmü ise açıktır. Bizlere ölüm ve sömürüden başka bir şey vaat etmeyen bu düzen yıkılmalıdır.
Sözde denetim, özde aklama!
Bakanlık düzeyinde senede bir denetim yapıldığı söyleniyor. Daha ne densin. Denetimlerin yapılmadığı ortadadır. İş güvenliği, işçi sağlığı kurallarına uyulmadığı ortadadır. Uyarıların göz ardı edildiği, işçilerin ölüme gönderildiği de ortadadır.
Sözde yapılan denetimlerle, sermaye de devleti de kendini aklamaya çalışıyor. “Biz denetledik, uyardık, önlem aldık ancak ne yapalım” demek istiyorlar. Yine işi kadere, fıtrata havale ederek cinayet suçundan kaçabileceklerini sanıyorlar.
Oysa patlamadan yaralı kurtulan bir işçi şöyle diyor: “Patlayacağız diye uyardık. Biz işçiyiz onlar müdür. Denetimler olurdu. Yemek yer giderlerdi.” Sermayedarların ve sözde sermaye devleti adına denetim yapanların, gerçekte ne yaptıklarının işçilerin yalın diliyle ifade edilmesi…
Asıl ‘suç’ işçilerde!
Peki, işçilerin hiç mi suçu yok. Elbette var. ‘Asıl suç’ onlarda. En büyük ‘suç’ları suskunlukları, örgütsüz kalmaları… Sermayenin ve devletinin planlı-organize katliamlarına, hayatlarımıza kast eden ücretli kölelik düzenine isyan etmemeleridir.
Asıl ‘suç’ işçilerde! Karın tokluğuna çalışmalarına, kanla alınteriyle sermayeyi büyütmelerine rağmen, açlığı-yoksulluğu kabullenmelerinde…
Ve işte tam da bu yüzden, çözüm işçilerin bilinçlenmesinde, örgütlülüğünde, mücadelesindedir.
R. U. Kurşun